30 Eylül 2009 Çarşamba

TÜRKİYEYE GELEMEYENLER ORTAYA KARIŞIK



ebbe sand- birkaç gün önce yorumlarda alleenin bahsettiği gibi bi türlü getiremedik. açıkcası gelişini pek istemezdim. oyunculuğuna lafım yok ama tip ve isim yüzünden bana danimarkalı gibi gelmezdi bu adam. aynı şekilde 90larda olsaydı klose'yi de istemezdim. 90larda alman dediğin "-ler, -er" ekleriyle bitmezse piyasası yoktur. bierhoff ve kuntz diyecek olanlar vardır.




lokvenc- kötü geçen bir sezonun ardından hürriyet gazetesinde jardel ile birlikte koca vesikalık fotolarının üstünde " ikisi de bitti" başlığını gördüğümde nasıl heyecanlandım anlatamam. öyle gazmışız ki ozamanlar yabancı sınırlamasını aklımıza bile getirmiyorduk. çek futbolcu hep almanları tercih etti bize, gelseydi iz bırakırdı kesinlikle




Bachirou Salou- ve postun yıldızı... haberlerde sadece bir golünü görebildiğimiz halde aşık olmuştuk adama; total90 yada 96 dandik bir bilgisayar oyununda türkiye yoktu diye, togoyu alıyordum o yaz salouyla gol atmak için. sonuç yine hüsran, salou parlak günler geçiremeyeceği möllerli, reuterli, chaipusatlı, ibrahim tankolu b.dortmund'u tercih etmişti.

aziz yıldırım'ın demek istediği buydu aslında: son yıllarda okadar alıştıkki yıldız isimlere, christian ve dos santos'a hafiften burun kıvırdık, güiza'yı şikayet ediyoruz evet ama geçmişte bu adamları hayal etmemiz bile mümkün değildi. 96 maçta 26 gol atan 28yaşında, bir golünü gördüğümüz salou, yada hiç görmediğimiz furlong gelmiyordu türkiye'ye değil la liga gol kralı gelsin.

D Smart


Bu kalleşlik bana yakışmıyor, ama dün akşam D Smart aldığıma mutlu oldum!

Normal şartlar altında sövüp saymam gerekirdi, ama sene başında bunların olacağını tahmin edip almıştım spor paketini. Sonuçta Star da Doğan'ın, D Smart da. Lig olmayınca ellerinde, spor paketi satabilmek için böyle adilikler yapmaları gerekecek. Ben de o kadar uğraşıp didinip Salı Çarşambaları Master dersi bile almayıp Barça maçını beklerken, Star'ın maçı yayınlayamamasına üzülemedim, özürlerimle..

Maçtan bahsetmek gerekirse, Dinamo Kiev'e dün çok ayıp edildi. Ben Liverpool-Beşiktaş maçından beridir, bu kadar çaresiz bırakılan bir takım görmemiştim, inanın. İbra ve Messi, kariyeriyle oynadı düpedüz sahada 11 adamın. İlk yarının sonlarına doğru, Barça ceza yayı civarına varabilen muzaffer Yussuf'un topa amaçsızca vurup topu ceza alanına yuvarladığı pozisyona bakın, çaresizlik kelimesinin tanımı değişecektir kafanızda. Skor neden 2 o zaman, diye sordu arkadaşlarım, kısmet dedim.

Bu bir çağ. Barça'nın Real'i yakalamak için belki yegane fırsatı. Barça, bu fırsatı değerlendirip en Büyük'ün yanına en başarılıyı da eklemek istiyor gibi görünüyor, umarım böyle devam ederler.
Maçı nerede izlesek??
Son krediyi de D-Smart'ın yayın kalitesine vereceğim. Digiturk Plus'taki gerçek üstü yayın kalitesinden sonra gördüğüm en güzel yayın kalitesi D-Smartınki. Bu kendilerini haklı veya masum kılmaz, ama bilmekte fayda var..
Size diyorum alooo, maç diyorum..

29 Eylül 2009 Salı

los lunes al sol



sanıyorum bu fotografı daha önce barizzio kullanmıştı bir postunda ama o bu adamlara özeniyordu. hiç özenmesin bence. resmi olarak 45, resmi olmayan sonuçlara göre 100küsür gündür işsizim. bu filmi öğrenciyken izlediğimde komedi gibi gelmişti, geçenlerde tekrar izledim meğer dramoğlu drammış... kardeşimin güldüğü diyaloglarda filmi durdurup "gül sen gül, adam orda herkese, sisteme laf soktu" diye sitem ettim. ilk başta tatil gibi gelen hayatınız garipleşiyor, hiç olmadığı kadar fanatik oluyorsunuz, eskiden "ha evet bir blogumuz var, arada bişeyler yazıyoruz" olan düşünceniz CVnizde futbol,basketbol, kitap okuma, sinema, tiyatronun yanında prestijli bir blogta yazarlık olarak değişince "noluyor lan bana" diyorsunuz...alınganlığı hiç söylemiyorum zaten. hiç mi iyi yanı yok lan diye sorarsanız, var evet belirli bir alkol saatiniz olmuyor, dinlediğiniz her şarkıyı tezahurat halinde söyleyince güzel şeyler çıkıyor ortaya:
( gfb ve unifeb karşılıklı olarak hayal ediniz)

uzaklarda aramam----------çünkü sen içimdesin

taht kurmuşsun kalbime--------en güzel yerindesin


bu daha önce yapılmıştı, batırdın derseniz itiraz etmem, ama ilkse takdir beklerim

28 Eylül 2009 Pazartesi

aferin be alex



sahadaki duruşundan, yaptığı asistlerden, attığı gollerden daha klas bir hareket yaptı alex... biz yaşı başı genç fenerbahçelilerin gönlünden hiç silinmeyecekti zaten, ancak bu ziyaretiyle hem bütün yabancılardan farklı oldugunu kanıtladı hem de 50 yaşüstü fenerbahçelilerin de gönlünde ayrı bir yer etmiştir.

Sakaryalı Mustafa

Bu seneki genç yıldız adayım bu çocuk benim. Adı Mustafa Pektemek, 21 yaşında henüz, Gençlerbirliği'nde içerisinde onun olmadığı bir atak görmek çok zor. Uzun boyu var ve Sakaryalı diye, yine bir Hakan Şükür benzetmesi sanabilirsiniz ama forvet arkası ve kanat-forvet olarak da çok etkili. Bir sürü eksiği var hala, fiziği biraz zayıf ve her zaman doğru hamleye karar veremiyor ama iyi teknik direktörler ve tecrübeyle giderebileceğine inanıyorum.

halk için, halka rağmen..

"I was only in the game for the love of football -- and I wanted to bring back happiness to the people of Liverpool.” Bill Shankly

Bu hafta Antalyaspor-Fenerbahçe maçını izlemediğim ve Beşiktaş maç yapmadığı için izlediğim tek maç Galatasaray-Eskişehirspor maçından bahsedebileceğim.

Maça son anda yetişebildim, nefes nefese tribüne çıkabildiğim an başlama vuruşu oldu. O yüzden maçtan önce Eski Açık'ın gerçekleştirmiş olduğu muhteşem koreografiyi ve futbolcuların jestini göremedim. Yine de saygılarımı ve tebriklerimi iletmek isterim.

Maça geçmeden önce maçla ilgili yorumlara değinmek istiyorum. Öncelikle seviyesiz yorumlar yapan bloglardan bahsetmek gerekiyor. Elbette herkesin Galatasaray ve diğer takımlarla ilgili farklı fikirleri ve beklentileri olabilir. Fazla abartıldığını, fazla şanslı olduğunu ve beklentileri karşılayamacağına inandığınızı fikrinizi belirterek ortaya koyarsınız, dönüp aksini düşünenlerle ilgili abartılı hakaretvari sözcükler kullanmazsınız. Kullanırsanız benim okumayı tercih edeceğim bir blog olmazsınız, Ercan Saatçi olursunuz. Bu sadece benim fikrim blogdaki diğer arkadaşlarım farklı düşünüyor olabilir.

Galatasaray bu sene çıktığı 14 resmi maçta 3 beraberlik 11 galibiyet aldı ve yanılmıyorsam 40 gol atıp 9 gol yedi. Bu maçlar arasında Panathinaikos ve Gaziantepspor deplasmanları ile Beşiktaş maçı da vardı. Çok değil bu sene başında Rijkaard'ın Barcelona'daki ilk sezonunu hatırlatıp olası bir galibiyetsiz haftalar serisi için taraftar sabırlı olmaya davet ediliyordu. Bu sene ise herşey beklenenden çok daha olumlu geçti ve bu harika tablo çıktı ortaya. İnsanlar geçen senenin enkaz takımının daha neler yapmasını bekliyordu bilemiyorum ama bu Galatasaray an itibariyle benim beklentilerimin çok üzerinde. Fatih Terim'in ilk senesinde İstanbul'daki PSG maçına kadar top tepmekten öteye gidememiş olan takımın 2000 yılında kupayı aldığında bile Chelsea'ye 5-0 yenilmekten kurtulamadığını, Derwall'in ilk 2 senesinde şampiyon olamadığını ve bunun gibi nice örnekleri daha kaç kere vermek gerek bilmiyorum.

Galatasaray'da bir devrim istiyordu herkes ve bunu dünyada yapabilecek en iyi teknik ekiplerden biri geldi göreve. Bu devrimin sonucunda ise Galatasaray'ın doldur boşalt ya da kaos futbolunun ötesine geçerek bir futbol karakterine bürünmesi bekleniyordu. Topu Hakan Şükür'ün kafasına indirmekten mütevellit doldur boşalta iyice alışmış olan bir takımı topu yere indirmeye ve skor ne olursa olsun pas yapmaya alıştırmak vardı işin içinde. Halı sahada bile oynarken birbirine "sen ileride bekle, sen geride kal" diye sabit pozisyonlar yükleyen çocukların büyüyüp futbolcu, futbol yorumcusu olduğu bir memlekette futbolculara sorumluluk almayı ve oyunun bütününde yer almayı öğretmek vardı bir de. 2. gol gecikince takımın topu şişirmeye başlaması ve Mustafa Sarp-Mehmet Topal ikilisinin ısrarla sorumluluk almaktan kaçarak takımı Ayhan'a muhtaç hale getirmesi beni asıl üzen noktalar oldu maç boyunca. Ama yine de Topal-Sarp ikilisinin pasifliğine isyan eden Arda'nın o noktadan oyun kurmaya gelmesi ve kenar yönetimin uyarıları sonucunda top şişirme alışkanlığından vazgeçilmesi de bir o kadar güzel gelişmeler idi. Ben pozisyon zenginliği çok olmamasına rağmen keyif aldım maçtan. Keşke Rıza Hoca da maçın başında çıkardığı hücumcu kadroyla tutarlı davranıp takımını defansa gömmeseydi de maç daha renki olsaydı diyorum sadece. Teknik heyet hamlelerini eksik bulsam da eleştirmeyeceğim sadece sisteme bağlılığından taviz vermeyerek beni yanıltmadığı ve maç sonu açıklamalarında temel rahatsızlığının oyun disiplininden kopulması olduğunu açıkladığı için Rijkaard ve ekibi konusunda daha müsterihim. Katlanamadığım tek şey bu takımın taraftarının hala kendi futbolcusuna küfretmesiyle, "topu içeri şişir" diye bağırması oldu. Aynı çakallar Derwall'e bıçak fırlatmıştı Florya'da. Bunların nesli tükenmez..

Not: Fotoğraf UEFA'nın resmi sitesinde haftanın fotoğrafı olarak duruyordu. Sezonun fotoğrafını da upload etmek kısmet olsun diyelim..

25 Eylül 2009 Cuma

Muse'un Direnişi


Muse'un uzun zamandır beklediğim yeni stüdyo albümü sonunda elime geçti! Genel olarak kanım şu: çok çok iyi. Klasik Muse fanlarını kızdıracak çok şey var albümde. Ama kendilerinden ricam, bizim 90'lar sonunda Metallica'ya yaptığımız "abi sattılar metali, pop bu düpedüz" gibi çocukça bağnazlıklara bulaşmasınlar. Bi dinlesinler, nefes alsınlar, sözleri düşünsünler bi... 21. Yüzyılda genç kuşağın alternatif eğilimli kesiminin politik görüşünü ete kemiğe büründürüyor albümdeki şarkı sözleri. Çoğu kişiye tavsiye edebileceğim, rahatlıkla kefili olacağım bir albüm. Bazı şarkılara dalalım:

Yukarıdaki kapağı gördükten sonra sürpriz olmuyor: Uzaylıvari efektler ve dinamik bir tempoyla açılıyor albüm "Uprising" şarkısıyla. Exo-politics’tekileri andıran agresif direnişçi sözler var.

Rise up and take the power back,
It's time the fat cats had a heart attack,
You know that their time's coming to an end,
We have to unify and watch our flag ascend
They will not force us,
They will stop degrading us,
They will not control us,
We will be victorious

"Resistance", ilk şarkıdaki direnişe aşk temasını ekliyor.

Love is our resistance
They'll keep us apart they wont stop breaking us down
Hold me
Our lips must always be sealed

Supermassive black hole’a şaşıran, tepki gösteren arkadaşlar "Undisclosed Desires" adlı şarkıda felç geçirecekler, yüksek ihtimalle. Justin Timberlake-Madonna düeti bekletiyor insana şarkının elektro-pop altyapısı. Bağnaz bir rocker perspektiften bakmayıp şarkının sözlerini, geri vokallerini biraz sindirirseniz, şarkının müzik tarihinde yer edinebilecek güzellikte olduğu kanısına varmanız işten bile değil. Gerçekten çok beğendim.

"I belong to you"da, şarkı bitene kadar, bir sonraki ölçüde karşınıza ne çıkacağını kestiremiyorsunuz. Tricklerle, sürprizlerle dolu neresinden baksanız. Şarkının biryerinde süper bir sürpriz var, "Samson and Delilah" adlı operanın (tabii ki önceden bilmiyordum, dinlerken “opera lan bu” diyerekten araştırmak durumunda kaldım) Mon cœur s'ouvre à ta voix (my hearth opens itself to your voice) adlı eserinden alıntı yapılmış. Şarkı şahmış, şahbaz olmuş.

Bunların dışında: "United Satates of Eurasia"da Bohemian Rhapsody’nin armonisini ve şiirselliğini; "Guiding Light"ta U2 müzikalitesiyle harmanlanmış Bon Jovimsi 90’lar soundunu, ekolu davullarını; "Unnatural selection"da klasikleşmiş bayıldığımız Muse tarzını; son olarak "Exogenesis symphony" 3’lemesinde ise Knights of Cydonia ile önemli bir eşiği kıran Muse’un, uzay senfonisi konusundaki Evereste ulaşışını görebiliyorsunuz.

Sevgili müz'ikseverler, Bu albümü dinleyin, Muse sevmiyorsanız bile mutlaka bir şans verin, sevmezseniz bana kızabilirsiniz, severseniz, içinizden teşekkür edersiniz..
süper de masif kara delik plevneden çıkmam diyor

24 Eylül 2009 Perşembe

Muhteşem başlangıçlar senesi


Enteresan bir sezon dönüyor. Avrupanın hemen her liginde pek de sürpriz olmayan takımlar inanılmaz başlangıçlar yaptı. Aynı derecede en az birer de felaket başlangıç var bu liglerde. Yaklaşık 20 yıldır Türkiye ve Avrupa futbolunu iyi kötü takip etmeye çalışıyorum. Bu kadar uçurum farkların olduğu, kazanacakların ve düşeceklerin ilk haftalardan kabak gibi ortaya çıktığı bir sezon daha izlememiştim. İzleyen varsa lütfen hatırlatsın. Bakalım efendim:

Türkiye
Galatasaray: 6 Maçta 18 puan
Fenerbahçe: 6 Maçta 18 puan
Kasımpaşa: 6 Maçta 0 puan (Türkiye'de rekor bu mu?)
***
İngiltere
Chelsea: 6 Maçta 18 puan
Portsmouth: 6 Maçta 0 puan
***
İtalya
Inter: 5 Maçta 13 puan
Juve: 4 Maçta 12 puan
Atalanta: 5 maçta 1 puan
***
İspanya
Barselona: 4 Maçta 12 puan
Real Madrid: 4 Maçta 12 puan
Xerez: 4 Maçta 0 puan
***
Fransa
Bordeaux: 6 Maçta 16 puan
Grenoble: 6 Maçta 0 puan

Fethiye Spor Kulübü


Kapsamı dâhilinde Fethiye de olan muhteşem eğlenceli, dinlenceli, öğrenceli bir tatilin dönüşündeki zor intibak sürecini yaşarken, paylaşmadan edemeyeceğim bir haber geçeceğim yüksek müsaadelerinizle.

Fethiye’de dikkat çeken özelliklerden birisi, tüm şehri donattıkları Fethiyespor ve takımın taraftar derneğinin bayraklarıydı. Biz maymun gibi tarih ve doğaya koştururken yerli halk da takımlarını bağırlarına basmaktaydı. “Support your local team” şiarının benimsenememesinin Türk spor yaşantısındaki en büyük eksiklik olduğunu düşünmemden ötürü mest olmuştum.

Girişimci gevşek şahsiyet olarak, her yörede olduğu üzere Fethiye’de de yöre esnafıyla muhabbete koyulduk. Kimle konuşsam bu Fethiyespor mevzuunu açıp ruhumu şenlendiriyordum. Derken bir garson arkadaşın “Abi, Göztepelileri şehirden çıkarmadık, parçaladık” şeklindeki ifadesiyle (aslında çoğunun yaklaşımı böyleymiş ) gerçeğe döndüm. Tabi dönüş esnasında kafamdan gigabaytlarca veri akıyor. Ancak ilk aklıma gelen takım logosundaki kalpti. 1933 yılında belli ki aşkla kurulmuş bir kulübün -kaldı ki cennet bir beldenin kulübünün- taraftarları için kanımca biraz “hardcore” kaçan ifadelerdi. Hemen olayı araştırdım ve sebebi ne olursa olsun olmayasıcayı* öğrendim.

Sanırım karakterlerini oluşturamamış, birey olamamış, immatür yaratıklar, kimliklerini fanatizm, hatta holiganizm çatısı altında yaratmaya çalışıyor. Yani kişilik özellikleriyle tanınamayan John Doe** “çok pis cimbomludur” diye tanınıyor. Meslek icabı edindiğim naçizane sezgiye göre gelecekte bu kişilik defektlerinin daha sık ve yoğun yaşanacağından da haberdar etmek isterim sizleri.

Önce John Doe olunmalı, sonra bilmem neci.

N’olur kendinize mukayyet olun. Abi tavsiyesi…

İyi bayramlar…
Lazinyo

Konuk Yazar Furyamız devam ediyor. Lazinyo biraderime çokça teşekkür ediyorum..
* Yazar Fethiyesporluların Göztepe vukuatını detaylı olarak vermemiş. Detaylar için.
**John Doe: "Herhangi bir insan" anlamında kullanılabiliyor. Ahmet, Mehmet gibi, daha havalısı..
Lazinyo & Barizzio @ Marmaris

23 Eylül 2009 Çarşamba

KPMG Football Transfer Monitor

Eski işverenim KPMG bu ay içerisinde yeni bir rapor yayınladı. İsteyenler raporun tam haline buradan ulaşabilir. Rapor, KPMG Forensic ekibi tarafından 1 Eylül 2009 tarihi itibariyle İngiltere'nin üst 3 liginde yapılmış olan 170 transferi baz alarak yapılan analizleri içeriyor. Altı çizilebilecek bulguları, wasted times usulü kısa kısa paylaşmak isterim:
***
Öncelikle İngiltere kulüplerinin net transfer harcamaları 2008 ile karşılaştırıldığında 210 milyon £'dan 82 milyon £'a gerilemiş. Tabi burada İngiltere'nin big four'unun 75 milyon £ pozitif nakit akımı sağlamasının payı büyük.
***
Son 3 senenin Şampiyonlar Ligi yarı finalistlerinin 3'ünün İngiliz olmasına rağmen Kaka ve Benzema gibi yıldız isimlerin La Liga'ya kaptırılmasının mantıklı açıklamaları olarak £ vs € karşılaştırması ve vergi oranları olarak gösteriliyor.
***
Manchester güzellerinden Kırmızılar Cristiano Ronaldo satışı ile yaklaşık 80 milyon £ tutarında pozitif etki yaratırken, Arap sermayeli Maviler toplamda yaklaşık 98 milyon £'luk negatif etki yaratmayı başardı.


***
Transfer harcamalarının en yoğunlaştığı bölüm ise yaş grubunda 25-28 yaş arası ve pozisyon olarak ise forvetler, bkz Man City..
***
Raporda bunun gibi daha pek çok analiz yer almakta, ancak ben uzatarak sıkmak istemiyorum. Raporun sonunda ise tartışmaya açılan konu ise transfer harcamalarının gelirler ile sınırlandırılıp sınırlandırılmaması. Biliyorsunuz ki bu konu Michel Platini'nin fikri olarak ortaya çıktı. Zira Manchester City gibi kulüplerin patronları yarın elini eteğini çekse kontratlar birşey ifade etmez hale gelebilir, hem kulüpler hem futbolcular oldukça zor duruma düşebilirler.
Bu mevsimde her gün yüzüyom memlekette, hem nispet hem gıcık

ispanyaspor 08/09

2008 avrupa futbol şampiyonası ispanya
2009 eurobasket ispanya
2009 uefa cl barcelona
2009 uefa supercup barcelona
2008 wimbledon r.nadal
2008 Beijing Summer Olympics - Pekin r.nadal
2009 Avustralya Açık Tenis Turnuvası r.nadal
2009 oscar Best Performance by an Actress in a Supporting Role Penelope Cruz(vicky christina barcelona)

22 Eylül 2009 Salı

utanmaz herif


bu sonuca enaz allee ve wasted times kadar sevindim. adamın teki plonjonla golü engelliyor, herkesin gördüğünü hakem görmüyor. kötü niyetli olsun olmasın hakemliği bırakıp asıl mesleğine dönmeli ilker meral... çünkü farklı bir sonuçla hem galatasaraya hem de olası şampiyonluğumuza leke sürecekti. olayın diğer kahramanı ali güneşe gelince beşiktaşa gittiğine bile sinirlenmemiştim, bu hallere düşüşüne de şaşırmadım. bundan sonraki en iyi işi ipana reklamında olur. ha şimdi böyle olduğu için böyle konuşuyorsun diyenlere yine arşivimden yanıt veriyorum.

şeytan tüyü dedikleri...


bu fotografı görünce şeytan tüyü dedikleri rıdvan'ın saçları mı diye düşünüyor insan. hangi adam hem aziz yıldırım'ı eleştirip aziz yıldırım tarafından sevilecek, hem de büyük bir kulüple özdeşleşip rakip taraftarlar tarafından da otorite kabul edilip bununla yetinmeyip adına tezahuratlar yapacaklar, olacak şey değil... aziz yıldırım'ın kendisini eleştiren kişiler arasından sevdiği bir başka insan ben olabilirdim, ne yazık ki tanışmıyoruz.
bu arada tribünlerden bir haber vermek istiyorum. maraton alt tribünlerinin de artık bir taraftar grubu var: Dİ ONE 2004yılından beri maraton üstte fenerbahçeyi destekleyen, "İ" ile başlayan her deplasmana giden, blogumuzda burki adıyla bilinen, burak reis ile bendeniz tarafından kuruldu. grup adını maraton alt G blokta oturan divan kurulu üyelerinden almakta ve de çoğu zaman taraftar değil müşteri olmakla suçlanan fenerbahçelileri aralarına katacakları bir platform... Dİ ONE maraton alta yepyeni bir soluk getirerek maraton üstte harikalar yaratan gfb ve kfy'ya ayak uydurup fenerbahçeye itici güç olmayı ilke edinmiştir. paraları olduğu sürece divan pub'da toplanmayı uygun gören grup liderimiz kadıköydeki ilk maçımızdan hemen önce manifestomuzu sizlerle paylaşacak... hayırlı olsun daim olsun...

20 Eylül 2009 Pazar

1/3 loading...


okurlarımızdan aynı zamanda konuk yazarlarımızdan burkay'ın isteği üzerine sezon başında 3büyükleri değerlendirmiştim. henüz sezon başında olmamıza rağmen söyledikleri ufaktan ufaktan kendini göstermeye başladı. okumayanlar için yazının linkini koydum.

17 Eylül 2009 Perşembe

go-to-guy


Sevdiğimiz NBA tabirlerindendir. Son saniye hücumunu kullanacak adamı işaret eder. Hidayet misal, Orlando'da bu görevi üstlenmekte belli bir süredir.

Dün gerçekten çok güzel geldik farklı yenilgiden son hücuma. Rahat bir turnikeyle maçı uzatmaya götürebilirdik, ama çeyrek final öncesi iki uzatmalı maç oynamış olmak büyük riskti.

Herkesin konuştuğu üzre, çok güzel bir son hücum "çizdik". Ama Atsür, belli ki "topun el yaktığı anlarda" (wasted'a selamlar) henüz çok iyi bir tercih değil. Olmadı, olsa tarih yazacaktık. Ama 6'da 5 yapıp benim turnuvada inatla en korktuğum rakiplerden biriyle eşleştik. Heyecanla bekliyorum çeyrek finali, Yunanları yenebilecek güçteyiz, umarım kötü bir gün geçirmeyiz. Yunanistan'ı geçersek ben finali göreceğimizi düşünüyorum. Bu sefer neden kupa olmasın!!

14 Eylül 2009 Pazartesi

Monza


İtalya Monza GP muhteşem bir yarış oldu... İlk turdan itibaren o kadar fazla geçiş ve atak izledik ki bir an için kendimi 70'lerde 80'lerde bir yarış izlediğimi sandım... Hamilton pole poziyonunda başladı yarışa ve startta yerini korudu. Raikkonen'in alıştığımız iyi çıkışlarından birini daha izledik ve kendisini 2. sıraya taşıdı bu atak... Daha sonra Brawn'lar üstüste Kovalainen'i geçerek RedBull'lara göre daha avantajlı birer yer olan 4. ve 5.'liğe yerleştirdiler. Aslında bu dereceler onlara galibiyeti getirebilecekmiş gibi görünmüyordu. Fakat tek pitstop taktiği ve (ağır arabalara rağmen) mükemmel atılan turlar onları yarışın ortalarında ilk iki sıraya yerleştirdi ve yarışın sonuna kadar yerlerini koruyarak finişe ilk iki sırada gelebildiler.


Yarışın son metrelerinde ise Hamilton kaza yapınca bir anda Raikkonen yarışı 3. sırada bitirdi ve son 3 yarışta olduğu gibi yine podyumda yer buldu kendine...


RedBull ise yarıştan Vettel'in 8.'liği sadece 1 puan alarak yavaş yavaş havlu atma aşamasına geldi BRawn GP karşısında... Artık bu saaten sonra RedBull'un geri gelmesi çok zor görünüyor. Button'ı da tek zorlayabilecek pilot da Barrichello... (Umarım şampiyon da o olur, çünkü Button hiç haketmiyor.)


Yarıştan diğer notlar;
Force India SPA'dan sonra kaldığı yerden devam ederek Sutil ile 4. sırada yer aldılar. Yarışın ortalarında Luizzi yarış dışı kalmamış olsa muhetemelen o da yarışı puan barajının içinde tamamlayacak ve ilk yarışında takımına puan kazandıracaktı.
Fisichella geçen yarışa göre (bu sefer Force India değil Ferrari'de yarışıyor olmasına rağmen) çok daha kötü bir yarış çıkardı ve puan dahi alamadı. Bu da aslında Ferrarinin bu seneki otomobilinin çok da iyi durumda olmadığının bir göstergesi bence...
Hamilton yarışın ortalarına doğru yarışın en büyük favorisi konumundayken gereksiz zorlamasının bir sonucu olarak yarışın son turunda kaza yaparak yarış dışı kaldı. Son yarışta puan alamamış olan Hamilton bu yarışta da yarış dışı kalarak hayranlarına hayal kırıklığı yaşattı.

İtalya GP'nde yarış sonrasında sıralama şu şekilde oluştu:
1. Rubens Barrichello - Brawn GP
2. Jenson Button - Brawn GP
3. Kimi Raikkonen - Ferrari
4. Adrian Sutil - Force India
5.Fernando Alonso - Renault
6.Heikki Kovalainen - McLaren
7.Nick Heidfeld - BMW-Sauber
8.Sebastian Vettel - Red Bull
9.Giancarlo Fisichella - Ferrari
10.Kazuki Nakajima - Williams
11.Timo Glock - Toyota
12.Lewis Hamilton - McLaren (-1lap)
13.Sebastian Buemi - Toro Rosso (-1lap)
14.Jarno Trulli - Toyota (-1lap)
15. Romain Grosjean - Renault (-1lap)
16. Nico Rosberg - Williams (-1lap)


Sürücüler Klasmanı puan durumu:
1.Jenson Button (80)
2.Rubens Barrichello (66)
3.Sebastian Vettel (54)
4.Mark Webber (51.5)
5.Kimi Raikkonen (40)
6. Nico Rosberg (30.5)
Her yazısıyla bizleri onurlandıran yarış dünyasının usta kalemi Kemal Kandemir, yine bizlerleydi. Kendisine buradan teşekkürü bir borç biliyoruz

13 Eylül 2009 Pazar

galatasaray-beşiktaş, kısa kısa...

iki kupanın rehaveti, teknik direktör yanlışlarıyla birleşince Beşiktaş ligin başında havlu atacak duruma geldi.
***
servet-emre aşık gibi fizik gücü sağlam savunmacıların arasına hazır olmayan, güçsüz nihat’ı atmak kenarda nobre dururken mantıklı değil ama Mustafa denizli yapıyor bunları.
***
arda’yı bugün kitleyen neden, denizli’nin ekremle yaptırdığı çağdışı adam markajı değildir tabi ki…
***
sabri’ye benim söyleyeceklerim önemli değil, en doğrusunu rijkaard maç sonrasında söylemiş zaten; taraftar yeniden bizim yanımızdaydı, 90 dakika desteklediler. en çok haz aldığım anlar sabri’ye bağırdıkları anlardı. sabri, sırtına motor takılmış gibi oynadı, 90 dakika koştu..
***
kaç maçtır iyi oynayan hakan arıkan’ın yerine oynatılan rüştü, korneri izleyerek ve üstüne gelen topu sektirerek derbinin kaderiyle oynadı...
***
50 dakika boyunca galatasaray’ın hızını ve pas trafiğini kesen rakip değil, organizasyon kabiliyetleri kısıtlı sarp-topal ikilisi oldu.
***
İkinci yarı başındaki tabata-fink değişikliği orta sahada zaten topa sahip olabilen takım için anlamsız, gereksiz bir değişiklik oldu. denizli diyorum...
***
Serdar Özkan ve bugün yaptıkları kesinlikle takdir edilmeli. İlk yarıda boş kaldığı kulvarında yeterince top alabilse galatasaray’ın başını çok ağrıtabilirdi. Maç boyunca da Beşiktaşın en iyi oyuncusuydu. Denizli nihat’ın arkasında durduğu kadar onu da korumalı…
***
Harry kewell hakkında not yazmasam allee kafamı kıracak; kewell seni sevmeyen ölsün…
***
Sokağa atılan milyon dolarlar önemli değil, güzel futbol iyi oyuncularla oynanır..bir takımda tabata fink’le değişirken, diğerinde arda çıkıyor elano giriyor...
***
Hala “Galatasaray şişecek, henüz güçlü bir takımla oynamadı” diyen arkadaşlara selam eder, gelecek haftaki Kasımpaşa maçını izleyin derim...
***

12 Eylül 2009 Cumartesi

estadio centenario

inönü stadının üst katında maç izlerken aynı anda ali sami yen'deki maçı da saraçoğlu'ndaki maçı da -çıplak gözle- nasıl izleyebilirsiniz? türkiye açısından abartmış oldum elbette ama bu durum uruguay'da dünyanın en güzel isimli kenti montevideo'da tarihi centenario stadyumunda sağlanabiliyormuş... stadın açık(!) trübünün en üst katında yakınlardaki central espanol ve miramar misiones stadlarında oynanan maçlar da izlenebiliyormuş...maçların aynı saatlerde başladığını farzedersek; tek bilet üç maç demektir...montevideo'ya gitmek vardı...
***

bu adam kim?

11 Eylül 2009 Cuma

michael beasley ve nba'de kafası dumanlı adamlar..

nba'de geçen sezonun draftının en popüler iki adamından biriydi Michael Beasley. mental olgunluğu yakalayıp arıza yapmazsa ligin en çok gelecek vadeden oyuncularından biri olmaya adaydı. beasley çaylak sezonunda adam olacağına dair iyi işaretler vermedi maalesef..öyle ki miami’deki koçu pat riley de, takımın süperstarı dwyane wade de sezon içerisinde beasley’in dengesizliğiyle ilgili bir çok demeç verip memnuniyetsiliklerini açıkça ortaya koydular. ama beasley uslanmıyor, son vukuatı da uyuşturucu olmuş. twitter sayfasındaki fotoğrafında yerdeki esrar fark edilince beasley acilen texas’da bir rehabilitasyon merkezine kaldırılmış. twitter’daki son postu da “i feel like the whole world is against me” tadında bir şey olmuş depresif gencin...
***
bu arada beasley ve uyuşturucu demişken nba’de son dönemde (10 yıl civarı) uyuşturucu kullanımından başı derde giren bir kaç adam sayıp bitireyim postu. yağmur adam shawn kemp’i başa yazmak lazım elbette...stephan marbury, ligden atıldıktan sonra tedavi olup geri dönen chris andersen hatta orlandolu rashard lewis bir dönem kafası güzel dolaşan diğer ağabeylerimizdi. bunlar aklıma gelenler tabi...bir ara lebron’un da lise yıllarında uyuşturucu kullandığı dedikodusu çıkmıştı, lebron inkar edince konu da kapanmıştı...bu postu chris andersen fotosundan daha iyi tamamlayacak kaç foto olabilir ki...
***

Baba beni Manchester'a gönder yazın, babanız menajeriniz olsun


Bu memlekette ne olursa babalardan oluyor zaten. Yıllarca siyaset arenasında Ispartalı bir baba herkesin anasını ağlattı, memleketin mafya babaları İstanbul'u boka çevirdi ve futbolcu babaları pek çok genç futbolcunun gelişimini kötü etkiledi.

Futbolcu babalarının en bilindik örneklerinin başında, 14 yaşındaki oğlu için taraftarı olduğu Fenerbahçe ve Galatasaray ile pazarlık yapıp 500 bin ABD$'ını cebine koyan Mehmet Belözoğlu ile her transfer döneminde oğlunu Fenerbahçe'ye pazarlamaya çalışan kendini menajer zanneden Sermet Şükür geliyor. Şimdilerde ise en popüler iki baba Matias Delgado'nun babası-menajeri Eduardo Delgado ve Sercan Yıldırım'ın babası Kenan Yıldırım.

Özellikle geçtiğimiz hafta milli maç arefesinde, futbolcu baba-menajerlerinin nelere yol açabileceklerini bir kez daha gördük. Öncelikle oğlu Milli Takım kampında olan baba Kenan çıkıyor ve "Fenerbahçe bizim için bitmiştir. Ben Galatasaraylıyım. O'nun da gönlünde Galatasaray vardı, ama devre arasında Manchester United'a gideceğiz" gibi bir açıklama yapıyor. 19 yaşında hakkında 8-10 milyon Euro'ların konuşulduğu, Manchester'lardan bahsedilen bir futbolcu, Milli Takımı'nın önemli bir maçında ilk golünü atıyor ama ertesinde bunun keyfini yaşamak yerine babasının açıklamasını yalanlamak zorunda kalıyor. Takiben futbolcunun menajeri olan ve Mehmet Topuz olayıyla menajerlik konusunda ne halt olduğunu ortaya koyan şahıs çıkıyor Kenan Yıldırım'ı yalanlıyor ve Sercan Yıldırım'ın Fenerbahçe'ye gitmeyi çok istediğini söylüyor. Tabi bunu söylerken özellikle Topuz olayında kırdığı(!) Fenerbahçe kulübünü bir güzel yağlıyor. Biz de henüz 19 yaşında olan, onun yaşındakilerin platonik bir aşktan bile hayata küsebileceği bir yaşta olan Sercan Yıldırım, Bosna-Hersek maçının 2. yarısında kurtarıcı olarak oyuna giriyor.

Herşeyi geçtim be Kenancığım, hayatın boyunca büyük ihtimalle yaptığın tek güzel şey bu çocuk olmuş, onun da pipisini koparacan. Açıklamalarındaki saçmalıklara gelirsek, hem "Galatasaraylıyız Fenerbahçe'ye gitmeyeceğiz" diyorsun bunun sebebi olarak da Fenerbahçe'nin sözlerinde durmamasını söylüyorsun. E hani Galatasaraylıydın niye masaya oturdun demezler mi adama? Ayrıca bir de Manchester United'a gönderecekmiş oğlunu. Gitse hepimiz her hafta Spormax izleriz de, Alex'in haberi var mı bundan be Kenan?
Ramazan bitti, tek gün oruç tutmadım, utanıyorum yaw :(

Türk futbolunda hack ve Osasuna


Türkiye'de oluşumunu tamamen internet sitesine borçlu Antu.com gibi bir örnek oluşmuşken, Çarşı ve ultrAslan forumları özellikle maç günleri ve transfer dönemleri hit yaparken, kısaca web siteleri taraftarların en önemli buluşma noktası olmuşken karşılıklı hackleme ya da "foruma sızma" aktiviteleri de önemli taraftar haşarılıkları (!) arasında yerini aldı bile. Özellikle birbirinin taraftar forumuna girip küfür yazma ya da kimliğini gizleyip alttan alta forumu karıştırma gibi süper zekice, bu adamların zeka düzeyini gösteren hareketlere kaç defa şahit olduğumu ben bile bilmiyorum.

Bu senenin top ligi La Liga'da, Osasuna da hackerlardan nasibini almış. Osasuna taraftarları, resmi sitelerini açtıklarında karşılarına takımın iki İranlısı Jawad Nekounam ve Masoud Shoujaei'nin kovulduğu haberi çıkıyor. Site yöneticileri kısa sürede ayılıp durumu düzeltiyorlar ama bu bile İran ve Osasuna taraftar forumlarında kısa süreli infiale yol açıyor. Gerçi kimin yaptığı ya da niyeti belli değil ama bizimkilerle kıyaslayınca biraz zeka kokuyor. Şimdi düşünüyorum da bizim memlekette, resmi site bir kere bile böyle hacklense, henüz haber düzeltilemeden; bütün haber kanalları flaş haber girer, kulüp binasının önünde kalabalıklar türer, taraftar siteleri kilitlenir, işin daha kötüsü haberlerin doğruluğu için sadece resmi siteye güvenen insanlarda şüphecilik tavan yapardı. Futbolcuya sorsan haber doğru mu diye, ondan da sağlıklı cevap alamazdın zira bizde birçok futbolcu açıklamalarında kovulduklarını televizyondan öğrendiklerini söylemişlerdi. Aman aman diyorum..
Hakeem Olajuwon vs Hakeem Olumustafabey

Friday, I'm in love..

Kasvetli bir gün bu seferki Cuma...Popüler metropol insanı deyimi “TGI Friday”in aksine..Hele ki başımızdan geçen kimin sorumlu olduğu bir türlü bulunamayan sel felaketinin üstüne herkesin içinde burukluğun en kötü hallerinden biri varken..

GS-Beşiktaş maçının da bu kıyametin, bu felaketin etkisinde olacağını biliyorum ama bu sabah kalkarken heyecanın güzeli kapladı içimi..Futbolla Bosna maçı üstüne barışma maçı gibi birşey bu..Takımların dizilişleri, oyun yapıları, kadroları bu sefer diğer senelerin aksine bambaşka..Son 9 senedir kadrolar bu kadar iyi olamamıştı her iki takım için..5 maçtır Beşiktaş Mecidiyeköy’de galibiyete hasretken güzel ve hırslı bir oyun beklemek Kartal sevdalılarının hakkı diye düşünüyorum..Oyun düzenini total futbola semah dönen:) futbolcuların oluşturduğu GS, rakibini puan farkı göz önünde bulundurulursa rahat karşılayacağa benzer..Yalnız önceki zorlandığı maçlarda karşısında bulduğu sert orta saha dizilişini bu sefer Panzerlerle oluşmuş gördüğünde ne yapacağı merak konusu...FR ın rotasyonu sürpriz her zamanki gibi ancak Ayhan’ın muhtemel olmaması takımı ileri taşıma açısından olumsuz bir etki yaratacaktır..Beşiktaş’ın hücumdaki eksikleri zaten bu sene eksik oldukları için Denizli’nin çok değişik bir alternatif çıkarmasını bekliyorum..

Beşiktaş’ın kader maçı olduğunu söyleyebilirim, zira alınan puan kayıpları üstüne GS’den alınacak bir mağlubiyet bütün hesapları değiştirebilir..Kafadan maçı bitirip kanepede ayak uzatan Denizli için koltuk sallantıları, medya için Beşiktaş’ı uykusunda boğmak için bir fırsat, GS tercümanı için yine değişik dillerden öz dile farklı esintiler...Timsahların da kanaryayla kendi evinde maçının olması haftayı daha da güzelleştiriyor..Haftasonu totalleşme, güzelleşme, yaşadığımız sıkıntıları da unutmadan, unutturmadan yaşamasını bilme ümidiyle..

bu yazı da yorumlarıyla bloga renk katan, konuk yazarımız Burkay tarafında yazılmıştır.

10 Eylül 2009 Perşembe

Sebastian & Mikko


Geçtiğimiz haftasonu dünya ralli şampiyonası Avustralya’da çok zevkli ve heyecanlı bir yarışa sahne oldu. Son 5 sene üstüste, her sene ortalama 8-9 yarış kazanarak ve rekorları üstüste kırarak (en çok yarış kazanan pilot -52 kez-, en çok şampiyon olan pilot -5 kez ve bir sezonda en çok yarış kazanan pilot -2008 yılında 11 kez yarış kazanarak-) şampiyon olduktan sonra 2009 sezonuna da hızlı bir başlangıç yaparak ilk 5 yarışı kazandı. Bu yarışlar sırasında 2. ve 3.’lükler alarak aranın açılmasını önlemeye çalışan Hirvonen tek rakibi gibi gözükmekteydi. Daha sonraki yarışlarda bu iki sürücünün yaşadığı herşey tersine döndü adeta ve Hirvonen yarış galibiyetlerinin altına adını yazdıran isim olmaya başlarken (sonraki 5 yarışın 4’ünü kazanıp –Avustralya dahil- 1’inde 2.oldu), Loeb puan farkını korumaya çalışan taraf olmaya çalışsa da bunu başaramadı.

Avuztralya yarışı öncesi Hirvonen 68 puanla lider durumdaylen Loeb onu sadece 3 puan geriden takip ediyordu. İlk iki günü 2.sırada Hirvonen arkasında tamamlayan Loeb son gün atağa kalkarak liderliği yarış içince ele geçiriyor ve yarışı 12 saniye önde tamamlıyordu. Şampanyalar patlatıldı ve Loeb puan farkını 1’e indirip son iki yarışta herşeyin sıfırdan başlamasını ve 4 yarışlık yarış hasretinin sona ermesini kutladı.

Ne olduysa bundan sonra oldu… Yarış sonrasında yapılan teknik inceleme sonucunda Citroen araçlarının kurallara uygun olmadığı tespit ediliyor ve alınan 1’er dakikalık ceza sonucu yarışı Hirvanen’in kazandığı, Loeb’in 2.liğe düştüğü duyuruluyordu. Açıkçası o an Loeb’ün yerinde olmak istemezdim. Tam herşeyi düzelttiğnizi düşünürken bir de bakıyorsunuz, hiç suçunuz olmayan birşeyden dolayı tüm çabalarınız boşa gitmiş… Citroen takım yönetimi de bu sebepten dolayı Loeb’den özür diledi, fakat iş işten geçmişti çoktan…

Şu anda takvimde 2 yarış kalmış durumda ve Loeb Hirvonen’in 5 puan gerisinde. Motor sporlarında her zaman geri dönüşlerin olabileceğini biliyoruz. Fakat ivme tamamen Hirvonen’e dönmüşken Loeb’ün şampiyonluk şansının da daha az olduğunu kabul etmek gerekiyor.
bu ralli yazısını da önceki formula yazısı gibi konuk yazarımız Kemal yazdı, yine teşekkür ediyor devamını bekliyoruz efendim..

9 Eylül 2009 Çarşamba

Günün Sözü: "Suç insanoğlunun" Kadir Topbaş


En son Avrupa Şampiyonası'na Bosna'yı yenerek gitmiştik. Bu sefer de öyle olmasını umuyorduk hep beraber..
Açıkçası maçın hemen başında attığımız golden sonra atak yiyeceğimiz çok açıktı. Kontrollü oyunu bir türlü hazmedemeyen bünyemiz bütün besinini tempolu ve kaotik oyundan alıyordu. Defansın ortasında Servetle defalarca beraber oynamış Emre Aşık - Emre Güngör dururken, Fatih Terim'in sırf Galatasaraylı ve Fenerbahçeli oyuncu sayısını eşitlemek için çağırdığı Önder Turacı'nın oynaması, defanstan top çıkarmakta dahi zorlanan Milli Takım'ın işini bir kat daha zorlaştırıyordu. Orta sahada yine Galatasaray'da oyununu her gün geliştiren Mustafa Sarp varken, ileride Milli Takım'a ve Trabzonspor'a çok şey katacağına inandığım ama henüz takımında bile yerini sağlamlaştıramamış Ceyhun Gülselam'ı oynatmak yine şapkadan tavşan çıkarma hareketleriydi. Yağmurdan önce nemini iyice arttırıp bunaltan ağustos havasının yağmurdan sonra rahatlaması gibi, yediğimiz gol sonrasında bir rahatladı oyun. Gerçi takım rahatlamamıştı tabi, aksine stresi artmıştı ki maçın henüz yarım saati oynanmış olmasına rağmen takım kaptanı ve teknik direktörünün hakem tarafından cezalandırılmasına diyecek hiçbirşey olmamalı. Ama Bosna'nın Türk Milli Takımı üzerindeki baskısı azalmıştı.

İkinci yarıya 2 kanat bekli 3-5-2'ye döndü takım. Bosna'nın bu taktikle oynamasının dezavantaj olduğundan bahsetmişti Fatih Terim daha önce, onları kendi silahlarıyla vurmayı düşündü. Açıkçası fena geçmedi 2. yarı. Rakip de pozisyonlar buldu biz de bulduk. Belki de en önemli eksiğimiz Burkay'ın da maçtan sonra dediği gibi yedek kulübemizde oyuna girişiyle etki yapacak bir oyuncumuzun olmamasıydı. Zaten 2 değişiklikle tamamlamış olduk maçı.

Bu maçtan sonra illa suçlu arayacak, Arda'yı, Gökhan'ı yerin dibine sokmaya hazırlanan insanlar geliyor gözümün önüne. İyisi mi maç hakkında pek kimseyle konuşmamak. Zira bu çocuklar bu insanların çenesini her kapattığında daha da bilenecek futbolun çirkin yüzü. Bu Dünya Kupası burada biter bence. Dünyanın izlemekten en keyif aldığım 3 oyuncusunu (Arda,Messi,C.Ronaldo) göremeyeceğim için geriye Fildişi Sahilleri'ne ve Avustralya'ya başarılar dilemek kalıyor sadece. Kader'de Keita'yı ve Kewell'ı desteklemek varmış.

8 Eylül 2009 Salı

aferin nuurii...

jasikevicius, macijauskas, siskauskas gibi yıldızların yokluğunda litvanya karşısında iyi konsantre olmuş türkiye elbette favoriydi. faullerdeki yüksek yüzde ile beraber ikinci yarıdaki agresif potaaltı savunması maçı bize getirdi. semih, oğuz ve ömer aşık'ın ikinci yarıda yaptıkları önemli. hidayet ve ersan kendi standartlarında oynadılar, daha fazlasını da istemeye hakkımız var. sinan güler'e de galibiyet için ayrı bir takdir parantezi açmak lazım. yarın bulgaristan'ı da yenersek fevkalede bir başlangıç yapmış olacağız. bu arada ntv'de maçı murat murathanoğlu sundu, ihsan bayülken yorumladı. murat abimize saygımız sonsuz ama kaan kural polonya'da değil mi acaba? hastası olduğumuz ses murat kosova'nın çocuğu doğacak diye şampiyona akreditasyonu yapılmamış. çocuğu da şampiyona başlamadan doğmuş...allah analı babalı büyütsün diyelim...annesi şebnem kosova, babası murat kosova olan çocuk nerden baksanız şanslı çocuktur...
***

7 Eylül 2009 Pazartesi

robert enke ve fenerbahçe kalesi

robert enke'yi hepimiz 3 gol-10 gün'lük fenerbahçe macerasından tanıyoruz. barcelona'ya giden rüştü'nün yerine barcelona'dan gelen enke, 10 günlük (!) uyum dönemini atlatamadığından takımdan gönderilmişti. enke 2005 yılından beri hannover'in kalesinde ve sepp maier, bodo illgner, andreas kopke, oliver kahn ve jens lehmann'dan sonra alman kalesi için en büyük aday. teknik direktör löw'ün de şimdilik ilk tercihi tim wiese ya da rene adler değil, robert enke.
***
robert enke demişken, ilginç bir istatistiği de not etmek istiyorum; toni schumacher'den sonra fenerbahçe'nin 20 yılda dışardan ithal ettiği tek kaleci var, o da robert enke. 1989 yılından sonraki fenerbahçe kalecilerini sıralayacak olursak; engin ipekoğlu, rüştü reçber, robert enke, recep biler ve volkan demirel. yani 20 yılda 5 kaleci. hadi serdar kulbilge'yi de sayalım; 6. diğer büyüklerimiz beşiktaş ve galatasaray'a göre korkunç bir istikrar demektir bu. zira galatasaray da beşiktaş da, 20 yılda 11-12 kaleci değiştirmişler. tabi bunlar aklıma gelenlerle sayabildiklerim.
***
merak edenler için beşiktaş ve galatasaray kalecilerini aşağıda sıraladım;

beşiktaş: jaroslaw bako, fevzi tuncay, ike shorunmu, raimond aumann, marjan mrmic, peter kjaer, mattias asper, vedran runje, oscar cordoba, rüştü reçber ve hakan arıkan ile toplam 11 kaleci. hatırlayamadıklarımı yorumlarda ram'dan bekliyorum.
galatasaray: zoran simovic, hayrettin demirbaş, gintaras stauce, volkan kilimci, mehmet bölükbaşı, claudio taffarel, faryd mondragon, orkun uşak, aykut erçetin, morgan de sanchis ve leo franco.
***

Yine eleştirmen rolünde


Medya kehanetlerinin gazına geldiğim sanılmasın lütfen, öylesine bir sinaps oluştu kafamda.

En son bundan 1 sene küsür zaman önce, Mustafa Denizli, Beşiktaş maçlarının değişmez yorumcusu haline gelmiş; Beşiktaş bu takıma 10 çekmeliydi, şu takımı sahadan silmeliydi gibi ilginç yorumlarla Ertuğrul'a hafiften sallamıştı. Bir yandan da göreve talip olduğuna dair zarf atmıştı kimilerine göre.

Bugün okuyorum ki, Bosna'yı haşat etmeliymişiz Denizli Hoca'ya göre. Hadi hayırlısı...

6 Eylül 2009 Pazar

lucarelli demirspor'a..

adana demirspor-livorno maçı hakkında yazmıştık kaç zaman önce..az önce ntvspor'da livorno'nun sembol futbolcusu lucarelli ile yapılan röportajı izledim..bi gün fırsat olursa demirsporda oynamak isterim diyor lucarelli..süper lig'e çıkmış bir demirspor'da, yoldaş lucarelli'nin endüstriyel futbola atacağı çalımları izlemek isteriz elbette..resim yanlış anlaşılmasın, ricamdır..
***

arjantin-brezilya

ben dahil olmak üzere çokları için dünya kupası iki takımın varlığıyla daha bi anlamlıdır..arjantin ve brezilya..yaklaşık 2 saate başlayacak iki takımın eleme grubu maçını beklerken biraz maziye dönmek istedim, dünya kupaları tarihini araştırdım..iki takımın en son dünya kupası düellosu 90 italya'ya denk geliyor..gruplardan sonraki ilk eleme maçı..arjantin'in kadrosu sorulmaz elbette, tanrıların tanrısı maradona'nın etrafında şekillenmiş yıldızlar topluluğu..kalede yıllar sonra eşcinsel olduğu ortaya çıkan dev kaleci sergio goycochea, sonra jorge burruchaga, juan simon, claudio caniggia ve maradona..brezilya takımı 90'ları kasıp kavuracak yıldızlarını sahneleyememiş o zaman..80'lerdeki efsane zico, sokrates, falcao ve eder yok artık..yerlerini dolduracak ramario, bebeto, ronaldo, carlos'lu zamanlar da bi kaç yıl sonra..kötü zaman yani..kadroda bugünün teknik direktörü dunga da var..branco, careca, müller eldeki yıldızlar..94'ü kasıp kavuracak bebeto, ramario, aldair, mazinho kenarda pişiyorlar daha..takımın başında da çok iyi tanıdığımız sebastiao lazaroni..ali şen'in 3-5 ay dayanabildiği, trabzonspor'un adına hasta olup takımın başına getirdiği sonra da kovup ziya doğan'ı getirdiği lazaroni..goycochea'nın yıldızlaştığı maçta caniggia 80'de adını skorborda yazdırıyor ve arjantin sonradan ağlayarak veda edeceği kupadaki macerasına devam ediyor..19 yıl önce iki takımın da ortasahadaki beyinleri olan maradona ve dunga iki saat sonra teknik direktör olarak takımlarının başında olacaklar..sonuç ne olursa olsun, iki takım da gelecek yaz afrika'da olur inşallah..fotoğraf da19 yıl önceden bir ortasaha mücadelesi değil elbette..
***

5 Eylül 2009 Cumartesi

Sıkışmadan işemeyenlerin takımı..

Tuvalete gitmeden önce iyice sıkışmayı bekleyen, hatta okuldan eve dönünce çiş kaçmasın diye pipisini tutup doğruca tuvalete koşan çocuklar büyüyünce, sıkışmadan işeyemeyen bir toplum çıkıyor ortaya.
Bizimkiler puana sıkışınca, en sonunda çok keyifli bir Milli Takım maçı izleyebildik. Sahaya çıkan takım Kazımlar hariç üzerine çok da tartışılamayacak bir takımdı benim için. 4 defans oyuncumuzun arasındaki Estonyalı, hemşerim Gökhan'ı çok kolay şekilde atlatarak attı golünü. Gökhan maden diyelim de yedek kulübesinde O'ndan daha iyisi olmadığı sürece yapacak birşey yok elbet. Milli Takım çok ciddi anlamda tempoyu yükseltti golden sonra. Ardarda goller kaçtı. Arda-Emre-Hamit ve Tuncay gibi önemli futbolcular çok formda olunca gollerin gelmesi kaçınılmaz oldu.

Maçla ilgili birkaç oyuncuyla ilgili özel yorum yapmak istiyorum.

Öncelikle Kazım Kazım, Fatih Terim'in oğlu olduğunu çıksın açıklasın artık. Fatih Hoca bu herifi yavşak olduğu için açıklamıyor eminim bundan. Ama babalık duygusuyla Milli Takım'a çağırıyor. Hani arkanda daha önce beraber oynamadığın Sabri oynar, başkası oynar, önüne kaçamazsın pas alıp veremezsin anlayabilirim. Takımdan arkadaşın Gökhan'ın oyununu nasıl bu kadar piç edersin. Gökhan bas bas bağırdı kaç defa koş önüme diye, ama bizim Kazımlar forveti çiftlemeye çalışıyor ısrarla. Kontrollü deney yapalım istiyorum. Bir maçlığına Gökhan'ı bizim Keita'nın arkasına koyalım, bir başka maçta da Sabri-Kazımlar ikilisini koyalım. Böylece aradaki fark eldekinin ne kadar kötü olduğunu ortaya koysun. Şimdi yerine Türk olarak kimi koyalım derseniz de tek isim Gökdeniz Karadeniz. Hani günahım kadar sevmem, bence Türk futbolundan silinmesi gerekirdi bahis skandalından sonra. Ama madem silmedin, madem öyle bir karakterin yok, o zaman oynat şu adamı işte. 1-2 hafta önce Spartak Moskova maçında izledim. Rubin Kazan perişan ederken Spartak Moskova'yı Gökdeniz nasıl akıyordu sağdan, izleyen olmadı mı benden başka bilmiyorum.

Sercan Yıldırım bugün çok etkili oynadı bence. Ama böyle bir maçta son vuruşları daha etkili bir adamı sahada ya da yedek kulübesinde görmek daha rahat tutardı içimi. Ama Semihsizlikle boş kaldı yedek kulübesi. Bu sefer de Fatih Tekke geldi aklıma. Ne inat ediyosun be Fatih Hocam dedim, cümlemi tamamlamadan iki vuruşta golünü attı Sercan. Golünü attı atmasına da yapmasaymış keşke bu zor maçta kendisine güvenen Fatih Hoca'ya koşma mevzusunu. "Eyvallah Fatih Hocam, cesaret ettin oynattın beni, ama ben de seni mahçup etmedim, sana koşmama gerek yok" diyebileydin. Golü yaratan Arda Turan'a koşsaydın onun yerine ya da tribünlere, Türk Halkına mesela. Neyse olacak o kadar diyelim 10 Milyon Euro'luk süperstarımıza.

Arda Turan farkı kendi yaratıyor zaten, her kelime az olacak ona. Dikkatimi çeken en önemli nokta ise, Mleda Boleslav maçından sonra yaptığı açıklamada en büyük eksiğim şutlarım demişti. Bu seneyi buldu düzeltmesi. Tesadüf müdür, Rijkaard-Neeskens'midir bilemiyorum. Ama inşallah tesadüftür diyelim ki uğurlu gelsin Avrupa Ligi'nde.

Emre Belözoğlu çok çok iyi oynadı bugün. Hamit ile birlikte, aralarında vasıfsız koşturan oyuncu olmadan da orta saha kurulabileceğini gösterdi, Xavi-Iniesta ve Lampard-Gerrard delilerine.

Tribünler ise gayet doluydu, Meksika çabası da bir o kadar eğlenceli. Ama insan düşünmeden edemiyor, böyle stadın var, ligde top oynayan takımın var, bu kadar da futbolsever var. Neden doldurmuyosunuz bu tribünleri diye.

Daha da uzatmaya gerek yok, çarşambaya kadar sefasını sürelim bu galibiyetin. Darısı Bosna maçına artık.

baba-oğul-96 ruhu..


Bugün Levent Tüzemen yazınca farkettim, yabancı futbolcuların Türkiye'de doğan çocuklarının milliyetini açıkçası heyecanlandım da. Düşünsenize Hagi'nin oğlu Türk vatandaşı sayılabiliyor. Bu Nuh'un Gemisi Ağrı Dağı'nın tepesinde olmasından daha gerçek birşey. Eğer futbolun bir Tanrı'sı varsa İsa'sı (Ianis Hagi) Türkiye'de doğdu. Teslisi (Üçleme) tamamlamak için meşhur 96 ruhunu çağıracağız, isteyen kahve fincanını kapsın gelsin..
Ramazan Ramazan çarpılacaz o olacak

bahs-i mevzu

superbahis.com sitesi Avrupa Ligi oranlarını açıklamış. Buna göre Galatasaray ve Fenerbahçe'ye 1'e 30 oran verilmiş. Bu oranla 36 takım arasında ilk 12'de yer alıyorlar ve Bilbao,PSV, Genoa gibi takımların üzerinde, Lazio-Ajax ve Hertha Berlin'le aynı şansı paylaşıyorlar. Geçen senenin şampiyonu, Sivas fatihi Shaktar, Luce'nin ışığı altında daha düşük oran almış tabi. Hele bir gruplardan çıkalım da diyorum ben hala. Malum, henüz ligde güçlü takımlarla oynamadık, sene bitince de 5 kere oynamış olacağız en fazla..
Resim "jeux d'enfants" filminden. Bahse girmek diyince aklıma geldi. Kupa yerine filmdeki gibi bir kutu mu verseler kazanana..
fanfana bişeyler geçiyor aklımdan

Yorke

"Yorke Yorke Yorke Yorke, Dwight Yorke" diye tempo tutmam 2000 yılı CM'sini oynarkene denk gelir. O zamanlar Nobre yok ortalıklarda tabi. Manchester United'ın Cole - Yorke ikilisi süpürüyor ortalığı. "Yıllar ne çabuk geçiyor" geyiğine bir halka daha eklendi ve futbola veda etti Dwight Yorke. Ekürin Andy Cole Kasım 2008'de bırakmıştı futbolu, Jordan'dan da ayrılmışsın zaten CM de FM olmuştu çoktan. Bırakmanın vakti daha ne kadar gelsindi..
Şampiyonlar ligi armasını özledim ben formalarda yaw :(

4 Eylül 2009 Cuma

Formula 1 – Belçika GP’inin Ardından


Son yıllarda alıştığımız kıran kırana mücadelenin aksine bu sene Formula 1 tek ve beklenmedik bir takımın hakimiyetiyle başladı. Brawn GP ilk yarışı kazandığında büyük takımların birkaç hamleyle onları geçeceği ve yine klasik McLaren - Ferrari çekişmesine sahne olan bir sezon geçireceğimiz öngörülüyordu. Fakat üstüste gelen Button galibiyetleri ve onları zorlayabilen tek takım olarak Red Bull’un ortaya çıkması sonucu bu sezonun sıradışı geçeceği birkaç yarışın ardından belli oldu.

İlk 7 yarışı 6 galibiyet ve 61 puanla sıralamada birinci götüren Button, şampiyonluk yolunda en yakın rakibini neredeyse ikiye katlayarak rakipsiz bir şekilde mutlu sona ilerliyor gibi görünüyordu. 7. yarış olan Türkiye’de sezondaki son galibiyetini alan Button, daha sonraki 5 yarışta sadece 11 puan toplayarak eski vasat günlerine geri döndü adeta. Uzun yıllardır F1’i takip eden biri olarak yaklaşık 10 senedir izlediğimiz ve bir türlü vasatı aşamayan böyle bir sürücünün, diğerlerine göre çok üstün bir araçla şampiyon olmasına gönlüm hiç razı gelmediği için bu düşüş beni çok üzmedi aslında.

Bu sırada diğer şampiyonluk adayları; Barichello, Vettel ve Webber de çok iyi bir performans sergilemedi açıkçası bu 5 yarışlık periyotta. Button’la olan arayı her ne kadar bir nebze kapatmış olsalar da hala ciddi bir avantajı elinde bulunduruyor Mr. Button.

Şampiyona adaylarının döküldüğü bu süreçte son 3 yarışta parlayan bir yıldız vardı, ki kendisi benim en saygı duyduğum sürücülerin başında gelir; Raikkonen. Kimi, aktif F1 Sürücüleri içinde hemen hemen tüm otoritelerin görüş birliği vardığı şekilde açık ara en iyi pilot olmasına rağmen konsantrasyon ve disiplin sorunları nedeniyle bugüne kadar sadece tek bir şampiyonluk alabildi. Bu sene de kalan 5 yarışı kazanamazsa (ki kazansa da Button ve diğerlerinin puan kaybetmelerini beklemek durumunda kalacak.) şampiyonluğu muhtemelen kaçırmış durumda. Ferrari, tüm kayanaklarını ve enerjisini 2010 yılındaki arabayı geliştirmek için aktardığını açıklayalı 1 ayın üzerinde bir zaman oldu. Bu zaman sürecinde 2009 aracında pek bir gelişme olmadı aslında. Ve ayrıca kendisinin Ferrari’deki geleceği ile ilgili bir sürü dedikodu varken (Alonso’nun Kimi’nin yerini alacağı ve seneye Ferrari’de yarışacağı dedikoduları), Raikkonen çıkıp önce Macaristan’da 2., sonra Valencia (Avrupa GP) 3. ve en son favori pisti Belçika SPA’da (ki bu son galibiyetle buradaki toplam zafer sayısını4’e çıkarmış oldu) 1. olarak kendisini Formula 1 dünyasına tekrar hatırlattı.

Raikkonen’in tekrar başarılar elde ettiğini görmek açıkçası beni çok sevindirdi. Son yıllarda hızla profesyonelleşen ve tekdüze bir hal almaya başlayan F1’de eski zamanlardaki gibi eğlence için hız yapan, Ralli ve diğer motor sporları organizasyonlarına katılan, sahilde sarhoş olup sızacak kadar alkol alıp sonraki hafta yarış kazanan böyle bir kişilik bence Formula 1’e büyük renk katıyor. Button, Barichello, Webber, Trulli gibi vasat ve sıkıcı pilotları izlemektense, Raikkonen, Vettel, Hamilton gibi hızlı, genç, galibiyet odaklı ve bir sıra yükselmek için elinden geleni yapan pilotları izlemek çok daha keyifli.

Tekrar bu sezona geri dönecek olursak, ben bu seneki şampiyon adayları arasından en şanslını hala Button olarak görüyorum. Ama yarışlardan 2-3 puan alarak şampiyon alması da çok zor. Button, Webber ve Barichello 3’lüsünden biri son 5 yarışta iyi bir istikrar yakalarsa şampiyon olma şansı hala var. Raikkonen ise 2005 yılında Alonso’nun şampiyonluğu sırasında verdiği mücadele ile, 2007 sezonunda ve son 2 yarışta yaptıkları ile gönüllerin şampiyonu olmuş durumda zaten. Fakat bu sene tren çoktan kaçmış görünüyor onun için. Alınacak 1-2 yarış galibiyeti ve sezonu ilk 3 içinde tamamlamak, bu sezon için en iyimser şey olacaktır sanırım kendisi için.

Önümüzdeki hafta yine çok güzel bir yarış bizleri bekliyor; İtalya-Monza. F1’deki en hızlı pist olmasının yanında seyircisiyle de ünlü bir pist. Bu yüzden Formula 1 oyunlarında da benim favori pistlerimden birisi olmuştur hep. Son birkaç yarıştaki çekişmeyi bu pistte de yaşanması en büyük dileğimiz. Umarım seyir zevki yüksek, bol çekişmenin ve geçişin olduğu bir yarış izleriz bu yarışta ve tekdüzelikten biraz olsun kurtulur Formula1...


güzel analiz için konuk yazarımız Kemal'e teşekkür ederiz.

3 Eylül 2009 Perşembe

O Forma İçin Biz Ölürüz Siz Savasin Yeter Derken?


Bu sezon iyi basladi fenerbahce icin; puan kaybi yok, devre arasi ilac gibi geldi vs... oyuncularin, yonetimin gecen seneyi unutturmak icin bir caba sarfettiklerini gorebiliyoruz. takim futbolunun daha iyi olacagi dusuncesi var herkeslerde; bu guzel... tribunler de iyi basladi. stadin yapimindan beri bolunmus olan taraftar gruplari biraraya getirildi ve adina taraftar tribunu dendi?! oraya gelen herkes taraftar degilmiydi peki? aziz yildirim, ali koc taraftar degilmiydi? aziz yildirim semihin golundeki sevinci taraftar oldugunun ispati degilmiydi? ee neden taraftar tribunu dendi ozaman? cevabi acik taraftar tribunu disinda oturanlarin fenerbahceyi seven ama skora bagli yaninda duran fenerium musterileri oldugu icin oraya oyle dendi. onlarin da biz forma aliriz siz savasin yeter pankarti asmalari gerekiyor. ayaga kalkmayan cimbomlu olsun uyarilarinda bile kalkanlari "beyler oturalim mac izliyoruz" diye uyaran adamlarla tribunler ancak bu kadar guzel olur, ne diyelim! fenerbahcenin tribun profili artik boyle, bu adamlar isgal etmis oralari...

ikinci bir konu bilet fiyatlari bu konu kapanmis gibi gorunuyor... ben yine acayim, insanlar sivas macina geldi diye yonetim hakliymis gibi gorundu. yonetim tamamen haksiz degil. ilerleyen maclar icin bir orta yol bulunmali. benim onerim ucaklarda yapilan uygulamayi stada uyarlamak. erken gelen kapsin ucuz bileti. desinler 20bin biletmi satiyorsun kardesim. bunun 5bini 5 kurus, 10bini 10kurus kalani 15kurus diye...neyse iste o forma icin oturarak da olmeyi tercih edenlerin oldugu, son parasini fenerbahce icin harcayan adamlarin da oldugu garip bir cumhuriyetiz.