27 Şubat 2011 Pazar

Kurtuluş Yekta'dır, Serkan değildir


Bugüne kadar hep böyle batıyoruz gibi görünse de çıkışa aslında ne kadar yakın olduğumuzu vurgulamaya çalıştım. Bugün ise durum farklı, teşhisim farklı, önerim başlıkta ama nedeni aşağıda.

Galatasaray'ın bugünkü en büyük problemi yönetilemeyişidir diyoruz ya hep bu yazıda yönetilemeyişin ne olduğunu kısa kısa açıklamaya çalışalım.

1. Basiretli ve dirayetli bir yönetim olmadığı ve Florya tam bir dedikodu bahçesi olduğu için doğru veya yanlış (ki bence ne yazık ki doğru) futbolcuların çoğu sene sonunda Hagi'nin gidecek olacağını düşünüyor. Sene sonunda Hagi'nin kalacağını düşünmeyen futbolcu ise kendini ona beğendirme veya güvenini kazanmak pahasına sakat sakat oynama ihtiyacı hissetmiyor. Hagi bu durumun farkında olduğu için özellikle tetikçi basına karşı daha fazla bileniyor. Hagi'nin gideceğine olan genel kanıyı Misimoviç'in menajerinin basına verdiği demeçlerden takip edebilirsiniz. Ben ise farklı kaynaklardan bunu öğrendim diyelim.

Benzer durumun etkisini Schuster üzerinden Beşiktaş'ta da görebilirsiniz. Schuster'in gideceğine dair kamuoyu güçlenince maçlarda sarf edilen efor ve istekliliğin nasıl düştüğü oldukça açık kanımca.

2. Her ne kadar Hakan Şükür ve çetesinin kulüpte yabancı futbolcu barındırmama çabası, kendilerinden olmayanları dışlaması gibi durumlarından tiksinmiş dahi olsam, Nuri Şahin'in de vurguladığı gibi takıma liderlik ettikleri çok açık bir gerçekti. Bugünkü duruma bakarsak eskiden yabancılar, yerliler gibi 2 gruptan bahsedebilirken şu anda 18 kişilik kadroda 12 ayrı grup bile oluşturabilir bir durumda takım. Yerliler sürekli olarak yabancıların sakatlıklarını ve aldıkları parayı dillerine dolamış durumdalar. Ayrıca taraftarın Harry Kewell, Milan Baros sevgisi bütün yerli futbolcuları tabiri caizse ifrit ediyor.Yerliler dediğin Arda-Sabri ve diğerleri olarak ayrılmış durumda. Arda takıma liderlik yapmak bir yana 2 senedir gösteremediği performans/popülarite dengesizliğinden ötürü diğer yerli futbolcular tarafından ciddi anlamda sevilmiyor. Abiliği falan geçtim sevilmeyen takım kaptanından bahsediyorum.

3. Takımdaki hemen hemen bütün futbolcuların tek derdi sözleşmeleri. Takım içerisinden en az 8-9 futbolcunun sözleşmesinin yenilenmeyeceği konuşuluyor. Bu futbolcuların hepsi bir yandan Galatasaray'ın ezeli rakipleri başta olmak üzere kulüp arıyor bir yandan da sözleşmesini uzattırmak için performans artırmaya çalışmak yerine takım içerisinde kulislerini güçlendirmeye çalışıyor.

4. 2. maddede bahsettiğim liderlik olmayınca ve 1. maddede bahsettiğim teknik direktöre saygı kalmayınca çoğunluğu ilkokul seviyesindeki bir çocuğun genel kültürünün ve cehaletinin ötesinde olmayan ve kendini geliştirmek için herhangi bir ihtiyaç hissetmeyen bu futbolcu güruhu böyle dağılan bir takım oluyor.

Bu noktada öncelikle hatta mümkünse bu yazı yazılmasını bitirmeden Adnan Sezgin gibi bu durumun oluşmasında başrol oynayan karakterin kulüpten uzaklaştırılması ve gerçek anlamda kaliteye önem veren ve Galatasaray değerlerine haiz bir insanın görev alması gerekmektedir. Burada adayım Lütfi Arıboğan ya da bir başkası olabilir.

Bir sonraki adımda da Galatasaray futbolcu kalitesinin Yekta Kurtuluş seviyesine çıkarılmasıdır. Burada futbolcu kalitesi belli düzeyde teknik kapasiteyi ifade ederken daha çok oturmuş karakter ve düşünebilme kapasitesini ifade etmektedir.

Hagi ise bu karakterin oturması için vazgeçilmez yapı taşıdır. Tugay-Hagi ikilisi yaptıkları, yapabilecekleri bütün taktiksel hatalara rağmen Galatasaray'ın başında kalmalı, onlara karşı yapılan her türlü futbolcu/yönetici/medya yanlış en sert şekliyle tepki almalıdır.

Bunlar benim nacizane fikirlerim. İBB maçı ne olmuş ne olmamış çoktan geçmiş olmak ve biraz daha büyük resme odaklanmak lazım.

26 Şubat 2011 Cumartesi

yapma caroline!


Ben şu anda Liverpool formasını giydim. Acaba onlar da benim tenis kıfayetlerimi giyse nasıl olur? Çok yakışacağından fazlasıyla eminim.

Askere söylenecek cümleler değil, istirham ediyorum, tutun şu çenenizi...

Herkese selamlar, uludağın güney eteklerinden...

21 Şubat 2011 Pazartesi

ALEX WINS!!



















Amcamdan, dayılarımdan çok sevdiğim alex abimi zorlamaya başladı; askerde en zor günlerimde bjklılar dışında tslılar bursalıların gslıların hatta samsunsporluların bjkyı tuttugu bir ortamda alexim yanımdaydı, abimse askere bile ugurlamadı, karar vermekte zorlanıyorum... karşısına kim çıktıysa yıktı geçti, en son çete ile geldiler... alex vs ?
* burkitten forma istemiştim, vazgeçtim alex tişörtü istiyorum.. maçın sıkıcı kısmını ram yazsın...


9 Şubat 2011 Çarşamba

Beşiktaş ve/veya Türk Futbol Camiası


Aşağıdaki yazıyı Ram yazdı, çok uzun zamandır Beşiktaş yazılmıyordu blogda, çok uzun zamanı kapsayacak kadar yazdı ama oldukça akıcı oldu bence. Birkaç parça halinde vermek istemedim. İsteyen birkaç kere girsin okusun kaldığı yerden madem. Teşekkür ediyoruz biz de.


Allee


“1984 yılında, ilk defa huzurlarınıza çıktığımda, kongre konuşmamın başında söylemiş olduğum sözleri hatırlatmak istiyorum: 'Herkesi bir zaman için aldatabilirsiniz, Bazı kişileri her zaman aldatabilirsiniz, Ama herkesi her zaman aldatamazsınız!' Ben kimseyi hayatım boyunca aldatmadım...! 1984 yılında huzurlarınıza hangi heyecan ve duygularla gelmişsem bu gün de huzurlarınızda aynı heyecan ve duygularla başım dik, gönlüm rahat ve huzur içerisinde sizlere veda ediyorum...!” Süleyman Seba


Yazıyı uzun bulup okumasanızda buradaki videoya bir bakın: http://sairlerparki.blogspot.com/2011/02/evet-yine-hangi-besiktas.html

BAŞLARKEN, en zor kısım

Haftalardır Beşiktaş ile ilgili yazmak istiyorum ama kısmet olmadı. Yazmak yorucu iş. Emek ister, vakit ister; bazen insanın başını ağrıtır, tüm enerjisini çeker alır. Son haftalarda olanlarla yazının konusu da ekseni de kaydı. Yazması da baya zorlaştı ama nereden başlayacağımızı bulduk sanki. Yazmak…

YAZMAK, YAZAR, YAZAMAZ

Yıllar önce sıkılıp takip etmeyi bıraktığım spor camiasına biraz Beşiktaş’ın yeni halinin de etkisiyle biraz ilgi göstermeye başladım. Göstermez olaydım. İlk eleştirim maç yazısı diyip maçı özetleyen, internetteki canlı yayınlar gibi dakika dakika maç anlatan insanlar ve Bursa’da vatani görevini yapan kardeşim Barizzio için gelsin. Bu arkadaşlar niye kendilerine spor yazarı diyorlar, gazeteler onlara niye para ödüyorlar anlamış değilim. Hatta onlara ödüyolar da Barizzio’ ya Al lee’ ye nasıl ödemiyorlar şaşırıyorum.

Gelelim sözde futbol duayenlerine, Beşiktaşlı spor yazarlarına… Arkadaşım skora göre yazı yazmamak sizin ilk dikkat etmeniz gereken şey değil midir? Eskiden belki unutuyorduk, haftada bir maç yazısı yazıyordunuz. Beşiktaş 3 güne bir maç oynamaya başlayınca baya göze battınız. Buca, Trabzon, Gaziantep Büyükşehir Belediye maçlarıyla İBB ve Karabük maçlarından sonraki yazılarınızı önce kendiniz bir okuyun. Genelleme yapmak yanlış belki ama Beşiktaşlı yazar diye geçenlerden hafızamda aklı selim bir yazı kalmamış son haftalarda.

ÖLÇÜMÜZ NE?

Buca maçına ölçü değil diyen arkadaşları saygıyla selamlıyorum. Beşiktaş yıldız oyuncularla kurulu olabilir ama halen kendini ispatlamış bir takım değil ve Türkiye’de oynadığı her maç benim için ölçüdür. Kendini ispatlamış derken sportif başarıyı kastediyorum. Güzel futbol oynayacağını çoktan herkese ispatladı zaten. Güzel futbolun da rakipten çok mentaliteyle alakası vardır. Bu takım başarılı olacak diye bilinen bir son da yok ortada. Şimdi geldik 17 de 17 meselesine.




17 de 17

Bence bu konuyu ortaya atan ve sonrasında gündemde tutan insanlar Beşiktaş’a ciddi zarar verdiler. Böyle bir baskıya hiç gerek yoktu. Yapabilir denen birşey bir anda iddiaya dönüştü ve erkenden söndü. Normalde olaylara iki açıdan bakarım. Birinde genelde aklım halimdir, diğerinde hislerim. Beşiktaş, Milli takım ve hatta UEFA finalindeki Galatasaray olunca konu aklımı duymak istemiyorum. Her skordan maç çevirebiliriz, herkesi yenebiliriz, 17 diil 50 de 50 yapabiliriz. UEFA kupasını da alırız, Çekleri de eleriz, Almanyayı da ve hatta son 2 dakikada 2 golle maçı alabiliriz. Ama ben taraftarım, ben izleyiciyim, ben bu işten keyif alan adamım. Tabi onlar müsade ettikçe keyif alan adamım. Bir yönetici, bir Beşiktaş yazarı, bir hakem, bir futbolcu ama bu işte sorumlulukları olan, attığı adımı hesaplaması gereken, ağzından çıkanı ölçüp tartması gereken insanlar; benim yaptığımı yaparsanız ancak amigo olursunuz. Benim konuşmalarım, isteklerim, söylemlerim fütursuz olabilir; sizin olamaz. Siz gerçekçi, mantıklı olmalısınız. 50 de 50 yapmaya inanabilir bir takımın futbolcuları, yöneticileri, yazarları ama bunu dillendirirsen; bunu tartışmaya açarsan –ki sanırım bunu yapan yazarlardı, yorumculardı- bugün geldiğin yerde bulursun kendini. Bu takım 17 maç kazanmadan şampiyon olabilirdi, belki hala olabilir ama siz bu ihtimali ortadan neredeyse ortadan kaldırdınız. Üstüne basa basa söylüyorum; Beşiktaş futbol takımı henüz sportif başarı adına birşey vadetmemektedir. Vadettiği tek şey futboldan keyif alınmasıdır.

SPOR YAZARLARI YENİDEN

Bu adamların neredeyse tamamı ya futboldan anlamıyorlar, ya da işlerini ciddiye almıyorlar. Bozuk plak gibi skora göre aynı yorumları yapıp duruyorlar. Efendim Beşiktaş defansı problemliymiş, 3 lü orta saha olmalıymış, İBB süper oynamış, Karabük maçında hakem galibiyeti yemiş. Akşamları toplanıp ortak kararla mı yazıyorlar merak ediyorum. Orta seviye bir futbol seyircisi (örneğin ben) de bunları görür söyler arkadaşım, biraz değer katın işinize. Bilmiyorsanız bu işi yapmayın. Biliyorsanız da biraz işinize saygı duyun. Bir de hepsinin bir duruşu var, ona hastayım. Kimi Beşiktaş taraftarı gibi çok dokundurmadan eleştiriyor, kimi sanki düşman aşağılar gibi yazıyor. Üslup, söylemler genelde değişmiyor. İBB maçında İBB güzel oynadı diyen, maçı haketti diyen Şansal Büyüka da dahil insanların hiçbiri futboldan anlamıyor ya da o gün öyle uyanmışlar sadece. Futbola saygıları da kalmamış olabilir. İBB dediğin takım Süper Lig’in sülüğüdür benim gözümde. Futbol katliamı yapan oyunu sadece tek şekilde oynamayı bilen iyi oyuncuların heba olduğu bir takımdır. Beşiktaş’ın 11 kişi olduğu sürede adım atamadılar. Aurelio’nun kırmızısı bence abartıydı, ama verilir mi verilir. Sürekli sertliğe maruz kalan bir takımın başına bu gelince tabi saçma tepkiler oluyor maçtan sonra. Futbolun içinde bunlar var. 10 kişi kaldığın maçı kazanmak, işte o büyük takımın işidir. Ama Beşiktaş’ın şu anki kadrosu buna şu anda hazır değil. Büyüklüğü mazisi ve taraftarından mütevellit bakidir ama bu takımın zamana ihtiyacı var. Konumuz spor yazarları ama dağılıyor istemeden. İBB maçına tekrar döneceğiz. Karabük maçına da ileride değineceğiz. Hepsi olmasa da bir kısmı yazarların fanatiklik yapıp Beşiktaş’ın galibiyeti güme gitti dediler. Bense İbrahimlere eleştiri bekliyordum, hakem Beşiktaş’tan aldı ama verdiği daha fazla demelerini beklerdim. Çok şükür bazıları bunu söyledi. Ama burada da saçma başka birşey çıktı ortaya. Bir hafta önce 3 lü orta saha olmalı diyenler, Fernandes’i göklere çıkaranlar sıfır taktiksel yorumla çark ettiler, dediler ki Guti olmadan Beşiktaş çok yavaş. Bu mudur arkadaşım bütün söyleyeceğiniz? Bunu ben de söylerim. Siz niye varsınız o zaman? Ernst nerede diyorlardı, gördük nerede olduğunu son maçta. Ernst’i çok sever çok beğenirim yanlış anlaşılmasın, lafım yazarlara. Onu niye oynatmadı bunu niye oynatmadı daha çok taraftarın muhabbetidir bence. Sen önce adam gibi bir taktik görüş bildir, ya varolan taktiği kabul et, sonra adamları yerleştir. Ya da de ki elimdeki adamlar bunlar ben bu taktikle oynatırım. Sen bir oradan bir buradan saçmalarsan bizim aramızdaki muhabbetten tek farkı senin para alıyor olman kalıyor. Biz de salak gibi o paraları ödeyen adamlar oluruz.


TARAFTAR KALİTESİ

Önce iyiyi söyleyeyim. Beşiktaş taraftarının son halinden çok memnunum. Yenilse bile takımını, rakibini alkışlıyor. Şartlara bağlı bir durum mu, bence evet. Yıldırım Demirören’in bu kadar çabuk affedilmesi kafamı karıştırıyor, gerçekten affedildi mi onu da bilmiyorum. Bu transferler çok başarılıydı ama aynı zamanda Delgado, Tabata paraları çöpe gitti böylece. Yeter Demirören’in bu kadar çabuk anlam değiştirmesi beni üzdü. Tabi Beşiktaşlı arkadaşların bloglarındaki yazılarında bu konuyu ele alış şekilleri de bir o kadar sevindirdi. Ben hala Ertuğrul’un gönderilişinde takılıyım zira. Beşiktaş taraftarının kalitesi toptan mı artmıştır, sanmıyorum. Maça giden ve/veya tribune hükmeden taraftar daha sağduyulu davranmaktadır. Bu biraz diğer taraftarların da duruşunu şekillendirir umarım.

Genel taraftar profiline dönelim. Yukarıda dediğim gibi taraftarın fütursuz olma lüksü vardır. Ama gönül istiyor ki bir kalitesi olsun işin. Bakıyorsunuz Beşiktaş haberlerinin altında çekememezlikle dolu dünya kadar yorum. Onlara yazılan cevaplar daha da üzücü. Diğer takımları çok takip etmediğim için durumu bilmiyorum ama muhtemelen benzerdir. Beşiktaş’ın transferlerine balon diyenleri mi ararsın, siz şikeyle şampiyon oluyorsunuz hep diyenlerini mi. Kimseyi kimseden ayırmıyorum burada yanlış anlaşılmasın. Al birini vur ötekine. Spor yazarlarının saçma yorumlarının devamı çok fazla var taraftarın düşüncelerinde doğal olarak. Karabük maçını hakem yüzünden kaybettiğimizi zanneden arkadaşlar var ciddi ciddi. Daha sağduyulu, daha sakin, daha aklıbaşında taraftarlar olsa ne güzel olur diyorum sadece. Olmak zorunda değil, bu özgürlüğümüz var ama benim gönlümden geçen durumu anlattım. Tabi şu nokta önemli. Taraftar birey olduğu kadar topluluktur da. Ve topluluklar yöneticiler, yazarlar, futbolcular tarafından rahatlıkla yönlendirilebilirler. Biri iner teknik direktöre kafa göz dalar. Neyse bu konuya yöneticiler kısmında döneceğiz.

Tabi sportif başarı endeksli olmasa herşey istiyor insan ama işin biraz da doğasında var. Kulüpler taraftar sayısında nicelik yarıştırmak yerine nitelik yarıştırsa biraz da. Taraftar takımına hemen sırt dönmese. Endüstriyel futbolun gerçekleri Al lee kardeşimin çokça değindiği ve hoşlanmadığı bir konu. Ali Sami Yen’in boş olup TT Arena’nın full çekmesi konusunu ve benzerlerini ona bırakıyorum.

FUTBOLU YÖNETENLER

Zerre kadar güvenimin kalmadığı insanlardır. Şimdi açık söyleyeyim hiçbir şey bilmiyorum. Aziz Yıldırım ne yapar, ne yapmaya kalkışır. Yıldırım Demirören’in ne gücü vardır. Adnan Polat kimdir? Federasyonun içinde ne oyunlar döner, ne olur ne biter. Gerçekten bilmiyorum. Binlerce komplo teorisi var. Belki gerçek belki değil. Ama en yalın haliyle bakalım konuya.

Hakem odası basma diye bir konu var son günlerde gündemde. Hakemlerle ilgili herkes konuşuyor. Bu konuya hakemler başlığında tekrar geleceğiz. “O kollanıyor, bu kollanıyor”, “Biz masabaşında maç kazanmıyoruz”, “Bizim üstümüze oyunlar oynanıyor”….
Yüzlerce binlerce iddia, söylem, kışkırtma vs vs vs. Ya arkadaşım ne kadar basiretsizsiniz siz böyle. Ya çıkın bunlara ceza verin, yok olmadı cevap verin. Açıklama yapın, makul şeyler söyleyin. Aslı yoktur, türk futbolunun gelişmesi için bunları bir kenara bırakmamız lazım deyin. Hakemleri koruyun. Ya da kabul edin, kendinize ceza kesin, hakeme ceza kesin. Bu ne basiretsizlik. Sen bu işin patronusun, bütün mesuliyet sende. Digitürk para döktüm diye ağlar, Beşiktaş kırk yılda 2 transfer yaptım diye ağlar, o öyle ağlar bu böyle ağlar. Ama mesuliyet sende, ne olursa olsun. Birşey yap, birşey söyle, bir çözüm üret. Bu insanlarla konuş, dava aç ama çözüme yönelik birşey yap. Ben 89’dan sonrasını hatırlarım. Birşeyler değişsin artık. Hala aynı muhabbetlerin içindeyiz.

Bu iddialar doğruysa durum daha da vahim. Taraftar konusuna dönelim tekrar. Diyelim ki sadece Beşiktaş taraftarı haklı veya Galatasaray. Oyunlar oynanıyor. Öyleyse durum fena. Türk futbolu benim için bitmiştir. Sadece Beşiktaş kalır, ondan da beklentim değişmez güzel futbol olur. Endüstriyel futbolun acı gerçeklerinden ne kadar kaçarız bilmiyorum. Sportif başarı olmadan para sorun olmaktan çıkar mı emin değilim. Ve iki alternatif geliyor önüme bu komploler doğruysa. Beşiktaş’ın şampiyonlukları da şaibeli olabilir ya da Beşiktaş bunlara ragmen defalarca şampiyon olmuştur. Kafayı yer misin yedirir misin şimdi?

Diyelim ki bu iddialar doğru değil. Su bulanmış oldu boşu boşuna. Hele bu sene böyle bir futboldan aldığım keyfin içine ettiler. Noldu şimdi, beğendik mi sonucu?
Bu ligde şampiyonluk sayısı yüksek 3 takım var, 3ü için de bunlar geçerli. Ve bu şüphelerin, bu keyfimin içine edilmesinin temel sebebi TFF’dir. Suyu bulandırmak isteyen, bundan para kazanan, keyif alan birileri hep olacak. Keşke olmasalar ama olacaklar. Bunun önüne geçmek, suyu berrak tutmak sizin işiniz. Siz işinizi yapmadan ne yöneticiye, ne futbolcuya, ne yazara, ne taraftara net birşey söylemek mümkün değil. Yine de buraya kadar söyledim, yazının devamında da söyleyeceğim.

KULÜP YÖNETİCİLERİ

Gelelim kulüp yöneticilerine. Hakem odası basmak nedir, basılacaksa en alasını biz yaparız demek nedir? Siz kimsiniz, kim yetiştirdi sizi, kimin neyine yöneticisiniz siz? Ben Beşiktaşlı olarak utandım kendi yöneticimden. Varsın bu sözler söylenmedi diye başarısız olalım, ezilelim, hakkımız yensin. En azından utancımız olmaz, başımız dik olur. Aykut Kocaman’la Şenol Güneş’e ne demeli? İkisini de çok severdim. Şimdi ikisini de görünce hafif midem bulanıyor. Şöyle bir itirafım var. Lucescu’nun oynattığı oyunu da, kendisini de pek sevmem açıkçası. (Zago Ronaldo şu anki takımda olsaydı diye çok içimden geçiriyorum) Oynattığı oyundan hoşlanmamam şahsi zevk işi. İlhan Mansız’ı izlemekten ne kadar keyif alıyorsam Lucescu’nun oyunundan o kadar hoşlanmıyordum. Kendisi sevmememin sebebiyse dili. Beşiktaş’ın 101. Yılında giden şampiyonluğun bence temel sebebi Samsunspor maçı değil, ondan sonra Lucescu’nun takıma da enjekte ettiği psikolojisi ve bitmek bilmeyen söylenmeleri, açıklamalarıdır. Eğer haksızlığa uğradıysan kriz yönetimine geçer, içeride tutar, içeride çözersin herşeyi. Vır vır konuşup herkesin psikolojisi bozmakla eline geçen tek şey başarısızlık olur. Şu anda benzer bir süreçten Trabzonspor geçiyor, bakalım nasıl başa çıkacaklar. Yıldırım Demirören’in de en sevmediğim yanı konuşmalarıdır. Son dönemlerde kendini toparlasa da bu konuda, Beşiktaş Kulübü Başkanı’na yakışmayan söylemleri çokça oldu. Bazı laflarının da altında kaldı. Gerekirse PAF takımla çıkarsın, biz yine maça gelir destekleriz. Çok da keyif alırız ama bu şekilde değil.

Ortada dolaşan komplo teorilerinden kulüp yöneticileri de sorumlu. Söylemlerinin hesabını kimse sormuyor, kimse ispata davet etmiyor. Sürekli birilerini zan altında bırakan açıklamalar var. Saçma sapan hareketler basın toplantıları var. Bilmiyorsanız bu işi ki bilmiyorsunuz gidin yöneticilik ve kurumsallık konusunda danışmanlık alın. Futbolculara ödediğinizin yanında adı geçmeyen paralara inanılmaz hizmetler alırsınız. Kulüp de siz de fevkalade fayda görürsünüz. Vedat Okyar’ı özlediğimi söylemeyi unuttum yukarıda, Seba’yı da bir o kadar özlüyorum arkadaşlar.

Tekrar şu videoyu izlemenizi ve yazıyı okumanızı rica ediyorum. http://sairlerparki.blogspot.com/2011/02/evet-yine-hangi-besiktas.html


Bir taraftar Karabük maçını hakem yüzünden kaybettik diyebilir ama bir yönetici bunu söylerse ben sinirlenirim. Taraftarın kimyasını bozan temel etkenler; TFF, basın ve kulüp yöneticileridir zaten. Nasıl acı verici bir açıklamadır “Bundan sonra saha dışında olacak olaylardan biz sorumlu değiliz”. Kimi kışkırtıyorsun, kimi tehdit ediyorsun, bunun kime ne faydası olacak. Utandım, utanıyorum. Fenerbahçe ve Galatasaray yönetimlerinin eleştirilerine kendi taraftarlarına bırakmayı daha uygun görüyorum. TFF, kulüp yöneticileri, basın kendilerini düzeltmeyecekse ellerindeki paranın kaynağı olan bizler bu şekilde düzeltebiliriz. Şu anda arz talep doğuruyor belki ama talebin arzı doğurması daha makul bir süreç ve umarım bizim talebimiz bunların değişmesi yönünde olur.

Bizim hakkımızı böyle savunacaksanız ben hakkımın yenmesine razıyım.

Hele şu son dönemde olan futbolcu kazaları daha feci bir durum. Kulüp yöneticilerini ne ölçüde bağlar bilmiyorum. Guti, Lugano, Bilica… Arkadaşlar bizden birine çarptı Bilica. Sen olabilirdin o adam ya da ben. Önemi yok. Hiçbirşey olmadı. Biz direnelim bakalım, alkol muayenesine. Bizim ehliyetimizi alıyolar mı almıyolar mı? O adam bize çarptı arkadaşlar. Fanatikliği, taraftarlığı bir kenara bırakalım. Bildiğim kadarıyla hiçbiri bir ceza almadı. 2 saat sonra alkol muayenesine girdiler, hiçbirşey olmadı.

BEŞİKTAŞLI YÖNETİCİLER ve FUTBOLCULAR

Beşiktaşlı yöneticileri de aslında yukarıda değerlendirdim. Abi çıkın korsan ürünle ilgili açıklama yapın. Çıkın adam gibi istikrarlı bir şekilde “Hakemler sertliğe müsade ediyorlar. Beşiktaş da Türk futbolu da bundan zarar görüyor” deyin. Bunun için bir yere başvurun. Kampanya başlatın hep beraber insan gibi protesto edelim, dikkat çekelim. Ama taraftarı kışkırtmayın, kimseyi tehdit etmeyin. Karabük maçından sonra da çıkın deyin ki hakem sertliğe müsade etmedi ama çok kötü bir yönetim gösterdi. İbrahimlere de ceza verin lütfen, kulaklarını çekin. O hareketler ne öyle. Sanki geçen hafta Aurelio’nun hareketinden örnek almışlar gibi. Hadi dicem canlarına tak etti, bugüne kadar sertlikler, hakem hataları canlarını sıktı. Bunaldılar, bıktılar. Dediler ki biz de yapalım, biz de kart görmeyiz. Napıyorsunuz siz Allah aşkına? Hataya hatayla karşılık verilir mi?_ Herşeyden once karşındaki insan, can. Nasıl öyle hareketler yaparsın. Başkaları yapıyorsa sana ne? Bırak o zaman futbolu. Sen Beşiktaş’ın futbolcususun, kaptanısın. Söyle teknik direktörüne oynatmasın seni psikolojin iyi değilse. Hakem hakem olsaydı 9 kişi belki fark yemiştik Karabük’ten. Biz bu şekilde maç kazanın istemiyoruz. Penaltıyla bile maç kazandığımızda benim içim rahat etmiyor, içime sinmiyor. Hakedilmiş bir penaltı olsa bile etmiyor. Haksız yere kazanılmış maçı ne yapıyım zaten. Haksız yere kaybedelim, 3 puan bizim gönlümüzde hep sizin zaten. Ne yazık ki Quaresma da bu tarz fevri hareketleri çok yapıyor. Hakemlerin daha dikkatli olması lazım, böyle oyuncuları kurban etmemeleri lazım ama ne olursa olsun Quaresma’nın veya herhangi bir oyuncunun bunları yapmaması lazım. Zidane anlık sinirle kafa attı da noldu. Kariyerinin son maçı ne şekilde bitti? Biz dik duralım, diğerlerinin eğikliğine edicek lafımız olsun, laf edecek yüzümüz olsun.

Bir paragraf da Simao’ya. Şimdiden en sevindiğim transfer oldu bile. Kampta gençlere müdahalesi, İBB maçında Schuster’e müdahalesi, babası ölüm döşeğinde olmasına rağmen sinire tahrike kapılmadan işini yapması…


HAKEMLER

Hakemlerimizin bir kısmı hakikaten kötüler. Niye bilmiyorum. Karabük maçının hakemi daha maç almayacakmış zaten. Haklı bir karar. Bu kadar kötü yönetim görmedim açıkçası. Süper bir maç olma potansiyeli vardı ama bence olmadı. Golü görmemesine birşey demiyorum ama azcık analitik zeka fiziksel olarak o topun içeriden döndüğünü görmese bile anlardı. O hızda o açılardan iki hakem de görememiş olabilirler. Hakem hatalarını kabul etmemiz lazım. Makul yaklaşmamız lazım bazı şeylere. Böyle bir golle şampiyonluk da kaçabilir. Açıkçası bence normaldir. Ama hentbol hareketiyle kaleye giden topu görmezse o hata değildir. İtirazlarımızın değer bulmasını istiyorsak her şartta makul olmalıyız.

Karabük maçında İbrahimler kırmızı almalıydı, orası kesin. Hakan Emenike pozisyonu net penaltı, kırmızı verse diyecek birşey yok. Twitter’da da anında yazdığım üzere hakem Beşiktaş’tan aldı ama aldığından fazlasını verdi. Bize karşı sertliğe de müsade etmedi açıkçası, o açıdan son maçlarımızdaki en rahat maçtı.

Hakemlerin kötülüğünü bırakalım bir kenara. Bu kadar baskı altında kalan insanlardan sağlıklı birşey beklemiyorum zaten. TFF sorumludur yine gözümde. Kulüpler tuz biber ekiyorlar. Bazen söyledikleri doğru olsa bile üslup o kadar yanlış oluyor ki ne söylediklerinin kıymeti de kalmıyor. Bütün sıraladığım sorunlar içinde taraftar, TFF, kulüp yöneticileri, hakemler arasında bence en son düzelecek olan hakemlerdir. Geri kalanlar sorunlarını çözdüğü zaman hakemlerle ilgili çözüm üretilebilir. Zira Türk Futbolunun önünü tıkayan bence hakemler değildir. Hakemler azcık bir sebep ama çoğunlukla sonuçtur.

BEŞİKTAŞ OYUNU/FUTBOLCULARI

Beşiktaş’ın oyununa gelelim. Bir kere öyle bir kadro var ki, bu kadro şunu oynamalı demek bence saçma. Bu kadrodan en az 3-4 tane taktik diziliş çıkar. O kadar taktikten anlamam anlayan arkadaşlara bırakıyım detayını ama bence çıkar :) Son 4 maçı inceleyince karşıma ilginç birşey çıkıyor. Mühendis kafasıyla gözüme çarpan değişkenleri söyleyeyim öncelikle. Sağ ve sol bekler, orta saha ve forvet arkası tercihleri. Dizilişle problemim yok açıkçası benim.

Dizilişte 3’lü ve 2’li ortasaha şeklinde bir değişiklik oldu gibi yorumlar var. Bence hiçbir değişiklik olmadı. Sadece oyuncular değişti. Hep ikili ortasaha oynadı Beşiktaş, aynı zamanda 3’lü. Fernandes, Ernst, Aurelio, Guti, Nobre,Necip’ten herhangi üçü oynadı. Bunlardan biri forvet arkası oynadı. Bunu ortasahaya sayarsanız 3’lü saymazsanız 2’li oynadı diyebiliriz. Burada oyunu etkileyen bence oyuncu tercihleriydi. Taktik doğru olabilir ama doğru oyuncu tercihleriyle işledi.

Spor yazarları Aurelio’nun vazgeçilmezliğinden bahsediyorlar. Bence vazgeçilmezliği Türk olmasından kaynaklı, ki yerine Necip aslanlar gibi oynar. Aurelio transferinde eğer Necip’i kesecekse kötü ama alternatif olacaksa iyi transfer demiştim. Şu anda kötü bence. Yanlış hatırlamıyorsam, Bucaspor maçında Nobre forvet arkası, Guti-Aurelio orta ikiliydi. Nobre’nin kırk yılda bir iyi oynadığı bir maç olduğu için sorun olmadı. Ayrıca mevcut taktiğimizle oynayan bir takımın defans arkasına adam kaçırması çok doğal. Bunu engellemenin iki yolu var bence. Birincisi insandışı varlıklardan oluşan stoperlerin olacak ya da önde baskıyı kurduğunda sağlam kuracaksın, saçmalamayacaksın. Sağlam kurarsan hem arkaya adam kaçamaz, hem de kaçsa bile yediğinden fazlasını atarsın. Kalecin iyiyse de az yersin.

Trabzon maçını geçiyorum. Hem çok hatırlamıyorum hem de yedeklerle çıkmış olmaları hoşuma gitmediği için bahsetmek istemiyorum. İBB maçında sağ sol bekler değişti. İbrahim Üzülmez, Ekrem oynadığında Quaresma, Simao ikilisinin verimlerinin çok düştüğünü düşünüyorum. Ekrem belki oynadıkça düzelebilir ama sanmıyorum. İsmail’in hem Quaresma hem Simao ile çok başarılı olduğuna şahidim ve takımın oynamak istediği oyuna tam oturuyor. Diğer tarafta Hilbert de aynı şekilde ve İsmail’den daha da etkili. Ekrem bir yedek olarak iş görür ama Hilbert ve İsmail’den ikisi birden olmadığında sıkıntı olacağını düşünüyorum. İstediğimiz baskı kurulamayacak ve arkaya daha çok top kaçıracağız. Ekrem de İbrahim de ciddi top kayıpları yapabiliyorlar. Maçın ilk 25 dakikası harika oynadık bence. Ama kırmızı karttan sonra işler değişti. Değişikliklerde geç kalındığında hemfikirim ama tribune gönderilmesi Schuster’in falan derken sanki sağlıklı kararlar çıkmadı oradan.

İki konu var aklımda. Birincisi Beşiktaş sürekli tempo yapmaya çalışarak bence hata yapıyor. Hakim takım tempoyu belirlemeli. Sürekli tempo yaparak maç kazanmak zor. Şu anda da kondisyon buna yetmiyor. Oyuncu bazında durum böyle değil zaten. İkinci konu da bu. Baktığınızda özellikle Guti ve Simao her zaman aynı tempo ve istekle oynamıyorlar. İkisi de geriye düştüğümüzde inanılmaz gaza basıyorlar ve beraberlik golü geliyor genelde. Ama onun dışında o günki ruh hallerine çok bağlı oluyor. Quaresma’nın bazen iniş çıkış göstermesini de arkasında oynayan oyuncuya ve Simao’nun diğer taraftaki durumuna bağlıyorum. Bazen tek başına kalıyor Q7 ve o kadar da değil diyorum :) 10 kişilik takımın İBB karşısında tek kale baskı kurması çok güzeldi ama akıllılca değildi bence. Değişiklikler zamanında yapılsa belki tutarlı bir hareket olabilirdi ama olmadı. İBB fark falan da atamazdı kusura bakmasınlar. Futbol bazen de şans işi. Atamadık, atamadılar, atamadılar, attılar, kazandılar. Herkes kendini kandırsın İBB şahane takım diye.

Oyuncuların tempo yapması konusuna dönersek Karabük maçında da benzeri gerçektleşti. Guti olmayınca takımın temposunun düştüğüne hemfikirim ama tek sebep bu değil bence. İki sebebi daha var. Birincisi daha once söylediğim oyuncuların tempolarını düşük tutumaları. Karabük maçında Fernandes de Ernst de çok ağırlardı. Golü yedikten sonra bir anda hızlı oynamaya başladılar ve gol geldi. İkinci de geldi ama sayılmadı. Bence Guti’nin eksikliğinde ortasahadaki oyuncuların mentalitesinin değişmemesi lazım. Ernst bunu yapabileceğini daha önce de defalarca kanıtladı ama sanki basındaki ve teknik direktördeki düşünce onlara da sirayet etmiş. Geçen biri demiş ki koca Beşiktaş Guti ve Quaresmaya mı kaldı. Çok güldüm. Bir kere Schuster de benzer birşey söylemişti. Onlar olmadığında takımın kimlik değiştirmesi bir sorun bunu çözmemiz lazım demisti. Çok güzel bir tespit. Ama hala çözememiş. Golü yiyene kadar Karabük maçındaki derdimiz de buydu. Nitekim olmayacak oldu ve Ernst’in kaptırdığı topta gol yedik. Baskıyı düzgün kuramayınca gol yemeye güzel bir örnekti. Ayrıca önde oyun sıkıştığında topu tutacak ya da hızlı şekilde çevirecek biri olmayınca ve orta ikiliye baskı gelince saçmalamamız da çok normal. Nobre tercihine geliyoruz şimdi de.

Takımın yavaşlamasının ikinci sebebi Nobre. Nobre bence Beşiktaş’ı bırakın Süper ligde oynayacak oyuncu değil. Ayaklarını kullanamıyor, top süremiyor, 2 metreden kalecinin üzerine abanacak kadar beceriksiz, sadece kafa toplarında başarılı olabiliyor bazen, bir de çok koşup yıpratıyor. Ama o da çok saçma şekilde gerçekleşiyor. Aklıma Hakan Şükür geliyor ama Hakan Şükür’ün oyun zekasının yarısına sahip değil. Topları eziyor, kaptırıyor ve takımı yavaşlatıyor. Çabasına hayranım ama kontrolsüz güç benim nezdimde. Nobre’nin ortasahaya sık sık gelmesine, bilmediği halde top sürmeye çalışmasına, fevkalade net ofsaytlarına ve Aurelio’nun stoperlerin arasına girmesine uyuz oluyorum. Bence denge bozuyor ikisi de.

Karabük maçında sonradan gelen hareketliliği Q7’nin oyuna girmesine bağlayan yazarlara da ayrı hastayım. Bir adam bir takımı bu kadar mı değiştirir demişler. Ben de diyorum ki gol yemek Beşiktaş’ı yıllardır böyle değiştiriyor, daha Q7 16 yaşındayken de böyleydi. Q7 illa ki hareket getirir ama bu sefer ondan değil Ernst, Fernandes ve sonrasında Necip’in hızlı oynamaya başlamasıydı. Gömülü defansa karşı en iyi yapabileceğiniz şey hızlı paslarla içeriyi zorlamak. Adama kendi kalesine bile gol attırır.

Son eklemek istediklerimle artık yazıyı bitirelim epeyce uzun oldu. Yaklaşık 3-4 saatimi de aldı haftalardır düşündüklerimi kağıda dökmek.

Almeida’nın ismini de doğru söylesinler lütfen. Almedya nedir? Google’a yazınca düzeltiyor seni, oraya bakın bari. Tek forvet olur mu, Bobo’ya yazık olur mu bilmiyorum henüz. Almedia’nın arkasında adam gibi biri oynadığında görmek lazım. Onun da sol kanada fazla kayması, içeriyi boş bırakması ve kanattaki oyuncuyu sürekli sıkıştırması rahatsız edici. Ama dediğim gibi arkasında ya da yanında adam gibi biri oynadığında görmek lazım. Belki Nihat’ın yeni Kovacevic’i olur bir ümit. Burada hakemlere tekrar dönmek istiyorum. Her kafa topunda Almeida’yla deve güreşine girişilmesine göz yummak; gol iptal etmekten daha çok tesir ediyor maçın neticesine.

Son olarak başarılı olacağına inandığım bu taktiğin oyun seçimleri netleştireyim.

Sağ ve sol bekte İsmail ile Hilbert çok önemli taktiğin düzgün oturması için.

Orta sahayı Fernandes, Guti, Nihat ve Aurelio, Necip, Ernst şeklinde ikiye ayırıyorum. İlk grup AMC grubu, ikinci grup CM,DMC grubu.

Guti ve Fernandes rakibin durumuna göre CM olarak değerlendirilebilir. Fernandes ikinci gruptaki oyuncular gibi DMC güveni vermiyor bana. Topla oynamayı, gol atmayı seviyor. DMC riskli bir bölge onun için bence. Karabük maçında da bunu gösterdi.

Varsa Guti AMC, arkasında Necip ve Ernst benim ideal oyuncularım. Kondisyon, sakatlık sorunlarında Guti’nin yerine Fernandes veya Nihat geçebilir. Nihat geçtiğinde pas trafiğinde sorun olmaması için Ernst ve Necip’in mental olarak Guti varmış gibi davranmaları lazım. Aurelio onlara güzel yedek olur. Tabi yabancı sınırlamasında sıkıntı olabilir bu durumda. Ernst Aurelio değişikliği de çok işime gelmez. Aurelio’yu stopper olarak değerlendirmek de makul bir hareket bence. Hem stoperlerden top dağıtımı problemimizi bir derece çözer hem de yabancı sınırlamasına takılmamızı engelleyebilir birçok durumda.

Savunma güvenliğini azaltabileceğiniz maçlarda Guti orta sahaya gelip öne Nihat veya Guti önde Fernandes ortada oynatılabilir.


Saat epey geç oldu umarım saçmalamamışımdır. Buraya kadar sabredip okuyan varsa helal olsun.


RAM

7 Şubat 2011 Pazartesi

şafak deivid de souza