31 Ocak 2009 Cumartesi

Bratislava'da doğup Denizlili olmuştu..

Roman, 2002 ylından beri 7 yıldır formasını giydiği hatta kaptanlığını yaptığı Denizlispor diyince aklıma ilk gelen isimdi. 30 gol attı bir kısmı 4 büyüklere olmak üzere. Denizlispor formasıyla son golünü kendi kalesine atmak nasipmiş. Kapının önüne koydular yeni bir yabancıya yer açmak için. O yeri açmak için böyle iç deşilmez ki kardeşim. Konyaspor'la anlaştığı haberini okuyunca yutkundum acı acı. Kratochvil belki bu ülkeye gelen en iyi yabancılardan biri bile değildi. Ama bayrak adam idi herşeyiyle Denizlispor'da. Yeşil-Siyah'tan Yeşil-Beyaz'a gitti. Yeşilden kopmadı da siyah yerine beyaz oldu diye teselli edelim kendimizi. Sen adamı ancak kelini görünce tanırsın Ümit Kayıhan.
Cok kızdım be burkay, birleşin yürüyün kulüp binasına.Ram senin de gözün aydın.

30 Ocak 2009 Cuma

Gergin!


“Cristiano Ronaldo will never be Spanish! As they will never take Olivença* again. They already did the same with Christopher Columbus**, and it now seems they want to naturalise Cristiano Ronaldo. Have they already forgotten what we did to them in the past? We will never lose our patience.”

Carlos Queiroz, Alex Ferguson'un asistanı iken. Şimdilerde Portekiz'in başında.. İspanyolların yağmacılığından sıkılmış olsa gerek, fena patlatmış, 500 senelik defterlere bile girmiş. İki ülke arası savaşlar, halen çözülememiş sınır problemi vs.. Herhalde bu açıklamalarıyla Portekiz Futbol Federasyonu'na da göz kırpmış oluyordu.

*Olivença, ya da İspanyolca Olivenza: İspanya ve Portekiz arasındaki sınırda bulunan, aslen Portekizlilerin yaşadığı, ama İspanyol yönetiminde olan (ama bu, Portekizler tarafından tanınan bir yönetim değil) ufak bir kasaba.
**O günlerde Kolomb, keşfine sponsor sponsor olarak İspanya'yı buldu, haliyle keşif İspanyolların oldu. Ama Portekizliler bu keşiften kendilerine her zaman pay çıkardılar (vespuçi?)
roll on f...ing fridaaayyyy!!!

29 Ocak 2009 Perşembe

genç yetenek


Bülent Uygun bugün hızını alamayıp Arsene Wenger'e sallamaya başlayınca, Arsene ile bizimkiler arasında ne fark var diye düşünmeye başladım. En temel farkın, Premier Lig'de kurduğu ve güvendiği genç takım olduğuna kanaat getirdim. Süper Lig'de 1988 yılı ve sonrasında doğan futbolculardan 11 yapmaya kalksak nasıl bişey olabilirdi diye düşündüm. TFF sitesinden takım takım gezerek futbolcuların yaşlarına baktım. Genç yıldızlar diye nitelendirdiğimiz pek çok topçunun da 21 yaşını çoktan doldurmuş artık olgun topçular olduğunu farkettim. Hepsini izlemediğim ama hiçbirini FM gibi oyunlarda test etmediğim, TFF'nin en yetenekli 1988 sonrası 11'ini oluşturdum. Bu kadroya hiçbir oyuncusunu koyamadığım Bülent Uygun gelsin bu kadroyla şampiyon olsun sonra Arsene Wenger'e "takımları değişsek seni şöyle döverdim" geyiği yapsın derim. Bu arada üzücü başka bir nokta ise Beşiktaş'tan da hiç oyuncu koyamamam oldu. Eskiden altyapısından çıkardığı yıldızlarla Türk futboluna damga vuran Beşiktaş kadrosu gün geçtikçe yaşlanıyor. Dikkat çekmek istedim.

Kaleci:Onur Recep Kıvrak (Trabzonspor)
Defans:Eren Güngör (Kayserispor), Alpaslan Erdem (Galatasaray), Semih Kaya (Galatasaray)
Orta Saha:Anıl Taşdemir (Ankaraspor), Barış Memiş(Trabzonspor), Faty Papy (Trabzonspor), Abdülkadir Kayalı (Fenerbahçe), Aydın Yılmaz (Galatasaray)
Forvet:Batuhan Karadeniz (Eskişehirspor), Sercan Yıldırım (Bursaspor)
Kadroyla ilgili yorumlara ve tekliflere açığız efenim..
önce konya sonra mudanyada wasting times..

Bi Technotronic vardı, n'oldu onlara?


Yıl 1989, Technotronic diye birkaç zibidinin "Pump up the jam" isimli şarkısı yayınlanmış, ve Amerika'da milyonlar satmaya başlamıştı single'ı. Hatta şarkının ünü bırakın Avrupa'yı Türkiye'yi, Elazığ'a gelmişti o günlerde (o yıllarda babamın görevi nedeniyle oradaydım)! Tabii biz "Avva" diye biliyorduk şarkıyı, şok oldum görünce, meğer sözleri şöyleymiş:

Pump up the jam
Pump it up, while your feet are stompin'
And the jam is pumpin' look at here the crowd is jumpin'
Pump it up a little more get the party going on the dance floor
Seek us that's where the party's at and you'll find out if you're too bad
I don't want (bu kısmı avva olarak okunuyor işte!) a place to stay
Get your boody on the floor tonight, make my day
Make my day, make my, make make my day
Yo!

O kadar ki, gidip kasedini (kapağı aynen şekildeki gibiydi) almıştık abimle, ki o dönemlerde, küçük şehirlerde yabancı kaset satan bir dükkan falan olurdu. Halen de albüm abimin evinde durur, 5 senede bir gaza gelir mutlaka dinleriz. Halen dinlemeyen varsa ya da özlemiş olan varsa, her yerde bulabilirler.
Bu kadının ters mi düz mü olduğunu anlayana yüz lira veriyorum.

28 Ocak 2009 Çarşamba

gol yemem, küfür tabii ki yerim


Ligin, rakip tribünlerden küfür yemeye en müsait 11'ini yaptım. Tamamen subjektiftir, yorumlara açıktır. Yorumlarda önerileri bekliyoruz. Küfürlü yorumların silineceğini söylememe gerek yok herhalde.

Kaleci: Volkan Demirel
Savunma: Ali Tandoğan, Egemen Korkmaz, İsmail Güldüren, Emre Aşık
Orta Saha: Sabri Sarıoğlu, Ayhan Akman, İbrahim Ege, Emre Belözoğlu, Tümer Metin
Forvet: Serhat Akın
Teknik Direktör: Giray Bulak
Hakem: Selçuk Dereli

Bu arada resmin küfürle sinirle ne alakası var diyeceksiniz. Resimdeki holigan size de sinirli görünmedi mi?
kuzey kore güney kore bahittin nerede?

appiah-linderoth

sayfalarca analiz etmeye gerek yok, futbol hayatları biten aynı bölgenin iki tane kalburüstü adamı..birinin yolu samandıra’dan, diğerinin florya’dan geçti..anelka-alex-tuncay-aurelio ile birlikte fenerbahçe tarihinin belki de en kaliteli kadrosunun en önemli parçasıydı appiah..şimdi yok..ayda bir herhangi bi takımla antremanlara çıktığını ya da röpörtaj yapıp fenerbahçe yöneticilerine ince ayar verdiğini duyarız, hepsi o kadar..üzerine formayla premier lig ya da seri a semalarında salındığı filan yok adamın.. sonuç olarak, revirinde yatacak takım bulamayıp pusulasını şaşıran, arada transpoze olmuş egosuyla aziz yıldırım’a laf sokan appiah’la bu saatten sonra hangi takım uğraşır, onu bilemiyorum..
***
diğer taraftan, linderoth elbette appiah kadar katkı sağlamadı kendi takımına ama fikri güvenilir onca galatasaraylının kurduğu “hacı lincoln’ün alınmasından daha çok sevindim alınmasına” cümlesinin nesnesiydi zamanında... 10 maç ya oynadı ya oynamadı..hala yok, hala kayıp..işin komik tarafı, külüpten akibetiyle ilgili yapılmış ciddi bi açıklama da yok…öyle ki kendisiyle ilgili duyduğum tek kayda değer açıklamayı dün telefonda allee’den aldım.. “linderoth’un sakatlığının başladığı gün ben de futbola başlasaydım, şu an süper ligde has futbolcu olmuş, ikinci transferimi de yapmıştım” diyor allee..o derece yani..takıma, futbola döneceğine dair umut bu kadar işte..
***
dilerim oldukça becerikli ama şanssız bu iki has adamın sakatlık sorunları biter de; revirden, rehabilitasyondan çıkıp ortasahada adam kovalamaya başlarlar kısa zamanda..o zaman biz de allee ile sevgi yumağı oluşturur, yerlerde yuvarlanır, timsah yürüyüşü filan yaparız..

abanmayacam, teknik vuracam

en uzun süre gol yemeyen
























Petr Cech, Premier Lig'in en uzun süre gol yemeyen kalecisi ünvanini kazandiginda henüz 22 yasindaydi. Mourinho'nun Chelsea'sinin kalecisi iken tam 1,025 dk gol yemeyerek kirmisti rekoru. O sene 1970 dogumlu Edwin Van der Sar ise, basarisiz Juventus macerasindan sonra Fulham ile güzel maçlar çikararak, sene sonunda Manchester United'in Schmeichel'dan sonra merhem bulunamayan kalesine dogru yol aliyordu. Macnhester'da geçirdigi sürede kariyerinin Ajax sonrasi en güzel zamanlarini yasayan Van der Sar dün geceki West Bromwich Albion maçinda da gol yemedi ve 1030 dakikayi bularak Cech'in rekorunu kirdi. Dünyada en uzun süre gol yememe rekoru ise 1,142 dk ile Dino Zoff'a ait ama bu rakam 2 sene boyunca oynanan milli maçlarla elde edilmisti.

Baska bir bakisla sadece kalecilere baglanmamasi gereken bir basari oldugu da açik. Zira Dino Zoff önünde catenaccio üstadi Italyan savunmasi, Cech'in önünde Terry-Carvalho-Makelele üçlüsü ve simdi Van der Sar'in önünde de Ferdinand-Vidic ikilisi yerine Yasin-Can Arat ikilisini koysak böyle rekorlari hayal bile edemeyezlerdi.
Şenol Gölge ve Güneş (en uzun süre gol yemeyen Türk kaleci)

Gölgede ve Güneşte Futbol


Seneler önce, yanlış hatırlamıyorsam Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi'nde "futbol" diye aratıp (kafam bayağı güzelmiş zaar) ne varmış diye bakınırken bulmuştum bu kitabı. Eduardo Galeano, zaten çok sevdiğim bir yazardı. Ama o günden sonra benim için özel bir yazar haline geldi. Futbolu politikayla, günlük hayatla, sosyolojiyle, psikolojiyle ilişkilendirmek hepimizin aklına gelmiştir, hali hazırda da yapanlara rastlıyoruz. Ama bu kadar bütünleşik, hiç hantal olmayan bir biçimde, alıp götüren bir dille yapılabileceğini Galeano'dan öğrendim. Kendini tanımlayış biçimine bile meftunum:
meftun kelimesinin kökeni, fitneye düşmüş, sihirlenmiş'tir.
Tüm Uruguaylılar gibi ben futbolcu olmak istediim. Doğrusu çok da güzel oynuyordum, hatta harikaydım bile denebilir; ama yalnızca geceleri rüyamda. Gündüzleri, ülkemin sahalarındaki çarpık bacaklı oyunculardan en kötüsü bendim. Taraftar olarak da pek iyi sayılmazdım. Yıllar geçti ve kimliğimi kabullenmek zorunda kaldım: Ben basit bir 'iyi fubol dilencisiyim'. Elimde şapkam, dünyanın dört bir yanını geziyor ve stadyumlarda yalvarıyorum: "Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen!" Güzel bir oyun gördüğüm zaman da bunu sağlayanın hangi takım ya da hangi ülke olduğuna bakmaksızın bu mucize için şükranlarımı sunuyorum.
Bende bir kopyası yok. Ama geçen sene doğumgününde Burkay'a hediye etmiş olmam lazım. Çok canım çekti, bi daha okuyacam!
hmmmmm... nispetiye caddesiiiii....

27 Ocak 2009 Salı

Alanzinho


Norveç'in Stabaek takımından bir sol kanat adamı alın, ve bu Brezilyalı olsun mümkünse. İlginç iş yaptı yine Trabzon. Ersun Hoca'nın adamı nereden araştırdığına (!) dair tahminlerim vardı. Ben de o kaynakları kullandım. Ve bir kez daha sırf sizlere bu adam hakkında setaylı bilgi sağlayabilmek için Norveç Liginden oyun açtım! Selaminko'nun talebi üzerine bu sefer daha detaylı bir çalışma yaptım.



24 yaşında, yetenekli bir oyuncu kendisi. Ufak tefek. 1.64 boyunda, sol ayağını kullanıyor. Orta sahada hücuma yönelik oynuyor, sol kanatta da oynayabiliyor (ki bize trabzon sol açık aldı deniyor). Sonuçta Yattara'nın varlığında daha aktif kanadı sağ kanat olacak Trabzon'un, burası kesin. Ama sol kanattan bindirmeleri de Cale'nin tek başına yapıyor olmasının bir mantığı yok bence. Bu açıdan ayağına hakim, iyi top yapacak, sol kanatta oynayacak bir adam da her zaman işine yarar Trabzon'un. İş yerinde video açamıyorum. Akşam eve gider gitmez videoları da seyredeceğim, lakin videoya hiç güven olmaz. Al Lee'nin de dediği gibi, Sabri'nin bütün iyi hareketlerini toplayıp video yapsan ManU'nun sağ bek açığını kapamaya çalışırsın kendisiyle!

Ne diyelim, hayırlı uğurlu olsun.
mazhar alanzinho, beterini isterseniz: alan zinho, satan zinho

amauri italya'ya..

10 şubat'ta emirates'te oynanacak italya-brezilya maçı, amauri'nin italya-brezilya hattındaki git gelleri açısından belirleyici olacaktı..tercihi amauri değil dunga yaptı tabi..brezilya'nın maç kadrosunda amauri yok..baptista'nın olduğu kadroda o yok..kadrodaki diğer forvetler robinho, pato, luis fabiano ve adriano..bu gelişmeden sonra amauri italyan pasaportu için kuyruğa girer herhalde, girmez mi..

ne olursan ol justice for all :)

Uyuyan Messi


Barça medyası, Real'in son zamanlardaki baygın futbolu üzerine sempatik bir mübalağa yapmış: Messi'yi uyurken seyretmek, Real Madrid'i maç yaparken seyretmekten daha heyecanlı!
O diil de, ıssız adam ne boktan filmmiş lan!

26 Ocak 2009 Pazartesi

black..

şarkıların da cinsiyetleri var..bundan black gibi şarkılar sayesinde bahsedebiliyoruz.. üstelik durun bitmedi, dünyanın en erkek şarkısı bu.. izninizle açıklıyacam, biz erkekler iyi olup yeterince çabalarsak herşeyin yolunda gideceğine inandırılarak yetiştiriliriz.. kadınlar da böyle yetiştirilse de hayat onlara herşeyin daha iyi olacağı yönünde sürekli yeni tekliflerle gelir.. bu yüzden yetinme duyguları daha körelmiştir.. mutlu olmuş olmamış farketmez, yetinmez.. ejderha olsan farketmez.. dünyanın düzeni böyle kurulmuş genel anlamda; biz erkekler tekliflerle gelen, çabalayan, yarışan, kadın kısmı da karar verip fikrinden cayanı oynar.. erkeğin sahiplenme duygusunun, bu diken üstündeliğin, kadının kolayca yoldan çıkabilmesinin üstünde yükseldiğini düşünüyorum.. konudan sapmayacak olsam örneklerle açıklardım..
***
neyse black işte böyle bir ruh halinde başlıyor.. inandığı ne varsa ona güveni, inancı sarsılmış bi insanı anlatıyor.. hani herşeyi yaparsam herşey güzel giderdi, bu saçma ayrılık neyin nesi diyor kendi kendine.. bilmiyor ki o kadın onu bırakıyorsa amacı yalnız kalmak değil.. ya başka birini bulmuştur ya da bulacaktır.. o kadından degil eddie vedder'a, seattle'daki hiç bir erkeğe fayda gelmez.. ama işte gururuna da yediremiyor, anlamaya calışıyor ama tek bir sorunu var; gerçekleri anlamamazlıktan geliyor... yaşayanlar bilir, sözler yetersiz kalır bu durumlarda.. öyle olunca da içtekilerin dışarı dökülmesi için devreye bir bas, bir elektro gitar, bir davul, bir de çıldırmasına ramak kalmış insancığın vokali giriyor..sözlerin anlattıklarıyla üstümüze kurulu setler, eşikler anca böyle kırılıyor, aşılıyor.. sahiplenme, kaybedememe, bir türlü kabullenememe bundan güzel hiç anlatılmamıştı sanırım.. ama adam olmak insanlara gökten zembille inen bir haslet değil.. eşikleri aşmadan eşiklerin ardında güvende durmayı öğrenmek mümkün değil ne yazık ki...
***
şimdi söyleyeceğim şey şu; bu şarkıyı hiçbir zaman anlayamayacak 3 milyar kadın hala dışarılarda bi yerlerde geziyor.. aşılacak eşikleriniz ve kırılacak setleriniz varsa acele etmeniz lehinize olacaktır..
şarkıyı futbolla ilişkilendirmeye çalıştım, olmadı..ben de kadınlarla ilişkilendirdim..

Pazar akşamı


Trapano ve bir arkadaşıyla, Al Lee'nin evinde buluştuk (saçma geliyor ama, o arkadaş Al Lee'nin kardeşi olduğu için aslında çok saçma değil), amacımız pazar gecemizi Fenerbahçe maçı izleyip, PES oynayarak geçirmekti. Bir de Al Lee'nin, geçen haftanın PES maçlarından kaybettiği krokanlı pastayı yemek de aklımızdaydı (gecenin sonunda elibol kardeşimizin madodan aldığı muhteşem pasta, gecenin en önemli anı oldu bizim için, o ayrı)!

Fener Trabzon maçıyla ilgili fazla söz yok söylenecek. Volkan ve Gökhan'dan ibaret Fener'e 1 puan bence yetmeli. Pek de söylenmedi zaten yanımdakiler beraberliğe, oynanan futbol nedeniyle. Ama Guiza artık sabır taşırmıyor mu? Bir oyuncuyu kulübeye almak için kaç hafta kötü oynaması beklenir? 18? 20? Bu adam Raul'u takıma almamış, memnun kalmadığı saniye Torres'leri kenara çekmiş adam. İlginç değil mi Guiza'ya bu kadar göz yumması?



Sonrasında "Adriana Lima'yı görek" amaçlı Acun'a katlanma saati geldi. Lima'nın özensiz koltuk altından (bu kısmında konsensus sağlayamadık) girdik, kötü makyajı ve giymeyi unuttuğu iç çamaşırında tecelli ettik. Ama gerçek şu ki, bu kalibrede bir insan (güzellik ve kariyer) için, akılalmaz düzeyde alçak gönüllü ve sempatik birisiydi. Hasılı eğlendik..

Son olarak da, PES'i 4 kişi oynamanın tadını çıkardık, Trapano'yla fırtına gibi estik. Buradan da, Al Lee ve ortanca kardeşinin PES konusunda halen gelişime açık olduğu sonucunu çıkarabiliriz bence!

not: PES 2009'da "Become a Legend" modunu denemeyen varsa, hiç kaçırmasın, forvet ya da kanat olun, adamınızın gelişimi, attığınız goller vs. muhteşem bir sahiplenme duygusu yaratıyor.
Al Lee'deki şansa bak. Allahsız acun, yiyosa Scarlett'i çıkarsana programa

Los Lunes al Sol


Güneşli Pazartesiler olsun..

Sabah Al Lee'nin manitasıyla, yarım açık gözlerle isyan ederken, bir Anadolu köyünde domates yetiştirmek ya da Bahamalarda egzotik bir hayata yelken açmak gibi klişe opsiyonları gözden geçirdik. O saniyelerde aklıma geldi bu enteresan film. Aylaklığa övgü..

Bir tek ben değilimdir aranızda, pazartesilerden nefret eden değil mi?

Cuma günü kafamda güzel bir haftasonu vardı. Arkadaşlarla içmek, sinemaya gitmek, ikeaya gitmek, maçlar seyretmek, uyumak.. Çok önemli ölçüde de gerçekleştirdim bu hedeflerimi. Ama Pazartesi geldiğinde aklımdaki tek şey şu: bir sonraki Cuma'yı dört gözle beklemek. İşte tam da bu döngüden çok fena içim bayılmış durumda.

Yok mu yardım eden, kurtarıcı bir fikri olan?
yes man güzel film..

23 Ocak 2009 Cuma

Avustralya açık..


Bayanlar turnuvası bizim için bitmiştir!.. Artık tek erkeklerde Nadal'ı seyrediyor olacağız..
4 sırp hatunla beraberim 2 gündür, siz bakmayın, bunun gibi değiller normalde

Arabic Premier League


Manchester'in mavililerinden sonra Londra'nin mavilileri de Arap kusatmasi altinda. Öte yandan Liverpool'un sevilmeyen ve kabullenilmeyen Amerikali patronlari da hisselerini Kuveytlilere devretmeyi planliyor. Kulüpler için biçilen degerler 550-600M GBP civarlarinda. Tam da bu haberlerin çiktigi sirada Barizzio'nun asagida bahsettigi Robinho teklifi ve Man. City'nin yeni hayvani Drogba teklifleri konusuluyor öte yandan. Ben ise mavililer kardes olacakken "transfer fiyatlaması" diyorum anlamayanlara da investopedia.com diyorum.
odittt

Turkish Iniesta


Son Avrupa Sampiyonasi'nda, Ispanyol basini Arda için Turkish Iniesta diye baslik atana kadar, Iniesta yildizlar kadrosu Barcelona kadrosunda dikkatle izlemedigim bir oyuncuydu. Hatta Turkish Maradona, Turkish Peleler'e alisik oldugumuzdan, Iniesta biraz hayal kirikligi olmustu. Sampiyonanin Okan-Suat-Emre'si Xavi-Senna-Iniesta üçlemesinin harika oyunu, kupayi Ispanya'ya getirirken ben de Iniesta'yi daha alici gözle izleme sansi bulmustum. Sag ayagiyla sol taraftan içeri girisleri, devaminda topu ortalamak yerine pas veriyor olusu çok tanidik gelmisti gerçekten de. Daha sonra izledigim maçlarda da yanilmadigimi gördüm. Hücum teknikleri açisindan hakikaten çok benziyor Iniesta ile Arda. Ama arada temel bir fark var tabi. Arda, Iniesta kadar defansif yönü güçlü bir oyuncu degil. Daha dogrusu daha önce bek olarak bile görev yapmis olan Arda kendini savunma yapmak zorunda hissetmiyor. En son açiklamalarindan birinde, "hücumda yeterince etkili olamadigimi gördügüm zaman savunma yaparim" diyerek hala mahallenin yetenekli topçusu havalarindan kurtulamadigini göstermis zaten. Takımda yeterince savunma yapan oyuncu oldugunu söyleyerek rahatliyor bir yandan. Ama bu bile Galatasaray'da Feldkamp'in geçen sene oturtmaya çalistigi komple takim olayindan uzaklasilarak ne kadar savunmacilar - hücumcular diye ayrilan amerikan futbolu takımına dönüştüğünü göstermeye yetiyor. Herneyse Galatasaray'in sistemi baska bir yazinin konusu di mi Wasted?

Ben Arda ile devam edeyim. Galatasaray'in en sevilen, hatta Türk futbolunun son yillardaki en yetenekli futbolcusu açiklamalarina "bizi sevenleri üzmeyiz" diye devam ediyor. Daha önce kapali tribünün önüne giderek burada ölecem gibisinden hareketler de yapmisti. Merak ediyorum da meshur Boleslav maçi olmasaydi da Arda da, onun kadar yetenekli buldugum Oguz Sabankay'in akibetine ugrasaydi, kendisine teklif yapacak Fenerbahçe'yi geri mi çevirecekti? Büyük Kral'i daha önce defalarca Besiktas kapilarindan dönmüs (Sinan Engin, Sergen Yalçin, Ihsan Kalkavan açiklamalari hala sicaktir), Hasan Sas'i orta sinif Avrupa takimi Monaco'ya gitmeyi basaramayinca kulübünde kalmis, Ümit Karan'i Fenerbahçe ile masaya oturmus (burada da kaynagim Florya kusu Wasted, itirazlari onunla konusun lütfen) bir takimda 22 yasindaki savunma yapmasina gerek olmayan(!) Arda diyor bunu. Hala her filminde, her oyununda, her politik sahnesinde kahramanlarla yasamaktan vazgeçemeyen Türk toplumu için hatirlamak istemedigi seyleri es geçip, gönlünü oksayanlari hatirlamak genel bir tavirdir zaten. Biz ona devam ediyoruz, bizim kahramanlar da öyle oynuyor. Hepimiz bloglarimizda Barcelona yaziyoruz, büyük baskan Seba da Barça sapkasi takiyor.
Iniesta-Xavi I like it

21 Ocak 2009 Çarşamba

Farka gel


Hem İspanyol, hem İngiliz medyası bir tevatür geçiyorsa ajansta, bir durum vardır ortada.

Chelsea Robinho'nun peşinde!.. Ama önemli bir uyuşmazlık var haberler arasında. İngiliz medyasına göre, önerilen rakam 12 milyon sterlin (yaklaşık 18 milyon Euro). İspanyollara göre ise 17 milyon Euro + Anelka + Malouda + Kalou!!

Uyuşmazlık dev, bana daha mantıklı gelen ise İngiliz medyasından gelen haber. Zaten ilgili rakam da Bridge'in transferinden gelen para. Chelsea bu sezon daha fazla bütçe ayırmayacağını açıklamıştı. Aksi taktirde, bahsi geçen isimlerin hepsini elden çıkarmak çılgınlık mı olur ne, özellikle de Anelka'nın 14 golle gol krallığında 1. durumda olduğunu düşünürsek, intahar da denebilir..
wasted ses veğğ, duğma öyle bana ses veğğ:)

Biri yardım etsin!


Şampiyonluk favorisi LA ile, sezonun flaş takımı Cavs karşı karşıya geldi, bizi uykusuz bıraktı.. LA maçı 105-88 kazandı. Maçı ilginç bulmamın sebebi şuydu: Sezonun galibiyet yüzdesi en yüksek takımlarından ikisinin maçı nsıl olur da bu kadar kolay kopar. LA öyle hakimdi, o kadar kolay aldı ki maçı, şampiyonluk favorimi güncellesem mi diye düşünmek durumunda kaldım. Lütfen birileri LeBron'a yardım etsin!
çok sıkıldım hayattan, tembellik etmek istiyorum, rahat yaşamak istiyorum..

19 Ocak 2009 Pazartesi

İlk günden başladık!


"El Madrid gana con 13"

Marca'nın son bombası da bu oldu. Calderon'u gönderdiler. Vicente Boluda geldi yerine. Onun yönetiminde çıkılan ilk maçı Madrid, tabi hakemin de biraz yardımıyla (!) 3-1 kazandı. Gerçekten sonuca etki etmiş hakem ama, manyak gibi yüklenmişler yine Madrid'e. Sıcak kanlı Akdeniz insanı, bir kez daha eleştirinin dozunu ayarlayamamış gözünü sevdiğim. Madrid 13 kişiyle kazandı!.

İlginç bir not da, Barça medyasının bu konuda en ufak bir ses çıkarmaması. Puan farkı tek haneli olsaydı durum nasıl olurdu sizce?
booyakasha!

Defoe'den ilk kurşun


Gerçekten merak ediyorum. Defoe'nin son dakikalardaki golü gelmeseydi ne yapacaktı Tottenham? Redknapp'i de mi göndereceklerdi? Düşme hattının milim üzerine çıkmaya yetti tabi o gol, maçı 1-1'e getirip, 1 puan kazandırdı takımına Defoe. Redknapp'in çok işi var, çok çalışması gerekecek.

United şanssız verecekmiş puanı, 3 dakikalık özete gerçi 3-4 atak anca sığdırabilmişler ama, onlar da son dakikada 3 puanı kapıp, uyuyan Liverpool'un 1 puan üzerine çıktılar. Liverpool derdine yansın. Bu sene de şampiyon olamazlarsa bi 10 sene daha olamazlar bence..

İlk paragraftakine benzer bir soru daha. Chelsea 89. dakikaya 1-0 yenik girdi Stoke karşısında. Acaba o dakikada ne vardı aklında Scolari'nin. Gerçekten çok merak ediyorum. Basın toplantısında söylemek için kafasında kurduğu cümleler.. Sonra hep kelek yedikleri duran toplar, 89-90da gelen goller, birden söylenecek cümleleri değiştirmek.. Hayat ne garip!.
nar ekşimi almıştır şimdi wasted.. Üstüne de İmam Çağdaşta yemiştir danalar gibi.. Getirse de yisek afiyetle

16 Ocak 2009 Cuma

Erkan Zengin


Girdim, Türkiye liginde devam etmekte olduğum oyunumdan baktım, küçük databasele açtığım için(dir umarım), bulamadım adamı. Üşenmedim, İsveç liginden oyun açtım, buldum adamı. Kusura bakmayın. Bu kadar az girdi varken elde, en isabetli bilgi kaynağımız FM bence. Tabi kendisini izlemeye antremanlara giden varsa(!) o ayrı.

Adam sağ açık. 22 yaşında sağ ayağını kullanan bir oyuncu. Zorlarsan orta sahada hücuma yönelik de oynayabiliyor. Genel olarak FM'nin datasından çıkarabileceğimiz yorum şu: Yeterince hızlı (Hız 13, hızlanma 15*). Maç boyu enerjisini önemli ölçüde kaybetmeden oynayabiliyor (stamina 15). Teknik kapasitesi yüksek (16), ve içeri iyi katedebiliyor (dribbling 16). Ortaları ve uzaktan şutları ise, Türkiye Ligi vasatının üzerinde (sırasıyla 12 ve 13 ). Sezgileri kuvvetli (flair 16), tposuz alanda da yeterince etkili (off the ball 14).

Gördüğüm kadarıyla bu özelliklerdeki bir adam Beşiktaş'ta 11 oynar. Asıl soru şu bence: Yusuf'us da eklenişiyle, zaten rotasyonda olan, sabit bir 11i olmayan Beşiktaş kadrosu, bu son eklemeden sonra ne hale gelecek? Kimler kulübede oturacak? Holosko ne işle iştigal edecek, Bobo kaç maç oynayacak? Bi de gençler vardı, onlar ne zaman yetişecek?
*Değerlendirmeler 20 üzerindendir.
wasted Birecik barajını çok sevmiş, iş başvurusu yapıcaz galiba, hem multinational.

15 Ocak 2009 Perşembe

Bir baba Kaptan


Kal, Roberto Carlos'un kaptani ol demisti Aziz Yildirim. Ama o çok kisiye aglayarak dönecegi Premier Lig'in köy takimi (!) Middlesborough'a gitmeyi tercih etti. Simdi Türk Takiminin kaptani oldu. Gaza gelip yaptigi "Hindi rezilligini" saymazsak, bir de gollerinden sonra (kolunu göstermese de) sus isareti yapmasinin iticiligini bir kenara koyarsak oyun içerisindeki hirsi ve al yanaklariyla sevdigim bir futbolcudur.

Bu sene Milli Takim maçlarini izlerken, Emre'nin kolunda pazubandi görünce içim burkuluyor, takima sahiplenmeye baslamak için 10-15 dkya ihtiyacim oluyordu.
Terim'in yeni karari sayesinde, kaptanlik pazubandi Tuncay'in kolundayken artik yabancilasmayacagim Milli Takima. Ben bunlari düsünürken asil önemli olan Terim'in ne düsündügü. Neden Emre'nin kolundan alindi pazuband fikri olan varsa yorumlarda beklerim.
en efendi kaptan Cüneyt Tanman

Bence sen uzaylısın, yok, bu gezegenden değil


"Messi es un futbolista de otro planeta"

Robben, tartışmaya son noktayı koydu. Messi, başka bir gezegenin oyuncusu! Kendisiyle rakip olabilecek bir oyuncu. Sol ayaklı, ters kanattan penetre etmeyi seviyor, orta yapmayı değil. Normalde aynı tipte oyuncular birbirlerini fazla övmezler. Komplekssiz adamları severim.. Tabi açıklama aklımıza çok sevdiğimiz Nil ablamızın bir şarkısını getiriyor.
Marca'nın calderon saldırısı tüm hızıyla devam ediyor, wasted birecik'te.

14 Ocak 2009 Çarşamba

Kaç??!!


İngiliz jargonuyla 100M, Amerikan jargonuyla 100MM, Türkçesi yüz milyon Avro!! Tabii bu bedele kariyerinin sonunda bir kaleci (Dida) ve sezonu kapatmış bir ortasaha oyuncusu (Gattuso) da dahil. Herhalde inandırıcı olsun diye iki yalandan isim iliştirmişler yanına. Merakla bekliyorum Silvio'nun cevabını..
fahim saçmalamaya başladı iyiden iyiye.

Marca'dan şok iddia!


Real Madrid'de işler kötü gitmeye başlayınca yandaş medya(!)dan da çatlak sesler yükselmeye başladı.

Marca'nın bomba iddiasına göre, Calderon, seçimlere oy hakkı olmayan insanları sokmuş, ve bu sayede kazanmış seçimleri. İnceleme safhasında olay, yorum yapmamak lazım. Çok sağlam kanıtları olduğunu (kişisel notlar, fotoğraflar..) söylüyorlar. Merakla bekliyoruz. Yediniz ulan çınar gibi kulübü..

O değil de, Real patlarsa Barcelona da tat vermez ki artık, hep şampiyon hep şampiyon!
içimizden biri Ramon Calderon

12 Ocak 2009 Pazartesi

MAN U 3:0 Chelsea



Bir Şansal Büyüka klişesiyle başlayalım: Son yılların en ilginç karşılaşmasıydı..

Tabi durum farklı. Bu karşılaşmayı ilginç kılan verilen / verilmeyen penaltılar, hakeme tükürenler, küfürler ve sahaya atılan cisimler değildi.. Karşılaşmanın başından sonuna dinmek bilmeyen bir metronom; akıllara durgunluk veren yükseklikte mücadele düzeyi; görülmemiş sayıda ve kalitede 2li 3lü hücum organizasyonları; United'ın muhteşem ölü top taktikleri. Gerçekten 90 dakika boyunca Al Lee ve François'yla (afedersiniz) tuvalete bile gidemedik.

Notlarıma öncelikle bizi en çok etkileyen oyuncudan başlamak istiyorum: Vidic! Bu adam Spartak Moskova'dayken çok beğenirdim kendisini, ama mental özelliklerinin bu kadar üst düzeyde olduğunu anlamak için kendisini bu düzeyde seyretmemiz gerekiyormuş.. Vidic başka bir post konusu olsun, özetle dün geceki 3. golü anlatmak isterim. Sol kanattan Ronaldo içeriye çok güzel bir orta yolluyor. Öldürücü forvet Berbatov, tüm maç boyunca Berbat oynamasına rağmen klasını konuşturuyor, klinik bir bitirişle Chelsea'nin kalan umutlarını söndürüyor. Bu sırada Vidic ne mi yapıyor? Chelsea savunmasını savunuyor! Çünkü engellediği, oyaladığı adam, Berbatov'un gol atmasına engel olacak olan adam. Savunmacı budur! Hatt-ı savunma yoktur, sath-ı savunma vardır...



Diğer notum Ronaldo: Kaza fazla etkilememiş anlaşılan serseri kardeşimi. Adam günden güne vücudunu da kalınlaştırıp, savunma müdahalelerinde devrilmemeye başlıyor. Bu düzeyde teknikle birleştiğinde korkutucu yerlere gidecek gibi görünüyor.. Onu da özetle 85. dakikadan bir enstantaneyle anlatmak istiyorum. Ronaldo yine sol kanadında almış topunu, türlü şebeklikler yapmayı planlamakta. Beletti'nin gelişinden, bakışından belli yapacakları. Önce bir tekme savuruyor kopil'e. Adam devrilmiyor, devam. Sonra kovalamaca başlıyor, Ronaldo tur bindirmeye hazırlanırken bizim Haus daha fazla onuruna yediremeyip Mustafa tekmesi'ni (bkz. Cadillacs and Dinosaurs, bu da başka bi post konusu olsun) basıyor arkadan.. Bu adam bu sene çok adam attırır, rakip teknik direktörlere kolay gelsin.

Hasılı bu dev maç 3-0 United üstünlüğüyle bitti. Bence Chelsea, eleştirilerde aforoz edildiği kadar kötü değildi; ama maçın tamamında daha iyi oynayan taraf olan United, haklı bir galibiyet aldı.

Şansal klişesiyle açtık, daha da kamusal bir klişeyle kapatalım: Türkiye Ligi'nde futbol oynanmıyor arhadaş....
yılın bu zamanında Birecik o kadar güzeldir ki, hele baraj etrafı....

11 Ocak 2009 Pazar

Roma - Milan


Roma Olimpiyat Stadı'nda her iki takım birer kez öne geçti, Vucinic ve Pato birbirlerine karşılık verdi ve Man.Utd - Chelsea maçıyla birlikte gecenin en keyifli maçlarından biri, bu sayede 2-2 bitti.

Takımlar arasındaki kalite farkı çok net ortadaydı ama dirençli ve savaşçı Roma orta sahası, Ronaldinho ve (Berlusconi'nin özellikle ilk 11 oynamasını istediği) Beckham gibi oyuncularla mücadele etmekte çok zorlanmadı. Zaten oyun genelde ceza sahaları etrafında geçti diyebiliriz. Roma özellikle soldan Riise'nin bindirmelerinde etkili olurken Mexes'li ağır defansının hızlı Milan forvetleri Kaka ve Pato'ya engel olamamasının kurbanı oldular. Beckham özellikle ilk golde Pato'ya öyle sıcak sarıldı ki, Kırmızılı Beyazlı formaları özlemiş dedirtti. Bugünün diğer müthiş maçında Manchester'ı izledikten sonra Ada'da Fletcher'ı bile kesemeyeceğine ben de ikna oldum, Yarımada doğru tercih olmuş.
Yendik mi lan

Barselona Barselona




Filmin adında bu blogda pek sevilen Barselona geçince, "Barselona Barselona"'ya gidip bahsetmemek olmadı açıkçası.

Orijinal adı "Vicky, Cristina, Barcelona" olan ve Barizzio kardeşimin festivalde izleyip benim denk düşüremediğim filmi dün Astoria'nın localarında izleme fırsatı buldum. 4 kişiyseniz kesinlikle tavsiye ederim evinizde bile bu kadar rahat film izleyemezsiniz diyeyim biraz da iddialı olsun.

Konu çok da enteresan değil aslında. Birbirini dengeleyen 2 en yakın arkadaş İspanya'ya gider. Vicky olan aklı başında, planlı vs bir tipken Cristina ise sürekli macera ve sonsuz aşk arayışında kızlardır. "İhtiyarlara Yer Yok"un psikopat katili Javier Bardem ise hayatının aşkından, kadının kendisini kıskanıp bıçaklamaya kalkmasıyla ayrılmış ama hala unutamamış hatta sanatını bile hayatının kadınına borçlu olan İspanyol bir ressam. Bu arada Javier Bardem'in karısını gerçek hayattaki sevgilisi Penelope Cruz'un oynadığını, hem de çok güzel oynadığını söylemek gerek. Bu ressam iki kadının da aklını başından alıp hayatlarını sorgulamalarına yol açıyor. Filmde kim ne yaparsa, ya da yaşarsa yaşasın kendi doğal döngüsünde ilerliyor. (ağır spoiler olmadı inşallah)

Benim gibi "finans dünyası"nda koşturan arkadaşlar, Vicky'nin filmde pekçe yerilen başarılı iş adamı kocasından öte gidemeyeceğini bilerek yine de kadere isyanla ateşli ressam Javier Bardem'in yerinde olmayı hayal etmişlerdir. Ama babası şiirlerini bastırmayan bir şair, kendisi fena sayılmayan bir ressamken bu servet, bu hayat nasıl kazanılıyor anlayamadım. Zaten bu filmi izlerken bile bunları düşünüyorsam,pek bir acıyla, hayatta oynadığım karakter üstüme az çok oturmuş diyebilirim.

Barselona, bu filmden sonra görmeyi en çok istediğim şehirler sıralamasında birkaç basamak daha yükseldi. Bu yaza bir İspanya planı şart oldu. Hazır bizim Neco da Madrid'deyken denk düşürüp gitmek lazım bir şekilde. Barizzio da gitarını getirir belki biz de "İspanyol gitarist ve yancısı" modunda gezeriz Katalan sokakları.
ne dersin Bariz kardeşim, Wasted sen de dahilsin tabi ama gitarın yok senin :)bi de neden ben değil??

9 Ocak 2009 Cuma

çocuklar..

bu öylesine önemli bi mevzu ki takarım futboluna diyesi geliyor insanın..çocuklar ölüyor bu savaşta..masum, karumasız, habersiz çocuklar canice planlanan militarist yaklaşımların kurbanı oluyor..savaşa devam edeceğiz diyen israil'in başbakanı acaba küçükken annesinin bacaklarına sarılıp "beni bırakma" diye ağladı mı hiç? diyecek çok şey var...

post'u ben değil roger waters bitirecek;

"and when the fight was over
we spent what they had made.
but in the bottom of our hearts
we felt the final cut. "

şerefzedeler

beşiktaş ve yusuf

beşiktaş'ın problemi, yusuf gibi bi futbolcunun takımın hücum bölgesine katacaklarıyla çözülecek türden bir problem değil..ilk cümlemiz bu olsun..ortada ya yanlış bi algılama var ya da teknik direktör basiretsizliğiyle soslanmış bir yönetim karmaşası..beşiktaş'ta oyuncu tercihlerinden önce çözülmesi gereken yapısal sorunlar var, bunları anlayamamak çözümleri buna göre şekillendirememek anlaşılır gibi değil..denizli'nin takımının birincil sorunu kompaklaşamamak, dağınık oynamak..disiplinli bir oyun dizilişine sahip olamamak..savunma direncinin çok esnek olması..sistemsel problemler bunlar..demek istediğim, transferden önce sistemsel problemlerin çözülmesi gerekiyor ya da transferlerin bu problemleri çözmeye yönelik olması gerekiyor..
***
33 yaşında son transferini yapan veteran bir futbolcuyu transfer etmek ve karşılığında gelecek vadeden genç bi oyuncuyu bonservisiyle vermek de transferin üzerinde düşünülmesi gereken bir diğer boyutu..iyi bi kanat oyuncusu fundemantaline sahip olduğunu düşündüğüm genç aydın'ın böylesi bi takasla elden çıkarılması sağlıklı değil..nerden baksanız günü kurtarmaya yönelik bi hamle bu..mevzu kazanılacak acil bi şampiyonluktan ibaret olmamalı..beşiktaşın kazanması gereken başka şeyler var..malesef bu farkındalık da yok..
***
yusuf'un sıradışı bir hücum yeteneği olduğunu herkes biliyor zaten..ama ortada somut başarılarla bi türlü taçlandırılamamış, heba edilmiş bir kariyer öyküsü var..ve bu kariyer öyküsünün final bölümünün, beşiktaş'ın şu oyun yapısında güzelliklerle gelişeceği de oldukça belirsiz..bu transferi, en doğru şekilde, mustafa denizli'nin hücuma dönük ortasaha oyuncularına olan aşkının bir sonucu olarak değerlendirebiliriz..delgado ve yusuf ile kuracağı ortasaha kurgusu ile direnç kelimesini aynı cümlede nasıl kullanacağını doğrusu merak ediyorum..
***
yazının başında dediğim gibi; beşiktaşın çözülmesi gereken daha mühim meseleleri var..o meseleler de taktik tahtasında yazılı, transfer masasında değil..
holosko

8 Ocak 2009 Perşembe

fortis angaryası

üniversite yıllarından bir anektodla başlayalım..bölümümüzde her gün derse mini etekle gelen bir arkadaşımız vardı..bi insan her gün mü etek giyer? öyle ki, kızı 500 metreden bacaklarından tanır olmuştu bütün bölüm..sonra bir gün yine ders arası..boğaziçi'nde idari bilimlerde okuyanlar iyi bilir, idari bilimler fakültesinin bi balkonu vardır..ders aralarında öğrenciler sigara vs. için balkona çıkar, orta saha'dan sosyete kantine ya da manzaraya giden insanları gözlemlerler..neyse, biz de ders arasındayız..aşağıda bölümden arkadaşlarla takılan bi kız gördük..ilk kez görüyor gibiydik kızı..ben sonradan kızın mini etekli güzel arkadaşımız olduğunu farkettim tabi ama o gün kot giydiğinden yanımdaki arkadaşım tanıyamamıştı 3 yıllık bölüm arkadaşını..niyetim sadece servet çetin'in artık maske takmadığını, onu maskesiz tanıyamadığımı anlatmak, durumu da bir örnekle pekiştirmekti ama konu acaip yerlere saptı..öyle böyle değil, batırdım resmen..özür dileyerek devam etmek istiyorum..galatasaray-altay denince aklıma yıllar öncesinden kaleci şanver geliyor..o nasıl bir kaleci performansıydı öyle? bu gecenin olayı da kesinlikle şeyhmuz'un attığı nefis ötesi gol..şeyhmuz'u fm'ciler tanır şimdi kesin..izmir takımlarının süper ligde olamaması hakkında kitap yazılır..içimi acıtıyor benim bir futbolsever olarak..maça bakacak olursak; ilk yarı boyunca galatasaray'ın kaçırdığı pozisyonlar akıllara zarar.."skibbe böyle bi maçta gençleri oynatmayacaksa ne zaman oynatacak" yarının popüler sorusu, her iddaasına varım..galatasaray ilk yarı 1-0 geride, ikinci yarı ne olur hiç umrumda değil..fortis angarya kupası ne de olsa..bi de unutmadan, şahin sucuklarını kim yiyor bu memlekette merak ediyorum..ben yiyecek olsam da yemem artık..o ne öyle ya?
hımm

mourinho-motivasyon


mourinho fenomenini açıklayıcı cümlelerden biri ali sulley muntari'den geliyor;

“Mourinho just has to look at you in the dressing room and you are motivated.”

fotodaki bakış değildir herhalde..

taşranın kralları..

italyan futbolu ile haşır neşir olan channel4'ün bir araştırması..son 15 yılda italyada iz bırakan 10 taşralı kral futbolcu sıralanmış..doğuştan kominist cristiano lucarelli listenin başında..ikinci sırada fenomenlerden roberto baggio var..dario hubner, filippo maniero, blogun sevgilisi pagliuca, doni, signori, enrico chiesa ve giovanni stroppa şeklinde uzuyor liste..2-3 tanesini tanımam etmem..asıl bomba listenin sonunda..10 numaraya brescia yıllarından tanrı georghe hagi'yi koymuşlar..tanrı'ya zaten hep 10 numara yakışır, ondan kelli listenin sonunu uygun görmüşler.."brescia'da da olsa tanrı tanrıdır" diyelim, copy paste yapalım...

10. Gheorghe Hagi (Brescia)
Hailed as the greatest ever Romanian player as part of UEFA’s Jubilee celebrations in 2003, the pint-sized playmaker spent two amazing years wowing the Brescia crowd. He secured the Rondinelle promotion to Serie A and put up a fight in the top flight before being lured to Barcelona.

9. Giovanni Stroppa (Foggia)
His time with the minnows was brief – one season on loan from Milan – but his impact huge. A vital part of Zdenek Zeman’s legendary giant killers in 1993-94, he even earned an international debut while representing Foggia. How many players can say that?
kl
8. Enrico Chiesa (Siena)
When the veteran journeyman joined little Siena at the age of 32 it should have been the beginning of the end, but he went on to make more appearances during his time in Tuscany than for any other club, scoring 32 goals in the process.

7. Giuseppe Signori (Bologna)
For six years Beppe was the King of Bologna. He may be most famous for his success with Lazio, but he was a true hero to the Rossoblu fans, scoring a total of 67 League goals. Not bad considering he did it wearing boots two sizes too small for his feet, claiming it improved his technique.

6. Cristiano Doni (Atalanta)
The lanky trequartista’s time in Bergamo has been split between two spells, which were also the two most successful of his career so far. After struggling with Sampdoria and Spanish side Real Mallorca, he returned to Atalanta and enjoyed even more success before being made club captain.

5. Gianluca Pagliuca (Bologna)
The only goalkeeper on this list and another player who extended his playing days by becoming a big fish in a small pond. His seven years with Bologna were arguably more successful from a personal point of view than his time with Inter, even if by that stage his international chances had faded.

4. Filippo Maniero (Venezia)
Pippo was a powerful but skilful centre-forward with an eye for goal, as shown by his 54 League goals during four historic years with Venezia. Along with teammates Alvaro Recoba and Massimo Taibi, he will always be remembered as a hero for his Serie A exploits in the iconic but calcio starved city.

3. Dario Hubner (Piacenza)
Il Bisonte could also qualify through his much longer spell with Brescia, but it was with Piacenza that he really upset the big boys by equalling David Trezeguet at the top of the Capopcannoniere chart. Scored an amazing 41 Serie A goals in two seasons with struggling Piacenza.

2. Roberto Baggio (Brescia)
It is not every day that a former FIFA World Player of the Year and Ballon d’Or winner decides to join a struggling side after spells with Fiorentina, Juventus, Milan and Inter. But for four happy years the Divine Ponytail delighted the Brescia crowds before retiring in 2004.

1. Cristiano Lucarelli (Livorno)
The many arguments and falling outs will never take the shine off the four years Lucarelli spent with his hometown club. Another player to take the Capocannoniere crown to the provinces, the outspoken socialist only fell short of 20 Serie A goals once during his time with Tuscan minnows Livorno.
benim dinim bana senin dinin sanadır sevgili morgan

Ceza Yayı Mavrasalı

Dün geceki yazıma "Ram" adlı okuyucumuzun yaptığı yorumdur, candır. Yazı post edilirken eser sahibinin izni alınmamıştır. Bilginize...

... Az önce Tsubasa izledim, efkarlandım yine.Meiwa-Nankatsu şampiyonluk maçı hem de. Bi tarafta Wakabayashi, Tsubasa, Misaki; diğer tarafta Hyuga,Wakashimazu ve Sawada. Birbirlerinin iç seslerini duyan Hyuga ve Tsubasanın "Biz kazanıcaz", "Öyle mi gel de gör bakalım" tarzı konuşmaları.

Auman, Wakabayashi karması bir etkiyle bir sene kafamdan çıkarmadığım şapkam geldi aklıma.Wakabayashi'nin sol ayağı sakatlanınca sol dizimdeki ağrılarım depreşti.

Yoksa 3 büyüklerimizdeki 10 numara manyaklığı Tsubasa'dan kalma mı?

Yoksa milli kalecilerimizin hep sakat oynaması Wakabayashi mirası mı? Maçları son dakikada kazanmamız bir Nankatsu geleneği mi?

Yoksa ikinci adam sendromum Misaki'ye olan hayranlığımızın Tsubasa'dan çok olmasından mı?Takım oyununu bir türlü beceremememiz Misaki, Tsubasa ikilisinin bütün atakları yapmasından mı yoksa Wakabayashi'nin bütün rakip ataklarını defansı yok sayarcasına "Ben durdururum, siz vurun" demesinden mi?

Bloklar arası kopukluk maç boyunca topun sahanın neresinde olduğunu bilemediğimizden mi?

Yoksa Tsubasa, Japonların futbol kültürümüzün gelişimini engellemek için yaptığı bir çizgi film mi?

Nedir ne değildir bilemiyorum ama siz siz olun Tsubasayı Japonca seslendirmeyle izlemeyin. Soğudum resmen delikanlılardan.
Ramo çok sağol..

7 Ocak 2009 Çarşamba

Ateş almaya mı geldin bilader?


Kahramanımız, "Lucescu'nun asimetrik Beşiktaş'ı"nın sağ kanadı Kaan Dobra, nam-ı diğer Dobrovski.. Çok sevdiğim bir insandır, beyefendi adamdır.
Kendisi 2 gün önce Kocaelispor teknik direktörü olarak atandı. Ama bu gece aldığımız bir haber hepimizi şoka uğrattı; yeterince karışık olan kafalarımızı iyiden iyiye allak bullak etti. Kaan Dobra, görevinden istifa etti! Benim FM'de bile yapmadığım ilginçlikte, fevrilikte bir hareket oldu bu. Antremanlarda alınan başarısız sonuçlar muhtemelen etkili olmuştur bu kararda.. Kendisi ise, bu istifaya gerekçe olarak kendisi görevdeyken başka teknik direktörlerle görüşülüyor olmasını gösterdi..
Bizim ise yapabileceğimiz 2 şey kaldı: Kocaelispor'a 2. ligde başarılar mı dilesek, yoksa Dobrovski'yi arayıp, ne kullandığını öğrenip, derhal onun kafasına mı erişsek?
resim yükleme motoru s.çmış durumda, resimsiz idare etçeeniz şimdilik..

Yuvaya dönüş


Thomas Hardy'in The Return of the Native (yuvaya dönüş) romanını okuduktan, okuyup çok etkilendikten sonra, bu etkiden midir başka bir şeyden midir bilmem ama, hep dönüşler acı gelmiştir bana. Yuvadan ayrılmak bir zor gelmiştir, dönüş daha bir zor. Diggory Venn(*) gibi hissetmişimdir kendimi her gidişte, her dönüşte. Üstüne üstlük, her dönüşte, gitmek de, dönmek de daha değersiz hale gelmeye başlamıştır benim için.

Abartmış olabilirim biraz, Defoe herhalde bu kadar karamsar bir modda dönmüyordur Tottenham'a, zira kendisi defalarca kez açıklamıştı "yuva"ya dönmek istediğini.
(*) esas oğlan, mühim şahsiyet

endüttürü futbol..

italyan milan ile alman hamburg dubai'de gazozuna maç yapıyor..kamp yapılan otellerin yıldız sayısı çift hanelerde..milan'ın kadrosunda milenyumun futbol (!) ikonu beckham..trübünde zengin şeyhler..muhabbetler "hacı üç-dört kişi toplanıp bi takım satın alsak ya ingiltereden" tandanslı..nerden baksanız endüstriyel futbol işte..milenyum kuşağının arap şeyhlerin sponsorluğundaki en büyük eğlencesi..milenyum kuşağı demişken; playstationlar, büyük ekran tv'ler, rave partileri, kısacası hafta içine hafta sonu için katlanan, denk getirirse kız arkadaş ya da one night stand bulup hayatına bir anlam katmaya çalışan, görünürde herşeyi olan ama uzun vadede hayatlarında en küçük bir değişiklik olmayacak, hayalleri gün be gün yok olurken uyuşturucuya, içkiye saran ve günün birinde yaşlandığını farkedip yitip giden hayallerinin yasını bile tutmadan elindekine razı olan kayıp bir kuşak..kayıp kuşağın en büyük eğlencesi; şeyhlerin sponsorluğunda futbol..neyse yazı uzadıkça daha da abartacam galiba..kısa keselim..

fm'ciler futbol dilencisi, onlara bi şey demiyorum ama son cümlem "futbol asla sadece futbol değildir"cilere gitsin: cristiano ronaldo'nun saçının faslı kaçak işçi saçından tek farkı önlere gölge attırmış olmasıdır..ona göre, adam olun..
you don't give a fuck and we don't ever give a fuck until you give a fuck about me, my generation

6 Ocak 2009 Salı

Özledik #2



Sampras kadar uzun sürmedi tabi kendisini özleyişimiz! 4-5 ay görmesek özlüyoruz, ne yapalım.. Servisini özledik, çizgiye paralel forehandlerini özledik, gel..

benden adam olmayacak, anlaşıldı yavaştan..

Yurtdışından Transfer Dedikoduları


Herkesin kafası güzel kardeşim!

Milan, Jermaine Pennant'a, gel bizde oyna demiş! Yeni amaçları Bolton Wanderers ayarında bir takım olmak sanırım! Topla baba milletin artıklarını..
Tevez, güzel bir teklif gelirse, özellikle Real Madrid'den gelirse, giderim demiş. Zarf atmanın da böylesi! Juande Juande duy sesimiziii...
Mark Hughes yine kendini kaybetmiş, Jo, Ben Haim ve Elano'yu, çok asi oldukları gerekçesiyle satmaya karar vermiş. Beşiktaş'a satsın valla, şampiyon oluruz belki hem!
Yolsuz kalan Portsmouth galiba gerçekten satacak Defoe'yi Tottenham'a. Hiç sevmediğim adamdır, ama forvet hattının derinliği açısından çok işlerine yarayacağı da aşikar gibi.
destek atan çıkmadı, alacağınız olsun..

5 Ocak 2009 Pazartesi

üzülmeyin gençler..


Tribalfootball.com'un haberine göre Abdülkadir, Chelsea'ye transfer oldu diye yazmıştım. Anlaşılan uluslararası kaynaklar bizimkiler kadar balon olabiliyor. Gerçi Avrupa'nın devleriyle ilgili balon transfer haberlerine sıkça rastlamıştım bu sitede ama 17 yaşındaki bir Türk çocuğundan haber çıkarmamışlardır demiştim. Yanılmışım.

Bu arada Abdülkadir'in geçen sene verdiği röportajlardaki, "3 büyüklerden teklif alsam da Premier Lig'de orta sınıf bir takımda oynamayı tercih ederim" açıklamaları da desteklemişti sözü geçen siteyi. Bugün, 3 büyüklerin ilk resmi imzasını Gökhan Emreciksin ile birlikte Fenerbahçe için atan aynı Abdülkadir "Dünyanın en büyük kulübüne geldim" demiş.

Kısmet işte, biz onu Lampard'la birlikte Gerrard'a karşı hayal ettik, o ise Emre'yle birlikte Arda'ya karşı oynamayı tercih etti. Fenerbahçe, oyunun iki yanını oynayabilen komple bir orta saha oyuncusu kazanmaya çok yakın. Harcanan genç yıldızlar serisine eklenmemesi dileğiyle.
Fakyel

Açtım Şom Ağzımı!.


23 maçta sadece 2 mağlubiyetle başlanan sezon, sonrasında ise 6 maçta 4 mağlubiyet!! Övgü dolu yazımdan sonra gerçekleşince bu düşüş, ben de üzerime alındım şahsen. Şaka bir yana, acaba bizim yaşlı kurtlar yorgunluk sinyalleri mi veriyor, yoksa "MJ'li Bulls bile yeniliyordu hocam!" mı?
işimdeyim gücümdeyim

Haberim yoktu


2001 yılı UEFA Kupası 4. turunda Liverpool, ilk maçta 2-0 kazandığı Roma karşısında. 1-0 gerideler, ve Markus Babbel, ceza sahasında topa net bir şekilde eliyle dokunuyor. İspanyol hakem Jose Maria-Garcia-Aranda önce penaltı çalıyor, ardından kararını değiştirip kale atışı kullandırıyor. Liverpool turu atlamakla kalmıyor, o sene kupayı müzesine götürüyor! Bu hakem faciasından haberim yoktu dorusu..
horhor yaktın beni, yangın halen midemde!