30 Ekim 2009 Cuma

Hop Hop altın top


Alfabetik sırayla altın top adayları:

Michael Ballack (Germany), Gianluigi Buffon (Italy), Iker Casillas (Spain), Cristiano Ronaldo (Portugal), Diego (Brazil), Didier Drogba (Côte d'Ivoire), Michael Essien (Ghana), Samuel Eto'o (Cameroon), Steven Gerrard (England), Thierry Henry (France), Zlatan Ibrahimovic (Sweden), Andrés Iniesta (Spain), Kaká (Brazil), Frank Lampard (England), Luis Fabiano (Brazil), Lionel Messi (Argentina), Carles Puyol (Spain), Franck Ribéry (France), Wayne Rooney (England), John Terry (England), Fernando Torres (Spain), David Villa (Spain)i Xavi (Spain).

23 adamdan 6sı Barsalı; bir o kadar da İspanyol oyuncu sayısı; dörtte birden daha yoğun! İstatistik canavarlarımız bunun da bir rekor olmadığını mı söyleyecek bize? Favorim elbette Messi, bence bu sene zaten sekme ihtimali de zayıf. CR'ye giderse haksızlık olur, adam 08'de en iyiydi ama geçen sene dünyanın gördüğü en büyük performanslardan birini yaptı Leo. 3. bir opsiyon düşünen varsa lütfen söylesin, görelim..
bu bir geri dönüş mü?

26 Ekim 2009 Pazartesi

ufak bir düzeltme

beşiktaş; kürkçü dükkanıdır

mümkün olduğunca akl-ı selim maç yazısı..


Maç yazisi için yatismayi bekledim öncelikle, zira maçi izledigim ortamda tamamen Galatasaraylilar olarak sinerjik sekilde sövüyorduk ve durumun Fenerbahçeliler tarafinda da ayni sekilde olduguna eminim.
En son söyleyecegimi en basta söyleyim. Her ne kadar maçin kaderine etki eden yanlisliklar yapilmis olsa da, benim için önemli olan Galatasaray'in futboldur. Ondan tatmin olmadigim sürece hakemden ve yasanan rezilliklere suçu yüklemek, maçtan sonra "mevdiven, mevdiven" diye bagirmak kadar olmasa da, bahane bulmaktir.
Maç baslamadan önce Galatasaray kaptaninin karambole alinmasiyla baslayan ve yan hakemin kasinin yarilmasina giden sürecin federasyon tarafindan nasil degerlendirilecegini merakla bekliyorum. Tahminin Gerets'in kasinin yarildigi dönemki kadar ufak cezalarla geçistirilmesi yönünde. O zaman da faydasiz tepkilerimizi ortaya koyacagiz bu sayfada..
Maçin hemen basinda Milan Baros'un 2 ay sahalardan uzak kalacak olmasina yol açacak arkadan müdahale sari karti, maçtan önce Arda'yla kapisan Christian'in savurdugu yumruk (ki bugün hiçbir gazetenin bahsetmemesi oldukça manidar) ise kirmizi kartlikti. Yan hakemler tamamen rezaletti, Fenerbahçe'nin ofsayt olmayan pozisyonlarini keserken, ofsayt olan golünü ve penalti olmayan pozisyonunu (ki bu pozisyon da Leo Franco zaten yapacakti penaltiyi) göremediler. Bünyamin Gezer için maç basinda beklentim, karakterinin zayif oldugu ve kolayca baski altina alinip eyyam uygulayacagi yönündeydi. Bekledigim gibi oldu, insallah Sami Yen'e de verirler de biz de faydalaniriz etinden sütünden.
Oyuna dönersek, Galatasaray maçi ilk 10 dakikada yedigi baski ile kaybetti zaten. En azindan 10 dakikada sert müdahalelerle ataklari orta sahada eritebilseler, ve tempoyu biraz düsürebilseler, maça hakim olabilirlerdi. Ama hersey Daum'un planladigi gibi gelisti. Kavgadan sonra ilk 11'e alinmamasi gereken Arda, en silik toplarindan birini oynadi. Sag kanatta Gökhan Gönül ve Mehmet Topuz'un arasindan çikmaya çalistigi her pozisyon topu kaptirdi. Fenerbahçe Kazim'i forvete sürerek agir Galatasaray defansini geriye gömüp, sagli sollu sikistirmayi basarirken; hareketsiz kalan Nonda sayesinde dengesi bozulmayan Fenerbahçe defansi Keita ile Arda'ya karsi da sürekli derli toplu kalabilmeyi basardi. Keza Kewell'in girisiyle, Galatasaray'in maç boyunca kullanmadigi bir sol kolu oldugu ortaya çikti.
Maç bitiminde Rijkaard'in açiklamalarinda ilgimi çeken 2 nokta oldu. Birincisi, Keita'nin oyundan çikisinin ve Arda'nin gerginliginin maçin kaybedilmesindeki etkisinden bahsetti. Ikincisi olarak ise Ligtv'ye birgün mutlaka Fenerbahçe'yi burada yenecegiz dedi. Kaybedilen sadece bir maçtan öte bizim için, O da bunun farkinda ve uzun vadeli hedefleri var Galatasaray için. Bu gecenin sonunda yüzüme tebessüm ekleyen tek gelisme.
Bi de feer pileycilere söz söylemek lazim yaziyi bitirmeden. Dinamo Bükres maçi sonunda, Ali Sami Yen hoparlörlerinde sonunun hangi küfürle bitecegi biline biline, "Ayva çiçek açmis" çalan Galatasaray da, dünkü maç sonunda "Binnaz, Mor Menekse" çalan Fenerbahçe de cezasiz çikacak bu islerden. Taraftar organizasyonlarina kimse bisey demiyor elbet ama akli selim yönetimlerin alet olmamasi gerekiyor. Herkes kapisinin önünü süpürsün önce.
Aptullah Kuranyi Kütüphanesi

25 Ekim 2009 Pazar

farkımız burada!!!


bunu hiç bir blogta göremezsiniz. 7saat önceden derbinin skorunu veriyoruz. ne aceto ne penne ne papazın çayırı ne chao ne de başkası. cezayayı olarak son 15yılda 2tarafında en keyif alacagı derbi olarak gördügüm maçın skorunu önceden vererek keyfi biraz olsun düşürecegim, affola...

FB:5

GS:2
edit: arkadaşlar özür dileriz. sizlere bomba bir haber vermek istemiştik. haber kaynagımız bizi yanılttı. haber kaynagımız tam tersi bir skor verseydi de onu da yayınlardık. blog dünyasında böyle riskler almak durumunda kalabiliyoruz. tekrar özür dileriz. bundan sonra daha sağlam kaynaklara göre haber yapacagız.

22 Ekim 2009 Perşembe

lugano'nun bilinmeyen yönü




biz fenerbahçelilere göre savaşçı, mücadeleci, hırslı, kaybetmeye tahammülü olmayan totamız luganomuz sahadaki sert futbolu ve sinirli hareketleriyle rakiplerimize hiç sempatik gelmiyor, doğrudur ben de olsam sevmezdim... uruguay forumlarında takılırken lugano'nun sahada hiç göstermediği vicdanına rastladım. fotoğraflar bir transfer görüşmesinde değil, diego'nun doğup büyüdüğü kente çocuk bakım merkezi kurulması için belediye başkanıyla görüşmelerinde çekilmiş. çocukların bakımlarını ve eğitimlerini sağlayacak tesisin kurulması için fikir de maddi destek de lugano'dan gelmiş... nerede bir hasta olsa kulupten aldığı formayla soluğu orada alan, gazetecilere pozlar veren milli oyuncularımız da lugano'yu örnek alıp böyle işlere imza atsalar...

15 Ekim 2009 Perşembe

trapanolar yeşil sahada




malum durumumuzdan boş durmayalım dedik, aile soyağacımızı araştıralım dedik. araştırma sonunda hem sevindirici hem de üzücü haberler ele geçirdim. soyağacımızın italya dalındaki di trapano ailesi de bizim gibi futbola çok ilgili, öğrenince çok mutlu oldum. ağaç sağlam dedim. sadece cezayayında değil, aynızamanda cezasahasında, santrada da varız trapanolar olarak. üzücü habere gelince; ailemizin belki de futboldan en çok anlayan adamı, resmi olarak en çok gol atan adamı, italya alt liglerinin efsane ismi, terracina ve formia kulüplerinin gözbebeği yetenekli futbolcu, büyük teknik direktör piero di trapano vefat etmiş...curva coni taraftar grubunun dediği gibi: ciao piero çav büyük kuzen... catenaccion hiç açılmasın...


14 Ekim 2009 Çarşamba

yersiz yerli


Milli takım hocası yerlimi yabancımı olmalı? bence yabancı olmalı. 1.sebep: çünkü bu yükü kaldıracak bir yerli hoca kalmadı. ertuğrul diyorlar? henüz "e.sağlam" bile denilmiyor. beşiktaşta yapabildikleri ortada. a.avcı diyorlar, henüz taraftarı olan bir maçta hocalık yapmadı. ya seyircisiz olimpiyatta yada m.o. florya tesislerinde... bülent uygun ya çıkarsa? hep beraber gülüyoruz. yılmaz vural "talibim" diyor? hocamızsın canımızsın boşver...
peki 2.sebep? türk futbolunun en başarılı türk hocaları fatih terim, m.denizli'ye bakıyoruz. profesyonel bir ekipleri yok; hepsi futbolculuklarına birşey diyemeyeceğimiz oğuz,metin,tayfur,sergen,ünal,hami,ogün,ümit,abdullah... hiçbiri ciddi bir antrenörlük eğitimi almadan jübilede arkadaşlarının omuzlarından kulübeye geçiyorlar. hiçbiri laktak testinin sonucuna göre hangi programı uygulayacagını bilmiyor. belki düzgün bir eğitim alsalar çok iyi antrenör olacaklar. teknik adam demedim, 2. adam dedim. nedense her yıldız t.direktör olacak diye bir kuralımız var... belki yetenekleri bu yönde değil? mesela yeteneksiz futbolcu bülent korkmazın müthiş bir çalışma disiplini vardı. taktiği belirleyemeyebilir ama takımı iyi çalıştırır.
daum'un ekibine bakıyoruz: müthiş kondisyoner koch, uefa prolisans sahibi antakyalı antrenör ayhan tumani...
rijkaardın ekibine bakıyoruz: antrenör neeskens, adını bilmediğim 2 kondisyoner.(neeskens yukarıda söylediklerime müthiş bir örnektir)

yani demek istediğim profesyonel ekibiyle gelecek yabancı kurt bir hoca milli takımda başarılı olur. yaşlanmasalardı milutinoviç, beenhakker, trapattoni gibi dünyada karizması olan hocalar süper olurdu.
"milliyetçi bir insan olarak türk hoca isterim" diyen arda'ya ve aynı fikirde olan insanlara; aurelio ve kazıma niye karşı değilsiniz? rijkaardla bir sorunun mu var arda? milliyetçi olarak avrupada ne yapacaksın arda? diye sorarım.

ilginize bilginize..

11 Ekim 2009 Pazar

hangisi muhsin?


açıkcası muhsin ertuğralı CM oynadığım yıllarda kaizer chiefsi çalıştırırken duymuştum. fotografını falan hiç görmemiştim. muhsin ertuğral deyince aklıma sağdaki gibi bir adam geliyordu. imza töreninde görünce çok şaşırdım, mecnun odyakmaz yeni hocamız: gordon hullgate deseydi kimse birşey demezdi. yılmaz vural-güvenç kurtar-ümit kayıhan dönüşümüne girilmemesi açısından doğru bir tercih bence. lige renk katacaktır ingiliz görünümlü mısır isimli türk pasaportlu teknik adam.

8 Ekim 2009 Perşembe

Fifa 2010


Haftasonu Curly ve Cyrex ile birlikte yeni bilgisayarımı aldıktan sonra, uğramışken Yazıcıoğlu'ndan 3-5 oyun aldık. Malum, ekran kartı performansı deneme vs gibi nedenlerle. Bunların arasında malesef, PES 2010 tamamlanmadığı için, FIFA 2010 vardı. diğer yanda PES 2010 demosunu indirdik, aynı günde ikisini birden oynayıp, naçizane bir kıyas yapalım dedik.

Bazı oyun eleştirmenlerinin dediği gibi "FIFA PES'e kaptırdığı koltuğu bu sene geri alacak" gibi nağraların tamamen desteksiz olduğunu, PES'in yeni AI'sine ve eskisinden daha hantal oynanabilirliğine karşın, halen FIFA'dan kat be kat üstün olduğunu gördük. Futbol mantığı olarak, oyun vizyonu ve yapabileceğiniz şeylerin kısıtlılığı açısından halen çok zayıf kalıyor FIFA. Bununla kast etmek istediğim şu: European Championship 1992'yi oynamışlarınız çoktur. Çok güzel ve sevimli bir oyun olmasına rağmen, yapabileceğiniz şeyler çok sınırlıdır. Son derece iki boyutludur oyuncunun seçenekleri. Bu nedenle de futbol olarak değil, bir bilgisayar oyunu olarak değerlendirilmelidir. Tabii ki onun kadar değil, ama bu oyunda da böyle bir sıkıntım var benim. Nedense 2000'lerin başından bu yana her sene sanki geriye gitmeye devam ediyorlar gibi geliyor bana.

Üstüne, PES'in sadece demo versiyon olmasına rağmen, geniş açı grafiklerde de rakibine taktığını gördük biz. Yakın çekimlerde çok hoş ve gerçekçi olmasına karşın, tam saha görüntülerde Akçaabat Sebat stadında oynanıyor görüntüsü veriyor, büyük bir eksi!

Sözün kısası, benim değerlendirmem eski güzel günlerin hatrına 10 üzerinden 6. Adının hatrına sınıfı geçiriyor, PES çıkana kadar beni oyalama görevini kendisine bahşediyorum.

biz de sana bayılıyoruz natalin


Sports Illustrated’e poz veren ilk Türk kızı olan Natalin Avcı Antakya yemeklerine bayılırmış.
Ağzının tadını bilen natalin'e bundan sonraki hayatında başarılar diliyoruz.

7 Ekim 2009 Çarşamba

ORTAYA KARIŞIK


ortalık karışmış, sinirler gerilmiş, köşeli yorumlarıyla bloga geri dönüş yapmış,müdavimlerimiz birbirine girmiş, tribün liderim burak reis'i liseli yorumları çileden çıkarmış(bu kişi the player değil, alınmasın)... sezon başından beri övülen, kusursuz galatasaray' ardarda puan kayıpları sonrasında bir rijkaard fotosunun altına "anlayışımız budur" denilerek konu kapatılmış, ve bunu unutturacak harika bir tartışma konusuyla blog gündemi değiştirilmiş( bu kişi wasted times değil, alınmasın). değerli yorumcularımız bunlara alışık değil, bizi böyle tanımıyorlar... başlıktaki gibi ortaya karışık bir değerlendirmemi yapacam 8.haftaya dair...

fenerbahçeyle başlarsak; sezon başından beri en iyi oyununu oynadı fenerbahçe, üstelik karşısında sezonun iyi takımlarından gençlerbirliği vardı. takım yavaş yavaş form tutuyor, lugano-bilica, emre-baroni ikililerinin uyumları, volkanın formu fenerbahçe'yi gol yemez hale getirdi. görünen 2sorun biri güiza kendisini artık suçlamıyorum, kendisini yeteneksiz, bunu artık herkes görüyor, yetenek doğuştan gelen birşeydir. ikincisi andre santos. yorgunluk diyorlar inanmıyorum. bence onun sorunu multiple position disorder... buarada yineliyorum.13hafta 39puan.

galatasaray- daha önce söylediğim gibi ofans-defans dengesizliği ve dağınık futbolun bedelini ödüyor galatasaray... şuan galatasarayın bir sistemi yok, oturmadı henüz... oyüzden bir ara evinde önüne gelene 5 atan mustafa denizlinin fenerbahçesinde oldugu gibi bol gollü galibiyetlerde eksik yokmuş gibi göründü okadar... servet maskesini düşürdü, kaleci oldukça vasat, rotasyon türkiye'ye gelen bütün büyük hocaların başına dert olduğu gibi rijkaardın da başını ağrıtacak gibi. ama kadro müthiş, taraftar motive olmuş, milli takım arası iyi gelecektir...

beşiktaş-mustafa denizli ve i.üzülmez'in fenerbahçe'den daha iyi oynuyoruz açıklamalarına kendi seyircisinden ıslıkla cevap geldi. benim cevap vermeme gerek yok. yalnız taraftara sorum var.son maçta rakip barcelona olsaydı yine ıslık mı olurdu, yoksa bütün dünya bizi izliyor en iyi biziz " ooo lleee lllaa hhaa hhoo hhüü zziiittt zütt" diye koreografimi olurdu? (bunu cidden sordum. tribünden birileri varsa aramızda cevaplarlarsa sevinirim).

bülent uygun-ilk galibiyet sonra istifa? iyiyken bitirmek istedi heralde. sivasta gece kulüpleri mi açıldı? la ilahe illallah?

ankaraspor- seneye çıksa ne olacak? yazık değilmi oyunculara? rober de iyi hocaydı.
http://www.mahoantakya.com/

Quis custodiet ipsos custodes?*

*Gardiyanları kim koruyacak?

5 Ekim 2009 Pazartesi

tanklarınızla, tüfeklerinizle, ağır sanayi hamlenizle gelin ulan..*


Bugünlerde Türkiye'nin en çok eleştirilen futbolcusu olan Ralph Elano Blumer'den bahsediyoruz. Gürcan başladı önce, temposuz futbolcu Elano'yu eleştirmeye. Şimdilerde herkes öyle diyor zaten, sorumluluk almıyormuş, oyuna girmiyormuş, tempo yapmıyormuş vs.. Hele sözüm ona geçim kapısı futbol olan, onlarca lige dair iddaa tahminleri yapan, Türkiye'nin en iyi futbol yorumcusu (!) Rıdvan ise "O'nu Manchester City'de izlemedim, Brezilya Milli Takımı'nda da izlemedim" diye başlayan cümlesiyle Brezilya Milli Takımı'nda 41, Premier Lig'de 62 maç yapmış olan Elano Blumer'i küçümsüyordu. Hatırlarsınız ki daha bu futbolcu forma giymeye bile başlamadan pek şerefli medyanın bir diğer üyesi, İspanya'dan bildiren Mehmet Çiftçi Portekizce bir haber yanlış çevirerek Galatasaray'ın kazıklandığını iddia ediyordu, aynı medyanın başka bir uşağı ise Shaktar Donetsk tarafından yalanlanan aşağılık uydurma haberi yapıyor, Elano'nun paragözlüğünden bahsediyordu. Peki Elano Blumer neden bu kadar hedefte, ne yaptı bu adam bu millete, henüz TFL'de 500 dk'sını doldurmamış bir adam nasıl bu kadar kolay asılıyor.

Dunga O'nu yaratmak istediği yeni Brezilya'nın sembolü olarak gösteriyordu: "Bencil olmayan ve her türlü egodan sıyrılmış bir takım oyuncusu". Sven Goran Eriksson ise muhteşem Newcastle maçından sonra "Buraya geldiği günle şu an arasındaki tek büyük fark kondüsyonu. Şimdi çok daha güçlü ve O'na nasıl futbol oynaması gerektiğini söylemenize gerek yok. Her zaman bu standardı koruyamayabilir ama şu anda O'nun en iyi zamanlarını görüyorsunuz. Topu tutuyor, etrafına bakıyor ve goller atıyor. Daha fazlasını isteyemezsiniz herhalde" demişti.

Elano ise daha ilk lig maçında Hagi, Felipe, Sasa, Lincoln, Kewell gibi golünü atarak başlamıştı lige. Sahadaki mücadelesiyle Dunga'yı doğruluyordu ama henüz hiçbir çarkı oturmamış bir takımda, henüz fizik kondüsyonunu en yüksek seviyeye taşıyamamış olmasının etkisiyle kendini ortaya koyamıyordu. Benim izlediğim kadarıyla Sasa İliç'ten beridir oyunu en iyi okuyan en iyi anlayan ve en iyi yönlendiren adam geldi Galatasaray'a. Ama yönlenecek bir oyun olmadığı zaman, Arda gibi çalımlarla içeri girecek bir oyun yapısına sahip değil ya da 35 metreden çekeceği şutlarla heyecan yaratacak Hagi kadar gelişmiş bir özgüveni de yok. Takım oyuncusu Elano, orta sahası topa basan, pas alıp vermeyi bilen oyunculardan kurulu bir takımda topa en az dokunarak en yüksek tempolu oyunu yaratan futbolcu. Hala yüksek tempoyu topla en hızlı koşmak zanneden cüheyla yorumcu kardeşlerim, topu en hızlı şekilde dikine oynamaya çalışan bu adamı ağır olmakla suçluyorlar. Tekrar ediyorum bu adam Hagi değil, Arda değil, Alex'in koşanı zıplayanı sümküreni hiç değil. Hepimiz sabredince, Rijkaard'ın Galatasaray'ı sahaya yayılmayı öğrenince bu adam makinanın nasıl bir dişlisi olduğunu ve tesadüfen transfer edilmediğini koyacak ortaya. Yeter ki niyetini en başından beri ortaya koyan şerefli haysiyetli basına kulak asmasın taraftarlar. Kapalı Üstteyiz biz, desteğimiz ortaya koymak için, inandığımız Galatasaray'ın arkasında durmak için. Bekleriz efendim..

*bilmeyenler için, Cüneyt Arkın'ın "Yıkılmayan Adam" filminden unutulmaz bir replik..

atın-yiyin, futbola heyeCan verin

Maç yazısına gerek yok. Galatasaray'ın şimdilik oyun felsefesi budur..

2 Ekim 2009 Cuma

LAZİO'LU CAN BARTU


Tarih tekerrürden ibaret


Daha burada Raikkonen’in son yarışlarda yükselişe geçtiğini yazalı 15 gün kadar olmuşken o takımından kovuldu bile... Bundan 3 sene olan olay yine başına geldi... 3 sene önce onun yerine Alonso’yu getiren Mclaren takımıydı ve o Ferrari’ye daha yüksek bir kontratla geçiyordu (Yılda 45 milyon dolar). Bu ücret, Tiger Woods’tan sonra dünyada en çok kazanan sporcu yapmıştı Kimi’yi.
İki gün önce Ferrari 2010 yılı için Alonso ile anlaştığını açıladı sonunda... Zaten son zamanlarda böyle bir dedikodu devam ediyordu ve bugüne kadar formula 1 dünyasında çıkan bu tarz dedikodular genelde doğru çıktığı için bunun da gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğu tahmin edilyordu. Ve beklenen oldu; Alonsa Kimi’yi yeniden koltuğundan etti.
Bunun iki tane nedeni var bana kalırsa; 1.’si yukarıda bahsettiğim Raikkonen’in maaşı (bu maaş Ferreri’yi bile zorlar nitelikte) ve 2.’si ve daha önemlisi Santander’in (dünyanın en büyük 7. bankası olan İspanyol kuruluşu) önümüzdeki sene Ferrari’ye sponsor olmak için Alonso’yu yarıştırmalarını şart koşmuş olması (ve muhtemelen Alonso’nun ücretini de bu bankanın vereceği söyleniyor)
“Peki tamam bu tarz işlerde paranın önemi büyük ama Raikkonen bunu haketti mi yoksa Ferrari acımasızca mı davrandı?” diye sorarsanız size şöyle bir cevap verebilirim;
Birincisi, Raikkonen bu takımda 3 sene içinde önemli başarılar kazandı: 1 pilotlar şampiyonluğu, 2 markalar şampiyonluğu, 9 yarış galibiyeti, 5 pol pozisyonu ve 225 puan (2009 sezonu henüz bitmedi tabi). Yani başarısız sayılmazdı. Ama muhteşem bir ilk sezonun ardından son 2 sezon kendinden bekleneni tam olarak verebildiği de söylenemez. Ama kovulmak için yeterli bir zemin de yaratmıyor bu.
İkinci olarak, takım sponsorluğu formula 1 takımlarının (Ferrari takımının bile) yaşamsal kaynaklarından biri... Böyle bir anlaşmayla bir pilotun maaşından 51 milyon dolar (2010 için Raikkonen’in alacağı söylenen para bu) kar, 2 kere dünya şampiyonu olmuş bir pilotu bedava yarıştırma ve üstüne sponsorluk ücreti ile tahminen yıllık 100 milyon doları aşkın bir gelir sağlamış oluyor. Bu da Ferrari için gerçekten akıllıca yapılmış bir hamle bence, ve Raikkonen’i çok sevmeme rapmen her türlü hatır-gönül ilişkisinin önünde yer alacak bir anlaşma bu...



Peki bundan sonra Raikkonen’e ne olacak?

Birçok kişinin (ve benim de) tahmini Raikkonen’in McLaren’de Kovalainen’in koltuğuna geçeceği... Ayrıca bu bir temenni de... Çünkü şu anda Raikkonen’in ücretini karşılayabilecek ve kazanmasını sağlayacak bir araba verebilecek tek takım McLaren’miş gibi gözüküyor. Sanırım o da birkaç gün içinde belli olur... Ama şayet McLaren ile anlaşma yapamaz ve seneye yarışamazsa o zaman Kimi için gerçekten yazık olacak.
Not: 2. Fotoğraf Kimi’nin şampiyon olduğu 2007 yılı Brezilya Grand Prix’i sonrası çekilmiş... 1 puanla Alonso ve Hamilton’ın önünde şampiyon olmuştu...
Yayıncının notu: Motorsporları dünyasının usta kalemi Kemal Kandemir birkez daha bizlerleydi, kendisine çok teşekkür ediyoruz.

Sturm Graz'dan acımasız gerçekler..


2001 yılında, tarihinin o ana kadarki en güçlü kadrosuna sahip olan Galatasaray, futbol literatürümüze karın ağrısını katan Mircea Lucescu teknik direktörlüğünde Şampiyonlar Ligi'nde Sturm Graz'ı yenememişti. Ama deplasmanda 3 yemesinden daha çok ağrıma giden kendi sahasında son 5 dakika karşılıklı olarak top çevirmeleriydi. Bu benim inandığım futbolu güzel yapan herşeyi terk etmek demekti zira. Düşünsenize ya maçlar başlamadan beraberlik halinde 2 takımın da çıkacağı kesin olsaydı. 90 dakika karaktersizce mi oynanacaktı maç??

Bugün yine bir Sturm Graz maçında, yine tarihinin en güçlü kadrolarından birine sahip Galatasaray, Hollandalı teknik ekibin 3-4 aydır emek verdiği herşeyi terk ederek, Türk Milli Takımı'nı yarı finale çıkardığı için başarılı kabul edilen kendi sistemine döndü. Bu, bugün bu sahada alınacak bir mağlubiyetten çok daha önemliydi bence. Zira Eskişehirspor maçında berabere kalmamıza rağmen maçı huzurlu terk eden ben, bugünkü sistemsizliğe tahammül edemedim.

Galatasaray'ın oyun yapısının olgunlaşması elbette ki çok zaman alacak ve bu süre içinde 11 kişiyle topun arkasına geçen futbol katillerine puan vermesi çok normal. Normal olmayan top oynamaya hiçbir niyeti olmayan bir Avusturya takımına bu kadar anlamsız pozisyonların verilmesi disiplinden tamamen kopulması. Maça inanılmaz isteksiz başlayıp sol çizgisini terk etmeyen, top ayağına her geldiğinde Diego Armandovari hareketlerle kendini Türk kamuouyuna ispatlama gereği duyan kaptan Arda ile girdikten sonra alışık olduğumuz Premier Lig ortalarını ve güzel şutlarını göremediğimiz "manevi ağabeyim" Kewell benim için maçın hayal kırıklıkları oldu. Ama oynadığı sağ bek pozisyonun "bek" kısmını ikinci yarıda tamamen bırakan Sabri, basit pasları vermekte bile zorlanan Mehmet ve top kontrolü yapamamasını eskiden istekli oyunuyla kapatan ama bugün onu da kapatan Baros maçın hayal kırıklığı bile yaratamayan adamları oldular. Sabri önde çok topa bastı ve eskisinden çok daha iyi kullandı birçoğunu belki ya da Mehmet Topal'ın ne kadar önemli bir kesici olduğu oyundan çıktığında daha iyi çıktı ortaya hatta Baros gol attı ama takım oyunu anlamında epeyce zarar vermiş oldular.

Emre ve Ayhan ise ne kadar önemli oyuncular olduklarını bir daha gösterdiler. Emre orta sahada oyun kurmakta olan bir futbolcunun ne zaman indirilmesi gerektiğini ilk golde müdahale edemeyen Topal'a örneklerle gösterdi. Ayhan ise Sarp ve Topal'ı yanına alıp bakın böyle pas alınır böyle pas verilir böyle hücum böyle savunma yapılırı özel derslerle göstermeli. Zira oyun düzeninin kopması ile Ayhan'ın oyundan çıktığı dakikalar arasında çok fark olmaması sistem içerisindeki rolünü yeterince ortaya koyuyor derim.

Bir sözüm de Kapalı tribünden kombine alan taraftarları yığıp yığıp kapıları maça yarım saat kala açarak ufak çaplı bir izdihama yol açan ve evlerinde oturan yaşlı analarının kulaklarının gecenin 10'unda stada giremediği için tepkili olan taraftarlarca çınlatılmasına yol açan sorumlulara. Hemen hemen hiç dolduramadığımız Zulümpiyat Stadı'nın kapalı tribününe girerken bile ezilme tehlikesi geçirmiş biri olarak değil Seyrantepe, Camp Nou yapılsa şehrin ortasına yine de bu zihniyetle biz sıkış tıkış gireriz içeri.

Halen gerginim dandun futboldan dolayı, yazıda sürç-i lisan ettiysem affola diyeyim..
Burkay der ki: Graz'ı Eskişehir'de yendik mi, kırarız Rıdvan'ın bacağını..

1 Ekim 2009 Perşembe

4 büyüklerin 4 hATayLISI


gökhan zan- milli takımın vazgeçilmezi. ileri derecede türkçe biliyor. kendi yarısahasında sağ kanada kayıp asist yapmak istiyor(bi gün olacak). en büyük eksiği sürekli sakatlanması. şimdilerde facebookta "i am gökhan zan, i use ğhar sabunu" reklamlarında boy gösteriyor.



selçuk inan- manisasporda parladı, geçen sezon attığı şık gollerle milli takıma çağırıldı. mobileti var. kawasaki, aprilla kullananları görgüsüzlükle suçluyor.türkçe biliyor.



ismail köybaşı- onun da mobileti var, transfer parasıyla onu keşfeden sezgin ustasının mobilet atölyesini yeniledi. milli takımın geleceği. bir hataylıya biçilen en yüksek değere sahip. türkçe biliyor.



ayhan tumani- köln akademisini ilk4te 4.lükle bitirdi. daum'un yardımcılığını ve tercümanlığını yapıyor. türkçeyi anlıyor ancak konuşamıyor. türkçe ve diksiyon dersleri devam ediyor.

hoca gitse de başlasak...



CSKA maçında beşiktaş'a baktığımda takımda bu havayı gördüm: denizli gidince toparlarız zaten... futbolcular o kadar karaktersiz ki, daha maça başlarken maçın bitmesini bekliyorlar. hepsi bugün uyuyalım, sabah uyandığımızda haftalar geçmiş olsun, denizli gitmiş olsun, luce ile ilk idmana çıkalım... hani tamam bu bir beşiktaş geleneği haline geldi, tamam da oyuncuların da bu kadar nankör olmamaları lazımdı. geçen sene aynı haldeki takımı tüm sezon boyunca basına karşı koruyup motive eden hocaları için oynamaları lazım. haftalardır hepimizin yaptığı "yanlış kadro, ben olsam şu ilk 11le çıkarım" geyiğine inat "daum, rijkaard en doğru 11le mi çıkıyor" diyerek mücadele etmeleri lazım bence. rıza, ertuğrul arada takımı satıyorlardı basın önünde ama mustafa hocalarına da aynı şeyi yapmaları nankörlüktür. geçen sene denizli olmasaydı ne yusuf istanbula tekrar gelirdi, ne nobre sözleşme yenilerdi, rüştü emekli olmuştu, belki tello portekize dönmüştü...