30 Eylül 2014 Salı

Fenerbahce Ulker Euroleague'de ne yapar?


Hem medya hem de kamuoyu olarak herşeyi abartmaya bayıldığımız için doğru tespitler ve analizler yapamıyor ve sıklıkla hayal kırıklığı yaşıyoruz. Örnek İzlanda-Türkiye maçı. Yenildik ve "Şok olduk". Halbuki Rakibin 11 oyuncusu Avrupa Lig'lerinde ilk 11 başlıyor, bizim 2. Örnekler çoğalabilir.

Fenerbahçe yapılan transferlerden sonra Euroleague'de "final four (F4) oynar" demeyeni dövüyorlar.

Peki Fenerbahçe F4 oynar mı?

Benim görüşüm ilk tur grubundan çıkıp çıkmayacağı garanti değil, olursa Final eight  (F8) başarı olur.

Fenerbahce'nin kadro yapısına bakıldığında  dengesizlikler ve ciddi eksikler var.

Obradovic'i anlayabiliyorum, cunku elinde ne top class gercek point guard, ne dominant bes numara, hatta ve hatta undersize / oversize olmayan saf bir üç numara yok.

Onun yerine birden fazla mevkide oynayabilen ve bazi işleri mevkisindeki diger rakiplerine gore aşırı iyi yapan oyunculardan olusan bir kadro var.

Örnegin : topu guard'lar getiriyor ama oyun tepeden degil, forvetlerden baslatıyor.

Fakat forvet dediğimiz adam G'lock gibi  dengesiz ve topla çok oynayan bir adam olunca top kayıpları vs geliyor.

Zaman gectikce roller daha belirginleşecektir diye umuyorum.


Fenerbahçe'nin en büyük eksiği 1 numara. Elinde Bogdanovic, G'Lock  gibi extraordinary yabancı sutorler ve Melih, Serhat ve Can gibi Türkiye averajı üzeri sutorler olmasına, ragmen bunları oynatacak gercek bir numara yok. Amiyane tabiriyle "bir numara gibi bir numara" ya da "point guard gibi point guard" yok.

Ricky Hickman gecen senin Euroleague Sampiyonun guardı ancak o da bildiğimiz anlamda bir numara değil. Teo ya da Spaunilis değil. O da oynatmaktan çok, oynatılmaya meyilli bir oyuncu. Böyle olunca özellikle zorluk derecesi yüksek maçlarda gene Emir'in eline bakacağız gibi duruyor.

5 numara da ise dominant bir "maymun zenci" yok. Oğuz, Zoric ve Semih dönem dönem İzzet ve Weseley'de 5 numara oynayabilir. Ama Euroleague seviyesinde bu posizyonda zorlanacağımızı düşünüyorum. Bu 5'li arasında benim en güvediğim  adam taktik, teknik bilgisi ve cabukluğu ile Zoric olurdu.

Eğer bu seneki tribün ve camia beklentileri doğru yönetilir ve hedefin net bir şekilde F8 olduğu anlatılabilirse faydalı olur.

Seneye Obra kalır ve ciddi bir 5 ve 1 transferi olursa  o zaman F4'ü  konuşabiliriz diye düşünüyorum.

Not: Kıyas açısından; dün basket kombinemi almaya gittim, kombine sayısı 5,400'ü aşmıştı.(Salon kapasitesi 11,700) Beşiktaş Jimnastik Kulubu Futbol takımı için bu sene maalesef 3,700 kombine satabilmiş.




18 Eylül 2014 Perşembe

Nerde o eski güzel günler

Cumartesi/Pazar radyo başında maç yayını yakalayabilen, yılda bir kere Grobelaar'ın kalesini koruduğu Liverpool'u Süt Kupasında seyretme imkanı olan şanslı nesildenim. 

İstisnasız her hafta sonu radyo başında olurdum. Anadolu'daki maçlar 13:30'dan İstanbul'daki maçlar 14:00'ten itibaren naklen TRT radyoda olurdu. Saat başı haberleri nedeniyle saat 14:00'de başlayan maçlara bağlantı saat 14:08 gibi olurdu. 

O sekiz dakika geçmek bilmezdi. Fener'in maçı varsa istisnasız ilk bağlantı Kadıköy Fenerbahçe Stadı'na yapılırdı. Bağlantıda ilk önce arkadan seyirci sesi gelir, bir kaç saniye sonra spikerin sesi gelirdi.Seyirci sesi yüksek volumeda ve coşkuluysa gol atmışız demekti ya da maçın başları olduğu için doğal ortamında seyirci desteği fazla olurdu.

Kalbin küt küt attığı  anlar ise "Mikrofonlarımız Kadıköy'de" anonsunun yapıldığı anlardı. 

Mesela Trabzon-Eşkişehir maçı anlatılırken ses bir anda kesilir, merkeze bağlanılır, merkezden 
"mikrofonlarımız Kadıköy'de" anonsu gelirdi. 

Bağlandığında seyirci sesi yüksek ve tezahürat geliyorsa "attık" demekti. İyi spikerler şöyle yapardı. "Mikrofonlarımız Kadıköy'de" anonsu ve bağlantı ile birlikte background'daki seyirci sesi tam duyulmadan "Kadıköy'de gol Selçuk Yula ve durum 1-0" der heyecanı doruğa çıkarırlardı. Özellikle berabere ya da yenik götürdüğümüz maçlarda son 20 dakika bağlantılarında kalbim çıkacak gibi olurdu. 

Radyo başında geçen yıllar, çok zevkli olmakla birlikte hayal meyal hatırladığım bir şampiyonluk (82-83), ve çok net hatırladığım 85-86 sezonu şampiyonluğuydu. 

Benim için çok net olarak şimdinin HD yayınlı ama boş tribünlerine oynanan yüzlerce milyon euro'luk Lig'i o zamanın "fakir ama gururlu" Ligi'ne ve yayınlarının eline su dökemez.

Spor basını için de benzer şeyleri yazmak mümkün. O zaman da basın "ibneydi" ama şimdiki kadar değil.

Sanırım 90'lı yılların başıydı. Tek spor gazetesi Fotomaç, haftalık spor dergisi ise Gelişim Spor'du. Fotomaç şimdi ki deyimle olağanüstünü "troll" bir gazeteydi. 

Fenerbahçe 88-89 sezonunu şampiyon bitirdi ve bir sonraki sezon o zamanki adıyla Şampiyon Kulüpler Kupası ilk turunda Çekler'in taş gibi takımı Sparta Prag'la eşleşti. İlk maç Prag'da oynandı ve Fener 1-0 öne geçtiği maçı 3-1 mağlup kapadı. Rövanş maçı için heyecan büyük, tüm Türkiye motive maçı bekliyor. 

Fotomaç ansızın kampanya başlattı. 

"Fenerbahçe Ali Sami Yen'de oynarsa bu Sparta'yı eler.Çünkü Ali Sami Yen zemini Kadıköy'deki zemine göre 100 cm daha alçak. Zemin gömülüyor seyirci akustiği daha iyi oluyor. Galatasaray Neuchetel'i bu şekilde eledi." :)

Yayın ve kamuoyu oluşturma çabaları 1 hafta sürdü ve çapsız vizyonsuz Metin Aşık yönetimi maçın ASY'de oynanmasına olur verdi. Ve koskoca Avrupa Kupası maçının stadı "troll" bir gazetenin hiç bir empirik veriye dayanmayan yayınları yüzünden değişti ve maç gerçekten ASY'de oynandı. Sonuç: 

Fenerbahce 1-2 Sparta Prag

Türkiye'de güzelliklerle hatırladığım çocukluk ve gençliğe geçiş günlerim sanırım Adnan Polat'ın "artık tribünler yarı yarıya olmasın, ev sahibi takım seyirci avantajına sahip olsun" talebi ve bu talebin gerçekleşmesiyle bozuldu.

Her ne olursa olsun, rakibe saygı, centilmenlik, iş ahlakı vardı rakibe en ağır tezahurat "ararım, sorarım" idi.

Jupp Dervall'li Mustafa Denizli'li Tanju Çolak'lı, Cevad Prekazi'li takıma, Alp Yalman'a nefretim yoktu. Mustafa Denizli Köln'de Monaco'yu elediğinde gözleri yaşlı "allahım sana şükürler" dediğinde bana çok şey ifade ederdi.  

Çoluk çoçuğa karışmış ben 4 ay önce Fenerbahce-Galatasaray basketbol finalinde Ulker Sports Arena'da  12 bin kişi ile  "AA Galatasaray" diye dakikalarca bağırdım/bağırıyorum.

Radyo başında Şelcuk Yula gol atsın diye dua eden ben(biz), aman Galatasaray kazanmasın da nolursa olsun noktasına geldim(k).

Hayırlara vesile.





16 Aralık 2013 Pazartesi

1 Ekim 2013 Salı

sol bek özlemi


Bixente Lizarazu yazmış, hayatımda okuduğum en iyi şiir olabilir :( 

................................................................................................................................

ÖZLEYİŞ

Ah Hakan Balta ah… İnan senle olmuyor
Riera gavur ya, ligde hiç şans bulmuyor
Rakipler her maçta solumuzu zorluyor

Şanlı Cimbom adına yakışır bir sol bek arıyor
Kalbim sol beksiz geçen günlerin acısıyla kanıyor 
***
Ergün Pembe inceciydi, topu bilirdi
Yürüyerek adam geçer, pası verirdi
İlk penaltıyı rahatça gole çevirdi

O Kopenhag Gecesi muttasıl gözümde canlanıyor
Kalbim sol beksiz geçen günlerin acısıyla kanıyor  
***
Hakan Ünsal Karabük’ün iri boğası
Birbuçuk metredir iki omuz arası
Ellerinde küçüldü UEFA kupası

Sen omuzu koyunca rakibin feriştahı kayıyor
Kalbim sol beksiz geçen günlerin acısıyla kanıyor
***
Kalli zamanında Arslan Hamza’mız vardı
Meriç nehri gibi uysal, sakin akardı
Dindar… Orucunu tutar, namaz kılardı

Adı güzel Hamza Hoca, emin ol duaların yarıyor
Kalbim sol beksiz geçen günlerin acısıyla kanıyor
***
Semih Yuvakuran yerde süper kayardı
Altın zinciri vardı yirmidört ayardı
O kadroyu Avrupa ezbere sayardı

Anılarda güzel günler, zihnim geri geri sarıyor
Kalbim sol beksiz geçen günlerin acısıyla kanıyor
***
Baktım elalemde en azından Caner var
Sevimsiz bir çocuk lakin itte hüner var
Böyle yerli sol beke her zaman yer var

Mevzu sol bek ise insan feneri bile kıskanıyor
Kalbim sol beksiz geçen günlerin acısıyla kanıyor
***
Gönül ister koşsun sol kanattan bindirsin
Şöyle şandellesin sağ açığa indirsin
Bassın, itsin-kaksın rakipleri sindirsin

Rüyalarımda bir sol bek rakip müdaafayı yarıyor
Kalbim sol beksiz geçen günlerin acısıyla kanıyor


6 Eylül 2013 Cuma

28 Ağustos 2013 Çarşamba

geri döndük..


şikeyi, dopingi, cas’ı, cas’ın kararlarını, aslı çakır alptekin’i, hidayet türkoğlu’nu, rıza kayaalp’ı, ali gürbüz’ü, volkan şen’i ağlatanları, aziz yıldırım’ı, drogba’ya muz sallayanları, demirören’i kısacası sporumuzdaki/futbolumuzdaki bitmek bilmeyen kaos’u anlatmanın, olanlara, yaşananlara karşı bu taaa içimizden kopup gelen avazı çıktığı kadar bağırma isteğini göstermenin 140 karaktere sığacak durumu kalmadı artık malesef...bu yüzden bloğa geri dönüyoruz. hem de yanımıza sevdiğimiz, çok değerli, has fenerbahçeli bir abimizi de alarak. vira bismillah diyelim..

7 Mart 2012 Çarşamba

Alex Chamberlain - Leverkusen - Barcelona



Alex Chamberlain 1993 doğumlu bir genç. Arsenal'in kadrosu için ortalama, ama dünya futbol ortalaması için epey genç.


Kendisi ile ilgili münasebetim, Football Manager 2012 oyununda Arsenal'den Leverkusen'e kendisini kiralık olarak getirtmiş ve sezon boyunca 10-15 kez forma şansı verip ziyadesiyle memnun kalmış olmamdır. Dünkü maçı da kardeşim Seljuk Benazzoli ile seyrederken kendisini görmemiz maçı güzelleştiren çok önemli bir etken oldu. Yaptırdığı penaltı sırasındaki dribblingi de kendisini 2. sezon için de kiralamama yol açacak.


Leverkusen ile olan münasebetimi de bir önceki paragrafta anlatmış oldum. Al lee kardeşim ile öğrencilik yıllarından beri beraber çalıştırırız FM'de Leverkusen'i. Hep de çok başarılı oluruz, ben başka bir takımla o başarıları tekrarlayamıyorum bir türlü. Bu nedenle hep Leverkusen'e karşı çok büyük sempati besleriz tayfacanak.


Peki bu akşamki Barcelona FCB maçında hangi tarafta yer alacağım sorusu? O konuda karar veremiyorum. Aslında 3-1'in rövanşında şöyle 2-0 Leverkusen galibiyeti gelse, ne şiş yansa ne kebap, çok sevinirim galiba. Ama üst turda fazla şansının olmadığını düşündüğüm için turu Barcelona geçsin diyorum.


Uzun zaman sonra gelen bir ısınma yazısı oldu bu, maçtan sonra da görüşmek dileğiyle.

Mehtap 35 torunum Wasted; Burkitt şafak 66?

bir daha doğmak (!)

şiiri ümit yaşar oğuzcan yazmış...barizzio'nun sabahki mailinden buraya copy paste...

ne zamandır düşünüyorduk da, bloga geri dönüşümüzün böyle olacağını da tahmin etmezdik. resim ne alaka, niye bunu seçtim ben de bilmiyorum. formsuzluk diyelim...yine de nerden baksanız blogspot'a girmeyi, yazı için görsel aramayı filan felaket özlemişim, onu farkettim...

o yaşamak kadar güzel kadın
bana ölümü hatırlatıyor
onu her gördüğümde
''ya ölürsem'' diyordum
ya ölürsem bu kadın benim için ağlarsa

bilsem bana acımayacağını
beni unutacağını bilsem
bu kadar ölümü düşünmezdim
o yaşadıkça ölüme inanasım geliyor

we are the best nott' forest :(

15 Şubat 2012 Çarşamba

cehalet


Arda bugün takım arkadaşlarıyla Vatikan'a giderek Papa'yı ziyaret etmiş. Fotoğrafta Papa ile aynı kareye girmemek için gösterdiği çabayı bir kenara koyarak yaptığı açıklamaları paylaşmak istedim:

Takım arkadaşlarım Vatikan’ı ziyarete geldi. Ben de Müslüman biri olarak, onları yalnız bırakmamak adına, takım olmak adına yanlarındaydım.
Basına kapalı gerçekleşen kabulde, Papa ile selamlaştıklarını belirten Arda Turan, el öpmediklerini, Papa’nın kendisine ve arkadaşlarına tespih hediye ettiğini, kendisinin de bu tespihi takım arkadaşlarından birine verdiğini ifade etti.

Cümlelerin masum olduğunu düşünebilirsiniz ama ben satır aralarında dehşete kapılıyorum. Burada sadece cehalet değil, korktuğu toplumsal baskı, Hakan ağabeyi'nden alabileceği tepki gibi pekçok şeyi de okuyabilirsiniz. En düzgün cümle kurabilen Türk futbolculardan olduğu için kafası en çalışanlardan olarak gösterilen Arda'yı tepeye koyun ve aşağıya doğru indikçe Türk futbolcuların kültür düzeyi hakkında bilgi sahibi olun derim.

Bu arada Alex'in Türk futbolcularına ne tavsiye ettiği sorusuna verdiği cevapla bağlayım:

Okan ve Gökay şans verildiğinde neler yapabileceklerini ispatladılar. Benim onlara tavsiyem sürekli kitap okumalarıdır. Boş zamanlarında kitap okusunlar ve araştırma yapsınlar. Kitap okumak insanı zenginleştiriyor.

14 Şubat 2012 Salı

duruşma öncesi çalışma notları


Bugün aylardır süren şike sürecinde en olması gereken gün: savunma günü. Duruşmada neler olabileceğini tahmin edebildiğim için önceden bilinmesi ve farkında olunması gereken bazı noktaları hazır sular durgunken ortaya koymak istedim ki büyük ihtimalle bugün itibariyle iyice kutuplaşacak Türk futbolunun kızgın anlarında savunma amacıyla yazılmadığı anlaşılmış olsun.

Sürecin ilk gününden itibaren söylediğim ve bu yazının sonunda söyleyeceğim fikrimi en başta vurgulamak gerekirse, Galatasaray’ı herhangi bir pisliğe bulaştırmış her kim olursa olsun hem o kişiler hem de Galatasaray alabileceği en ağır cezayı alsın ve temizlensin, o kişi veya kişiler ise ahiret günü dahil hiçbir zaman karşıma çıkmasın. 1 – 3 – 5 yıl her neyse sonra tertemiz bizim Galatasarayımız olarak ilelebet var olsun.

Aziz Yıldırım’ın savunmasının 3 temel noktadan oluşacağını tahmin ediyorum:

  1. Süreçte uğranılan haksızlıklar – adalet sisteminin ve savcının kusurları, tutarsızlıklar
  2. Şike yapıldığı iddia edilen maçlardan görüntüler gösterilerek şikenin olmadığının ispatı (Batuhan’ın direkten dönen topu)
  3. Başta hatta belki de sadece Galatasaray’ın geçmişte yaptığı şikeler
Bunlarla ilgili olarak fikirlerim ise şu şekilde:
  1. En haklı olunan nokta soruşturma sürecinde yaşanılan haksızlıklar olacaktır. Türkiye’de en büyük kamuoyu Fenerbahçe kamuoyudur çünkü çok klasik bir kenetlenmiş in-group yapısı vardır. En kalabalık taraftar grubu ya da kulüplerini en çok seven olup olmadıklarını göstermeyen bu yapı her türlü tehdidi dışsallaştırmanın örneğini gösterir. İlker Başbuğ’u içeri alıp MİTçiler için özel yasa çıkaran, yıllardır suçu hakkında yorum yapılmayan gazetecileri içeride tutan devlet-i aliyye’mizin en büyük tepkiyi şike soruşturması sürecindeki uygulamalardan dolayı alması da biraz da bundandır. Önce kamuoyunun tepkisinin azaltılması amacıyla var olan / olmayan pek çok belge basına servis edildi. Polis haddi olmayan ve bir nevi suç olan açıklamalar yaptı. Her ne kadar şike / teşvik girişimleri yayınlanan tape’lerde 6 yaşındaki bir çocuğun anlayabileceği kadar açık olsa da Aziz Yıldırım epey zorlamayla Olgun Peker ve çetesinin lideri olarak gösterilmeye çalışıldı. Bütün bu aşamalarda kötü niyet bütün açıklığıyla ortaya serildi ve bende dahi Fenerbahçe’nin şikelerini ortaya çıkarılma sebebinin temiz futboldan ziyade Aziz Yıldırım’a yönelik bir operasyon olduğu izlenimi uyandı. Burada unutulmaması gereken nokta şu ki önemli olan insandır, herhangi bir insanın özgürlüğünü elinden almak bile Türkiye’de kulüpler üstüdür. Aziz Yıldırım dahi olsa bir insanı ailesinden haksızlıkla ayırmanın karşılığına paha biçilemez. Ama Aziz Yıldırım’ın mağduriyeti yapılmış olan şike ve teşvik girişimlerini de aklamamalı.
  2. Bu ise şampiyonluk yolunda Fenerbahçe’nin her maçını yüreği ağzında izleyen, neler çektiğini kendi bilen taraftarlar ve Aykut Kocaman’ın ilk günden beri bas bas bağırdığı nokta. Şikenin saha içine yansıması ne yazık ki maç görüntüleriyle anlaşılabilecek ya da aklanabilecek bir şey değil. Muhtemelen Aykut Kocaman’ın, Alex’in, kardeşim Burak’ın, arkadaşım Caner’in haberi ve niyeti bile yokken birileri telefonlar açmış, paralar göndermiş. Ne kadarı başarılı olmuş bilmiyorum ama sonunda şampiyon olunmuş, acı ama ne yazık ki gerçek ve bu da cezayı gerektiren bir durum.
  3. Bu süreçte izlenecek ve Türk futbolunu asıl parçalamasını beklediğim kısım ise bu. Türk futbolunun bütünlüğü falan umurumda değil bu arada, istediği kadar parçalansın niyetim bundan rahatsızlığımı dile getirmek değil. Sadece başkalarını itibarsızlaştırma çabasının kendini aklama yolu olarak gösterilmesini aşağılık buluyorum. Türkiye’nin Fransa’ya karşı Cezayir katliamını gündeme getirmesi ile aynı doğrultuda olarak bir suçu bilip de bunu kendi işine geleceği güne kadar saklamanın en basit tabiriyle suça iştirak ve ahlaksızlık olduğuna inanıyorum. Bu ülkede benim duyduğum ilk teşvik itirafı Ankaragücülü Cafer tarafından Galatasaray’ın Ankaragücü ile berabere kalarak 5. defa üst üste şampiyonluğunun yattığı maçta Fenerbahçe’den Ersun Yanal eliyle para aldıklarının açıklanmasıydı. Pek çok kişinin uydurduğu “hayali Zalad demeçlerinin” ya da “dediği öğrenildi” aksine bu benim gözlerimle gördüğüm ilk şike itirafıydı. Ama bugün bunu kimse hatırlamayacak. Bugün büyük ihtimalle meşhur Denizlispor – Fenerbahçe maçına atıfta bulunulacak. O sezonun “el değmemiş tertemiz bir lig istiyoruz - AnElka” senesi olduğu, Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe maçından sonra tepki olarak teknik direktörlüğü bırakmaya kalktığını, Kayseri Erciyesspor maçında Emre Toraman’ın son dakikalarda eliyle çıkardığı topun hakem tarafından görülmediği yani açıkça söylemek gerekirse ligin son maçına kadar herkesin Galatasaray’ı mağdur gördüğü ama son maçın 16 dakika uzamasıyla bütün sezonun şampiyon aleyhine şaibe altına alındığı sene olduğunu kimse hatırlamayacak. Son 16 dakikaya girilirken Denizlispor’un kümede kalmayı garantilediği için aslında durumun Fenerbahçe lehine olduğu ayrıca tam da bu süreçte Appiah’ın direkten çıkan topu da akıllara gelmeyecek. Türkiye’de spor gazetelerinin en çok sattığı günün Fenerbahçe galibiyetlerinin ertesi günü olduğunu göz önünde bulundurur, Ferit “Moussa Sow” Şahenk’in basın organları ile Altan Passatkulu ile Damat Ercan Paşa’nın sinkaflı gökkuşağını düşünürseniz yarından itibaren basında neyin haber olacağını da tahmin edebilirsiniz. Savunma hakkı verilmeden saldırmanın ne olduğunu yarından itibaren görecek ve farkında olmayacaksınız büyük ihtimalle. Galatasaraylılar 140 karakter sınırlamalı twitter’da birbirlerine anlatacak aynı şekilde Türkiye’nin geri kalanı da Zalad’ın şikeyi itiraf ettiği yalanı gibi bir yalana inanacak yıllarca.
Uzun oldu biraz ama diyeceklerimin 10’da 1’i bile değil bu aslında. UEFA-TFF muhabbetleri, Mehmet Ali Aydınlar’ın kan dondurucu açıklamaları, Fenerbahçe Yönetimi’nin her programda vurguladığı Galatasaray takıntısıyla ilgili en az bunun gibi birkaç yazı daha yazabilirim ama onları dost sohbetlerine saklıyorum. Sadece Sabri’nin arkasına atılan topu gördüm, golü tahmin edebiliyorum, Muslera’ya dikkatli ol demek için yazdım bu yazıyı. Bugün yapılacak savunmayı yukarıda yazdıklarımı da aklınızın ufak bir köşesine not ederek yazıverin lütfen.

9 Aralık 2011 Cuma

El Clasico


10 Nisan 2011: Barcelona, Real Madrid'i 2-0 yeniyor. Ben ve Cyrexus 12 Nisan'da birliklerimize teslim oluyoruz.


29 Kasım 2010: Barcelona, Real Madrid'i 5-0 yeniyor. 12 Aralık'ta Barizzio ve Trapano birliğine teslim oluyor.


10 Aralık 2011: El Clasico işte, 12 Aralık'ta kardeşim Burkit birliğine teslim olacak. Hayırlısıyla gitsin gelsin o da.

7 Aralık 2011 Çarşamba

Ateş ve Su


Algıda rekabet kırmızı ile mavidir. Buna istisna olarak sayabileceklerim arasında en önemlileri Real Madrid - Barça, Boca (lacivert) - River (kırmızı şeriti var gerçi) ve Celtic - Rangers herhalde.
Benim aklıma gelen kırmızı ve mavi derbilerini aşağıda listeledim. Varsa unuttuklarım yorumlarda beklerim.

Galatasaray - Fenerbahçe
Chelsea - Arsenal
Manchester Utd - Manchester City
Liverpool - Everton
Milan - Inter
Roma - Lazio
CSKA Sofia - Levski Sofia
Adana Demirspor - Adanaspor (turuncu ama sayılabilir)

Ateş Ulusu - Su Ulusu (Avatar)

Aleks de Taşçıoğlu


Bugüne sen damganı vurma birader, herkes vursun sen vurma!!

26 Ağustos 2011 Cuma

tamam artık

Hukuki süreç devam etsin ama artık futbol konuşmak istiyorum, superligteysek playoff fiyaskosunu, bank asyadaysak keşfedilmemiş yıldız adaylarını... Çarşamba akşamından beri darbe üstüne darbe yiyoruz; hani kötü günler geçirirsiniz, acıya alıştıktan sonra ortamda biri klasik lafı atıverir " her işte bir hayır vardır ", ardından biri der ki " enazından aydınlar'ın adam olmadığını öğrendik, adam gözümde başarılı iş adamıydı, ne kadar yetersiz biri olduğunu gördük " bir diğeri " aydınları geç, burası türkiye burda böylesi çok, beni asıl şaşırtan uefanın çifte standardı".. diye diye yavaştan toparlanmaya başlayacağız. Ama biliyoruz ki o savcıyı, cornuyu, aydınları, bir anda yurtdışı yasağını kaldıran o nöbetçi hakimi, gökseli, arıboğanı (gerçeği ayıboğandır arıyı nasıl boğacan), toroğlunu ( gerçeğini söylemeyim herkes biliyor ), baransuyu, galatasarayın ortamı fişekleyen açıklamalarını (bence gs bu seneliğine hiçbir takımın avrupada olmamasını istiyordu, bu kadar saçma kararın çıkmasını kimse hesaplayamaz), sadriyi, şenolu hiçbirini unutmayacağız fenerbahçeliler olarak... Aramızda sadece futbol çekişmesi vardı, renk kavgası vardı, metinle canı özleyen bizler, sahada kavga eden arda ile semihi enazından arkadaşlardı diyip o günleri arayacağız... "ezeli rakip, ebedi dost" diye çok sevdiğimiz tabir yok artık! sahada kavga, küfür, yabancı madde var...
Durum böyle, yine de futbol konuşalım artık, ligimiz belli olsun, gidecek oyuncularımız varmış normaldir, böyle omurgasızların olduğu bir yerde herkesten vefa bekleyemeyiz geçen sezonki emeklerini alın terlerini unutmamız teşekkür etmememiz mümkün değil, ekonomik anlamda bizim lehimize gidecekler olan varmış onları unutamam be onun tedavisi olmayacak, belki daha sonra biraya geliriz diye hep aklımızdan geçecekler ve kalanlar yeni dönem efsaneler, efsane reloaded kocamanlar... bugunkü basın toplantısından sonra ilk 11miz, oyun anlayışımızla ilgili bir post girmeyi umuyorum...

25 Ağustos 2011 Perşembe

Geçmiş Olsun Birader



Ben Fenerbahçe'nin hep iyi hep güçlü takım kurmasını istedim, ama hep yenilsinler istedim. Bizim maçlardan önce Fener'den kimse sakatlanmasın ki tam kadro çıksınlar karşımıza istedim mesela. Fenerbahçe hep yenilirken Ercan Saatçiler, Selçuk Yulalar kahrolsun istedim, ama kardeşim ya da Trap'ın morali bozulmasın istedim. Ben Fenerbahçe yönetiminde Ali Koç olsun istedim, Mahmut Uslu/Murat Özaydınlı olmasın istedim. Kısacası karşımda taraftarı, yönetimi ve futbolcusuyla kaliteli bir rakip olsun ve onu yeneyim istedim. Fenerbahçe'nin hiçbir başarısına sevinmedim ve her sene Fenerbahçe maçlarında galibiyete dilendim elbette.


Şimdi gördüğüm şey ise ezeli rakip olarak gördüğüm takımın her organının kendinden başka suçlu bulmak için sağa sola saldırdığıdır. Kendi çocuğunu öldürdüğü iddia edilen ve bütün deliller o yönde görünün ancak ne olduğunu hatırlamayan ve geçirdiği travmanın etkisiyle senin yüzünden diye etrafındaki insanlara saldıran bir kadın görüyorum tasvir etmek gerekirse. Kendine gelsin, gerçek suçu ve süreci düşünsün diye bir tokat atmak istiyorum. Sonrasında da sarılıp kendine gel bu süreci hep beraber atlatacağız, yaptın bir suç elbette cezasını çekeceksin. Ama yolumuza devam edebilmek ve senin tekrar ayağa kalkman için biz de üzerimize düşeni yapacağız demek istiyorum.


Daha ilk günden beri ne olacaksa olsun, karar verelim, bu işi ağırdan almak herkese zarar verir dedik. Sonrasında herşeyin üzerini örtüyorsunuz UEFA gelir gururumuzla oynar dedik. TFF omurgalı davranmıyor, götü başı ayrı oynuyor dedik. Dedik dedik dedik. Sonunda adımız ispiyoncuya çıktı. Gelinen noktada şike yaptığı iddia edilen Türk futbolunun en güçlü figürü içeride, Federasyon başkanı bir yandan play-off gibi hiçbir boka yaramayacak bir sistem implement ediyor öte yandan kendi verdiği (vermediği) kararın arkasında duramayıp kendi çocuğunu komşuya dövdürüyor. Fenerbahçe Yönetimi, kulübü bu süreçte düzgün yönetemeyip, bu kararında futbol ile ilgili olduğunu unutup Fenerbahçe Spor Kulübü gerçeğinin dışında diğer şubeleri iyice ihmal ediyor ve böyle bir durumda başkanvekili kulübü terk ediyor. Daha da fecisi akşam televizyonda Federasyon Başkanı'ndan kendilerini küme düşürmelerini rica edip öte yandan Federasyon Başkanı'nın tırnaklarıyla oluşturup sponsor olduğu bayan voleybol şubesine darbe vuruyor. (Burada ayrı bir parantez de federasyon başkanı Haluk Ulusoy, Galatasaray voleybol takımının adının da Ulusoy Galatasaray olduğu bir senaryoda kopacak kıyametlerdir ki görünen o ki Federasyon Başkanı da maddi çıkarlar doğrultusunda tehdit edilebilir duruma gelmiştir)


Şimdi böyle bir durumda başı kesik tavuklar suçlu olarak Galatasaray'ı işaret ediyor. Hem de ne diyor? İspiyoncu diyor daha da vahimi resmi sitesinden jurnalci diyor. Beynini kıçında taşıyan bu tavuklar dönüp dönüp okuyamıyor ki Galatasaray biz çözelim UEFA gelmesin diye yırtınan tek kulüp idi bu süreçte. Şenol Güneş ise "Galatasaray haklı çıktı" diyor. Biz, biz demiştik, amına kodunuz Türk Futbolunun, doğru düzgün verseydiniz ya şu kararı bile demiyoruz zaten darmadağınık olan Türk Futboluna bir fayda getirmeyecek haklı serzenişimizle. Ama suskunluğumuz suçluluğumuz gibi görülüyor hakkımızda en ufak bir iddianame olmayan bu davada.


Herkes sağduyulu olsun, boktan bir play-offlu lig oynayacaz. Fenerbahçe'nin ŞL'ine katılmamasının maddi zararı = Guiza kazığı, daha fazlası değil. Burada olan manevi yıkımdır ki bu yıkım olayda hiçbir suçu bulunmayan diğer Türk takımlarını en başta da Galatasaray'ı etkilemiştir. Şimdi gidin, Aziz Başkanınıza destek olmak için Fenerium'dan aldığınız formaları bir kenara bırakın, Fenerbahçenize destek olmak için (dekoderinizden ziyade) kombinenizi / formanızı alın. Karşımıza öyle çıkın. Biz öyle yapacağız çünkü.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

kusturma

Şike sürecinde bulanıklık devam ediyor, alkol sonrası sabah kusmuş ve kahvaltı fırsatı bulamadan hemen işyerine gitmiş gibiyiz, acil simit çaya ihtiyacımız var... bu simidi kim verecek bilmiyoruz? federasyon mu? nasıl versin şu hale bakın;

-trabzonspor ön eleme işini beceremediğini anladı, hemen şampiyon ilan edilip hoop şampiyonlar ligi gruplarını istiyor... üstelik şike yoksa fenerin mağduriyetinin hesabını düşünmeden?

-galatasaray; bunca para döktü, haliyle yeni yönetim şampiyonluğu garanti altına almak istiyor, fener düşmesin sponsorlar kısıtlanabilir, tt arenadaki maçta taksitlere bağlandı, kesin 9puanını avrupaya da yollamayın... peki fener? ortada delil yok arkadaş...

-fenerbahçe; süreci koçla özdemir yürütüyorlar; vay basiretsizler hem yönetiyorsunuz hem de emenikeyi satıyorsunuz; madem düşürülmeyecektik, niye nakit akışında siz devreye girmediniz sattınız bu adamı...

-beşiktaş; kupayı verdik aklanana kadar, fenerin yöneticilerinden de taraftarından da farkımız budur... e abi o kupa götürdü sizi avrupaya? alanyaspor değildi dolu tribünlere karşı oynayan...

-bir yanda "son 5 maçın sonucu biliyorduk" haberlerini ilk aşamada yalanlamayan bir savcı, bir mektup kopyasını görünce bizim başkana yalancı demeye başladı, diğer yanda mehmet baransu erman toroğlu gibi ... ......... ........ ....... ....... adamları önce "son 5 maçın sonucunu biliyormuş" diye yaygara kopardılar şimdi ise "aziz sıkıştı bok atıyor sayın savcıya" propagandaları yapıyorlar...

öyle ortaya bir kusturma atış salladık, kime çarparsa artık, noktalı yerleri de allee doldursun sever boşluk doldurmayı...

21 Ağustos 2011 Pazar

popülist faşist



"Podolski'nin Nuri'ye yaptığı hareketi unutmadık, onunla görülecek hesabımız var" demiş Gönüllerin Gökhan'ı burada. Bayılıyorum bu heriflerin Emre abileri kılığında taraftara yalakalık kokan hareketlerine.


Neyi unutmadın Gökhan? Adam bizi 3-0 yendiği maçı kullanmış Nuri'yi kızdırmak için. Senin tribünlerin bana her gün 6 parmağını gösteriyor. Benim Hagi'm senin tribününe 5 parmağını.


Türk sevgisi dediğin Daum gibi kafana Gazi peyniri şapkası takıp yalandan İstiklal Marşı'na eşlik etmek değildir. İnsan sevgisi ve fair play dediğin de bu memlekete gelmesi söz konusu Polonya asıllı Alman bir futbolcuyu, Türk düşmanı diye fişleyip faşizme yem olarak sunmak değildir. Sizin gibiler tribünlerde Ermeni Alen diye küfrederken de biz karşı tribündeyiz, bizim taraftarlar Yahudi Balili'ye küfür ederken de.


PS: resmi ultaslan forumdan aldım. post eden arkadaş hakkını helal etsin.

mahalleye yeni gelen ispiyoncu



Mahalleye gelen yeni çocukla başlanmış biz de o yeni çocuktan bahsedelim. Yeni çocuk mahalleye gelince orada oynanan oyunun kurallarını bilmiyordur. Onun bildiği nasıl oynanması gerektiğidir. Onun bildiği oynananın sadece bir oyun olduğu ve bu oyundan nemalanan çok kişinin olduğudur. Onun bildiği bu mahallede yada başka bir mahallede aslolanın dürüstlük ve haysiyet olduğudur. İsterse mahalledeki bütün çocuklar ve mahalledeki en kabadayı çocuktan korkan topun sahibi olan çocuk bu oyun böyle oynanır desin, bizim yeni çocuk bu oyunu bozacaktır.


"Manyak mısınız" der, "böyle oyun oynayamayız, yan mahalledekiler görürse bu ne biçim oyun der, topumuzu elimizden alırlar".


Topun sahibi ama kabadayıdan ödü kopan çocuk da "bu bizi yan mahalleye şikayet ediyor, dövün!" diye bağırır. Hele ki oyunun bu şekle gelmesine en çok sevinen, yaşça büyük olan paragöz "atalım bunu mahalleden" der. Halbuki bilmezler ki yan mahalleler bu mahalleyi biraz olsun kaale alıyorsa bu çocuğun mahalleye kattığı kalitedendir. Yoksa artık kimsenin umursamadığı aşağı mahallelerden bir farkı kalmayacaktır bu mahallenin.


"Kesssss artık" diye bağırırlar çocuğua oyunlarının açığa çıkmasından rahatsız, aramızda anlaşır istediğimiz gibi oynarız diye düşünenler. Daha da beteri derler ki "senin abilerin de böyle oynardı bu oyunu" diye. O da der ki, "kim nasıl oynadıysa çeksin cezasını, hepimiz çekelim. Ama kendi aramızda çekelim ki, temizleyelim ki, kimse gelip almasın topumuzu elimizden. Ben bu oyunu sizin kadar iyi bilmiyorum ama sizin kadar seviyorum. Şayet biri topumuzu elimizden alırsa ve bu yüzden hepimiz yanarsak topun sahibi olan da, kabadayı olan da bunun hesabını veremez".


Bunu duyan kabadayı ve topun sahibi toplanırlar ve sonra derler ki "bu çocuk bizi şikayet ediyor, başımıza bişey gelirse biz bu oyunu bok ettik diye değil, bu çocuk bağırdığı için gelcek, mahallemizin marka değerini düşürdü."


Yeni çocuk böyle yaşlı gözlerle bakar zavallı mahalleye ve kurdukları düzene. O ne kabadayı hapse girsin ister, ne de bir daha top oynayamasın. Tek isteği hep beraber güzel güzel oynamaktır oyunu. Ama olacakları görebilmek acıtır içini. Kulağında tek yankılanan ise "kesss artık" diye bağıran mahalledeki diğer çocuklardır.



PS: Sevgili Trapano'nun aşağıdaki yazısı ile okunursa bazı boşluklar daha iyi dolacaktır diye tahmin ediyorum

19 Ağustos 2011 Cuma

önyargı

bu adam ilk gündeme geldiğinde, tipine bakarak ön yargılı yaklaşmıştım, aklımdan ilk geçenler "mahallenin zengin çocugu, herkes günlük kıyafetleriyle terli terli top oynarken, bu kahverengi tonlarında ütülü kıyafetleri temiz ayakkabılarıyla kenarda izleyen ana kuzusu sevimsiz kabız, doğum günü partisine bir kişi bile gitmeyen vasat zeka ..." sonra dur ya bu kadar övülüyor bi dinleyelim dedim, galatasaraylı olsa da... tesadüfe bakın ilk dinleme fırsatım bulduğumda "fenerbahçe ile ilgili gstvde yayın yapmama" kararını açıkladı, hemen ardından "rakiplerimize sadece yeşil sahada gol atma" muhabbeti etti... yuh dedim futboldan anlamasa bile adam delikanlı... wasted times gibi basiretsiz yorumlar da yapmıyor... sonra ne olduysa bilmiyorum, belki "futboldan anlayan" insanlar sardı çevresini, adam yeşil saha dışında rakibine ofsayttan gol atmaya çalışıyor, zeki sadri şener'in, ansiklopedik şenol güneşin kupa, şampiyonlar ligi hayallerini anlayabiliyorum da... tertemiz(!) çınarın sarısıyla kırmızısıyla alnısının akıyla aldığı yenilgilerle, olası şike cezaları sonucunda ne yapacak onu bilmiyorum?? sonuca gelirsek, önyargı iyidir, insanların tipine bakılarak doğru bir kanıya varılabilir.
son bir söz aysal'a, kendisi çocukluğunda buna benzerlerini çok duymuştur: "keesss artık"

5 Ağustos 2011 Cuma

kalitesizlik, şike vs.

Futbol var olduğu sürece hakem hataları var olacaktır, su götürmez bir gerçek bu. Bu hakem hataları içerisinde yanlışlıklar kadar eyyam, korku, menfaat içeren hatalar da yer almıştır, alacaktır da, bu konuda da hemfikir olduğumuzu düşünüyorum. Ben kendimi bildiğim günden beri Galatasaraylıyım ve ta o ilk günden beri tartışmalı bir galibiyeti sindiremedim. Fair-play'den anladığım Alpay'ın Vlaoviç'i düşürmemesi ya da rahmetli Özhan Başkan'ın 6-0'da Aziz Yıldırım'ın elini sıkması olmadı hiçbir zaman. Aksine oyun kurallarıyla oynansın, kim hakediyorsa o kazansın, ama biz hakedelim ve biz kazanalım istedim sadece. Oyun kuralları dahilinde ne gerekiyorsa yapalım, ağlayalım, gülelim, sarılalım, tribünde 10 sıra aşağıya yuvarlanalım ama gerçek olsun hepsi. Taşıdığına inandığım asaleti için sevdim Galatasaray'ı. Alp Yalman'ı sevdim misal, Ergun Gürsoy'dan nefret ederken. Özer Saraçoğlu-Burak Elmas'ı sevdim futbol şubesinde, Adnan Sezgin-Bülent Tulun vbleri yerine. Evet itiraf etmek gerekirse, Adnan Polat'ı sevdim bizden biri olduğuna inandığım için ya da İmparator'umuzu da sevdim Mesut Yılmaz-Mehmet Ağar vs ilişkileri içimi tırmalasa da. Ama sevdiğimizle neyi yakıştırmadığımı ayırdım her zaman. Adnan Polat da, o kirli siyasi ilişkiler de yakışmıyordu benim gönlümdeki Galatasaray'a. Ama o insanlara, hele ki İmparator o kadar çok şey verdi ve o kadar çok sevdi ki Galatasaray'ı, o kupaların keyfini sürerken uzak duralım bu adamlardan hacı demek gelmedi dilimin ucuna itirafım olsun bu da benim.

Şike soruşturması kapsamında da ilk günden beri aynı şeyi söyledim. Dışarıda binlerce hırsızın olması ve hepsinin yakalanmamış olması yakalanın ceza almasını engellememeli. AMK naklen yayın pastası bi yerlerine girsin, ya da ligin marka değeri. Ben temiz futbol istiyorum ve bunun da cezası neyse ilgilisi çeksin bedeli her ne olursa olsun. İlla tahkikat geçmişe uzatılacak denirse de çekilsin, biz bişey yapmışsak düşelim, bize bu utancı her kim yaşatmışsa da müebbet hapis yesin umurumda olmaz. Yeter ki benim vicdanım rahat olsun ve şerefimiz bizde kalsın.
Tabi etliyle sütlüyü karıştırmamak lazım. Bir yandan da hepimizin bildiği ama gözümüzü yumduğumuz Türk Adalet Sisteminin kör topal işlemesi durumu mevcut. Henüz suçu sabitlenmemişken sırf iddianame hazırlanması sürecinde ömrünü hapiste geçiren insanlar var bu süreçte. Bu insanların bir kısmının masum olduğu anlaşılınca kim neyi nasıl tazmin edebilir bilmiyorum. Ola ki Fenerbahçe masumsa ki suçu ispatlanana kadar öyledir, kulübün ve Aziz Yıldırım'ın yaşadıklarını kim ödeyecek bilmiyorum. Yani ben adalet istiyorum sebepsiz uçurulmuş kelle değil.

Bu doğrultuda Galatasaray'ın soruşturmanın içine çekilmesine bakarsak, Galatasaray'ın bugün bu konuda konuşuluyor olmasınının 2 sebebi olduğunu düşünüyorum. Bunlardan en önemlisi "aziz" basının ve kamuoyunun (aydınlar fenerasyonu dahil) oyuna Galatasaray'ı da dahil ederek odağı Fenerbahçe'den kaydırmak ve mümkün olan en az cezanın teminidir kanımca. Zira niyetim polemik ya da her senenin/maçın ayrı muhasebesini yapmak değil ama Denizlispor maçının olduğu sene Fenerbahçe'nin beyefendi/sportmen teknik direktörü Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe maçından sonra teknik direktörlüğü bıraktığı, hakeme rağmen kazanılan ve düşmesine rağmen hırsından ölen K.Erciyesspor maçı, yine Denizlispor maçında basın tarafından fısıldanan Şeref Tribünü'ndeki "4 mn diyorum Ali bişey yap" feryatları da hafızalardan silinmemeli. Yani o maçta şike yapmışsak düşelim elbet ama o seneni nasıl bir sene olduğunu unutmayalım hemen değerlendirmeden önce. Yine meşhur Zalat'ın 5 gol yediği ve Galatasaray'a 1-0'ın yettiği Ankaragücü maçıyla ilgili de daha önce Beşiktaş'tan 6 yediklerini de not düşelim bir yerlere. Yani öyle hatırda kalıp kalmadığı belirsiz çamurlar her zaman aslı olan şeyleri ifade etmeyebilir, peşin yargıdan önce olayın bütününe hakim olmak lazım.

2. ve beni asıl üzen sebep ise bu olayın Galatasaray kalitesinden verilen ödün yüzünden başımıza gelmesidir. Benim Galatasaray'ımın kapısından geçemeyecek insanlar bu kulüpte rahat rahat önemli görevler alınca aralarındaki kalitesiz husumetler, karşılıklı tehditler, komisyon iddiaları beni en az şike soruşturması kadar üzüyor. İşte kalitesiz insanların olduğu yerde kalitesiz muhabbetler vuku bulur bu da hep asaletiyle övündüğümüz Galatasaray'ı yerlere düşürür. Zaten Galatasaray'ın geçen sene yaşadığı yönetim sıkıntısı da sportif başarısızlıktan ziyade gelinen kalitesiz yönetim anlayışının artık sindirilemeyecek boyuta ulaşmasından kaynaklanmaktaydı.

Konu kendi içinde tutarlı ama başlıklar birbirinden kopuk görünebilir. Yorumlarda toparlarız mevzuyu, yanlış anlaşılmalara mahal olsun istemiyorum. Hiçbir sene için hiçbir kulübü suçlamıyorum ve kim ne yaptıysa cezasını çekmesini istiyorum sadece ama beni daha çok yaralayan kalitesiz adamlar yüzünden Galatasaray isminin bu cümlelere konu olmasıdır.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

fotogol'den

6 Temmuz 2011 Çarşamba

başkana mektup

Azizim Başkanım,

Öncelikle geçmiş olsun, renklere olan aşkından, takımımla bütünleşmenden dolayı insan olduğunu unuttuk, daha doğrusu unutturdun...seni sevmeyenlere göre sen nato müteahhiti kamuflajı giymiş bir mafyasın silah tüccarısın aslında, elinden herşey gelir, her türlü pisliği yapabilecek birisin... sevenlerine göre fenerbahçe sevdalısı, tek hayatı fenerbahçe olan efsane başkan... dediğim gibi unuttuk; yeni evlenmiş oldugunu hayatında yeni bir sayfa açtığını, torun sahibi kayınpeder olduğunu, anjiyo olabileceğini bile unuttuk... geçmiş olsun büyük başkan...

Başkanım;
Teknoloji ve internet gelişti; illegal olarak haddimiz genişledi; her türlü pisliği yapabilecek bir mafya olduğun için telefonların dinlendi; belki yengemiz hanımefendiye sürpriz yapacaktın belki bir ihale vardı, belkide bir transfer görüşmesi; sürekli yanındaki sinan engin'e çaktırmadan bunu "tarla yeşillendimi?" diye sordun... ama sen mafyasın daha dikkatli olman gerekirdi, sen insan değilsin...
Yaptıklarımız sadece telefon dinlemek değil başkanım; bu internetle birlikte bloglar açıldı, çok tanınmayan mutfağın adamı gazeteci aceto bey iki güzel yazıyla, oğluna orijinal isim vermesiyle sevildi tanındı, popülerleşti sanal yazarlık, e beleş de artık salvolar hadsizlikler... hatta kendimizi ünlü bir spor otoritesi sanıp hergün ömer üründülle dalga da geçtik biz bloggerlar... halbuki gerçek adımızla bile yazmıyoruz... loranlar gibi samandıralarda da yatmıyoruz, işte molada atıp tutuyoruz... mesaide mühendis, molada rıdvan...

Başkanım;
Pazar gününden beri gelişmeleri izliyorum bilgi kirliliği içinde; sonuç belli değil... ama bana göre belli... sen insansın ya aykutun, alexin, emrenin, volkanın, luganonun, mehmetin, gökhanın, ömerin, preldziçin, nevriyenin, arslanın, sarı meleklerin, adını bilmediğim kürekçilerin emeklerini riske atmazsın... biz bu çirkin ortamdan çıkacağız ama temizlenerek çıkacağız, fareler gidecek kulüpten, avuçlarını kaşıyanlar gidecek, aile olmayı bilmeyen, komadaki dedesinin ölmesini bile beklemeden arkasından konuşabilecek karakterdeki scugnizziler gidecek... sen yine tek dirseğini yaslamış gözleri dolmuş bir şekilde sarı kravatınla bizlere sesleneceksin daha temiz bir şekilde...

Saygılarımla
Trapano

ps: başkanım sen hastanedesin, benden sana kısa bir rapor:
Ceza tahtası: Sadri Şener, Melih Gökçek, Scugnizzi...
Gözden düşenler: "Başkan gitsin yeni bir numara ben" hayalleri kuran Yıldırım Demirören ve muhalefet...
Göze giren: Ünal Aysal, başkan futboldan anlamıyor ama kulüplerin yüceliğini bize hatırlattı, futbolumuza çok çok şey katacak...

26 Haziran 2011 Pazar

sezon açılışından önce son çıkış

Hele bi yardımcılarını açıklasın Fatih Hoca, o zaman yorum yapmaya başlarım dediydim Trapano'nun aşağıdaki postunda. Fatih Hoca daha kendini açıklamadı ki sıra yardımcılarına gelsin.

Pazartesi sezon açılışı, son gün sürprizi olmazsa tüm teknik ekibi de göreceğiz, M.Sarp-Serkan Kurtuluş-Hakan Balta'ların gitmemiş olduğu gerçeğini de. Drogba-Forlan-Luis Fabiano şarkıları dinlerken defansta yine aynı tas aynı hamam diyeceğiz. Daha kalecimiz yok ulan ne Drogba'sı, bari Pancu'yu alın da kaleci oyuncu oynatırız. Filipescu'yu alın hem Balta'nın, Hem Sarp'ın hem de daha kim gerekiyorsa onun yerine oynar. Hala Hagi'sini Hakan Şükür'ünü arıyor takım. Türkiye ve Fransa gol kralları (Baros-Elmander) var kadronda uyan Galatasaraylı senin ihtiyacın olan Filipescu, Bülent Korkmaz, Suat Kaya.

9 Haziran 2011 Perşembe

ben ve ronaldo


şu video ağlatan "babam ve oğlum"dan çok daha acıklı, burda geçmişte fevri davranan, dinlemeyen karakter yok, geçmşte yaptığından pişman olan yok, hata yapan genç yok... ronaldo var, kendisi için tasarlanan erkek kramponları var, öyle çingene pembesi beneklisi kusmuk safra yeşili falan da değil... başlığa gelecek olursak; ronaldo ve bana... ikimiz de giydik bu kramponları ama ikimiz de tadını çıkaramadık aynı sebepten: kilo! o sakatlandı ben ise geç alabildim, abim olacak adam ingilterede(!) bulamadı, ben iki yıl sonra antakya metinsporda buldum? ama iş işten geçmişti, sağ kanatta fırtına gibi estiğim günlere yetişemedi r9'lar...



28 Mayıs 2011 Cumartesi

bi foder!

tercüman sametin yerinde olsam belki daha fazlasını yapardım ama ya madalya ile yetinsene kardeşim, senin yüzünden topuz arkada kalmış ya bi haddini bil ya... fotoğrafı bozmuşsun ya... bu ne ya!

25 Mayıs 2011 Çarşamba

altta kalanın canı cıksın


Şampiyon olduk, kutlamak, gururlanmak vs hepsi hakkımız; aykut hoca ve alex için duygularımı anlatma yeteneğine sahip değilim ne yazıkki, daha öyle bir yazı da okumadım; belki rahmetli islam çupi tercüman olabilirdi... iki sezondur gerçek rakiplerle yarışmıyoruz; para olunca başarılı fatih terim ve boas gazlı tayfur ile yarışmak çok daha keyifli olacaktır...

22 Mayıs 2011 Pazar

Turco Madritistalar



Marca'dan Türkçe'ye çeviri yapan arkadaşlardan öğrendiğimiz kadarıyla (ki bizim Barizzio kralını yapar da pek ilgili değil şu sıralar) İspanya'da gündem Mourinho Barcelona'yı karşı Türklerle mi yenecek?


Real Madrid, Barcelona'yı yenebilecek mi bilinmez ama Hamit-Nuri Şahin ikilisini Lass-Khedira-Xabi üçlüsünden herhangi ikisine tercih ederim. Kimileri Real Madrid seviyesini Lampard-Gerrard'lardan kurmasını bekleyebilir ama Redondo'dan beridir Cambiasso ve Makelele dahil oyunun iki yönünü bu denli iyi oynayabilen oyuncular yer almadı Real Madrid defansının önünde.


Los Galacticos sezonunda çöküş Makelele'nin teneke ile gönderilip yerine Flavio Conceicao ile devam edilmesi kararıyla başlamıştı ve benim hatırladığım kadarıyla o günden bu yana her sene Real Madrid defansının önüne yeni oyuncular denendi. Ama şampiyon olunan Schuster ve Capello-II dönemlerinde dahi orta saha tatmin etmedi.


Bu tarihçe göz önünde bulundurulduğunda bizim Turco'ların Xavi-Iniesta'nın yerine değil daha çok yıllardır kanayan bir yaraya transfer edildiğinin altını çizmek gerekir.


Hani Hamit alternatif ve çok yönlü bir oyuncu olarak ilk 18'e transfer edildi diyelim. Ama Nuri'nin durumu daha da özellikli. Nuri, 22 yaşında Almanya'nın en köklü kulüplerinden birinde başkan tarafından hediye edilmeksizin kaptan oldu. Bu sürede kendisine ne Andreas Möller'in efsane forması hediye edildi, ne de küçük Sammer diye gaza getirildi. 22 yaşında azınlık olduğu ülkede taktığı pazuband kendisine ağır gelmedi aksine Dortmund'u şampiyon yapan takımın en önemli 3 oyuncusundan biri oldu (bence tabii - Kagawa & Barrios ile birlikte). Eminim ki Jose bu adamlardan öncelikle Mesut ile birlikte birbirlerinin performansını artırıcı sinerjik bir ortam yaratmak istiyordur. Bunun ötesinde Türk Milli Takımı'nı izlemiş herkesin hayran kalacağı en bariz şey olan "tutku" yu takıma katmalarını bekliyordur.


Nuri-Hamit-Mesut üçlüsüne duyduğum güvendeki bir başka etken ise onları Mourinho'nun kadroya katmış olmasıdır. Bence dünyanın en iyi teknik direktörü olan ve sabah akşam Barcelona'yı nasıl yeneceğinden başka bir derdi olmayan Portekizli sadece geçen sene 5 kere karşılaştığı Barcelona'ya karşı ilk 2 transfer olarak bizimkileri alıyorsa bu noktada değerlendirmeyi Jose'ye bağlamak yanlış olmayacaktır.

27 Şubat 2011 Pazar

Kurtuluş Yekta'dır, Serkan değildir


Bugüne kadar hep böyle batıyoruz gibi görünse de çıkışa aslında ne kadar yakın olduğumuzu vurgulamaya çalıştım. Bugün ise durum farklı, teşhisim farklı, önerim başlıkta ama nedeni aşağıda.

Galatasaray'ın bugünkü en büyük problemi yönetilemeyişidir diyoruz ya hep bu yazıda yönetilemeyişin ne olduğunu kısa kısa açıklamaya çalışalım.

1. Basiretli ve dirayetli bir yönetim olmadığı ve Florya tam bir dedikodu bahçesi olduğu için doğru veya yanlış (ki bence ne yazık ki doğru) futbolcuların çoğu sene sonunda Hagi'nin gidecek olacağını düşünüyor. Sene sonunda Hagi'nin kalacağını düşünmeyen futbolcu ise kendini ona beğendirme veya güvenini kazanmak pahasına sakat sakat oynama ihtiyacı hissetmiyor. Hagi bu durumun farkında olduğu için özellikle tetikçi basına karşı daha fazla bileniyor. Hagi'nin gideceğine olan genel kanıyı Misimoviç'in menajerinin basına verdiği demeçlerden takip edebilirsiniz. Ben ise farklı kaynaklardan bunu öğrendim diyelim.

Benzer durumun etkisini Schuster üzerinden Beşiktaş'ta da görebilirsiniz. Schuster'in gideceğine dair kamuoyu güçlenince maçlarda sarf edilen efor ve istekliliğin nasıl düştüğü oldukça açık kanımca.

2. Her ne kadar Hakan Şükür ve çetesinin kulüpte yabancı futbolcu barındırmama çabası, kendilerinden olmayanları dışlaması gibi durumlarından tiksinmiş dahi olsam, Nuri Şahin'in de vurguladığı gibi takıma liderlik ettikleri çok açık bir gerçekti. Bugünkü duruma bakarsak eskiden yabancılar, yerliler gibi 2 gruptan bahsedebilirken şu anda 18 kişilik kadroda 12 ayrı grup bile oluşturabilir bir durumda takım. Yerliler sürekli olarak yabancıların sakatlıklarını ve aldıkları parayı dillerine dolamış durumdalar. Ayrıca taraftarın Harry Kewell, Milan Baros sevgisi bütün yerli futbolcuları tabiri caizse ifrit ediyor.Yerliler dediğin Arda-Sabri ve diğerleri olarak ayrılmış durumda. Arda takıma liderlik yapmak bir yana 2 senedir gösteremediği performans/popülarite dengesizliğinden ötürü diğer yerli futbolcular tarafından ciddi anlamda sevilmiyor. Abiliği falan geçtim sevilmeyen takım kaptanından bahsediyorum.

3. Takımdaki hemen hemen bütün futbolcuların tek derdi sözleşmeleri. Takım içerisinden en az 8-9 futbolcunun sözleşmesinin yenilenmeyeceği konuşuluyor. Bu futbolcuların hepsi bir yandan Galatasaray'ın ezeli rakipleri başta olmak üzere kulüp arıyor bir yandan da sözleşmesini uzattırmak için performans artırmaya çalışmak yerine takım içerisinde kulislerini güçlendirmeye çalışıyor.

4. 2. maddede bahsettiğim liderlik olmayınca ve 1. maddede bahsettiğim teknik direktöre saygı kalmayınca çoğunluğu ilkokul seviyesindeki bir çocuğun genel kültürünün ve cehaletinin ötesinde olmayan ve kendini geliştirmek için herhangi bir ihtiyaç hissetmeyen bu futbolcu güruhu böyle dağılan bir takım oluyor.

Bu noktada öncelikle hatta mümkünse bu yazı yazılmasını bitirmeden Adnan Sezgin gibi bu durumun oluşmasında başrol oynayan karakterin kulüpten uzaklaştırılması ve gerçek anlamda kaliteye önem veren ve Galatasaray değerlerine haiz bir insanın görev alması gerekmektedir. Burada adayım Lütfi Arıboğan ya da bir başkası olabilir.

Bir sonraki adımda da Galatasaray futbolcu kalitesinin Yekta Kurtuluş seviyesine çıkarılmasıdır. Burada futbolcu kalitesi belli düzeyde teknik kapasiteyi ifade ederken daha çok oturmuş karakter ve düşünebilme kapasitesini ifade etmektedir.

Hagi ise bu karakterin oturması için vazgeçilmez yapı taşıdır. Tugay-Hagi ikilisi yaptıkları, yapabilecekleri bütün taktiksel hatalara rağmen Galatasaray'ın başında kalmalı, onlara karşı yapılan her türlü futbolcu/yönetici/medya yanlış en sert şekliyle tepki almalıdır.

Bunlar benim nacizane fikirlerim. İBB maçı ne olmuş ne olmamış çoktan geçmiş olmak ve biraz daha büyük resme odaklanmak lazım.

26 Şubat 2011 Cumartesi

yapma caroline!


Ben şu anda Liverpool formasını giydim. Acaba onlar da benim tenis kıfayetlerimi giyse nasıl olur? Çok yakışacağından fazlasıyla eminim.

Askere söylenecek cümleler değil, istirham ediyorum, tutun şu çenenizi...

Herkese selamlar, uludağın güney eteklerinden...

21 Şubat 2011 Pazartesi

ALEX WINS!!



















Amcamdan, dayılarımdan çok sevdiğim alex abimi zorlamaya başladı; askerde en zor günlerimde bjklılar dışında tslılar bursalıların gslıların hatta samsunsporluların bjkyı tuttugu bir ortamda alexim yanımdaydı, abimse askere bile ugurlamadı, karar vermekte zorlanıyorum... karşısına kim çıktıysa yıktı geçti, en son çete ile geldiler... alex vs ?
* burkitten forma istemiştim, vazgeçtim alex tişörtü istiyorum.. maçın sıkıcı kısmını ram yazsın...