1 haftalık kısacık yıllık izin bitiverdi ben de Çeşme-Bodrum-Gökova(Akyaka) turunu bitirmiş oldum. Yolda radyoda bir reklam jingle'ında duyup hak verdiğim gibi: "hepimiz tatil için çalışıyoruz!"
Yeni kombineyle henüz 2 maça gidebilmişken, tatili ayarladığım haftaya 3 iç saha maçı koymak kimin fikri bilemiyorum ama 9 gol kaçırdım ilk ikisinde. Yarın Kayserispor maçında beni üzmesinler diye umut ediyorum. Ulaş üstad gitti yerimize maçlara en azından 1 kişi eksik değildik tribünlerde.
Böyle gezi notları falan yazmak pek adetimiz olmadı bugüne değin ama ben paylaşmak istedim 3 duraklı yolculuğumuzu. Benim için yazması sizin için okuması çok zor olmasın diye ilk kısmında sadece gidiş ve Çeşme olacak. Gerisi ise 1 ya da 2 yazı halinde olur. Spor yazısı okumak isteyenler bu postu direkt geçsin derim.
Bu benim ilk arabayla uzun yolculuğumdu. Daha önce en uzak Bariz kardeşimin düğününün sabahı iş için Bursa'ya gittiydim. Bu sefer Yenikapı-Bandırma feribotuyla yolu kısaltacak, takiben daha önce hiç gitmediğimiz Çeşme'ye gidecektik (biz=Elifim+Ben). Yola çıkmadan birgün önce İlhan kardeşimin blackberry'ye kurduğu google maps sayesinde gideceğimiz yola dair fikir ediniyorduk. Yolu bulmamıza her ne kadar tabelalar aracılık etmiş olsa da, hiç bilmediğiniz bir yere giderken birinin size doğru yolda olduğunuzu söylemesi iyi geliyor. Google maps şehirlerarası yolda nerede olduğunuzu azçok doğru belirtiyor ama aynı şeyi şehir içi ulaşım için geçerli değilmiş bunu da Çeşme'de otelimizi ararken farkettik.
Sabah 7 feribotuna yer bulamadığımdan en erken 8.30 feribotuna binebildik. Saat 10.30'da Bandırma'daydık. Yemek molamızı Akhisarlı Ramiz'de (the Original) verdiğimizde saat yaklaşık 12.30 olmuştu. Bu arada araba kardeşimin arabası ve bütçe çok dar olduğu için yoldaki bütün trafik tabelalarına uyduk. 120 ise 120, 70 ise 70. Bu sayede 100 km'de ortalama 6 lt benzin yakarak farkında olmadan tasarruf da etmiş olduk. Akhisarlı Ramiz gayet güzel bir ara oldu. Yoldaki taklitleri sinek avlarken burada park yeri bulmak bile sorun olmuş. Ama sonuçta köfte işte, öyle çok da enteresan bir yemek değil. Bu ilginin ve yoğun beğeninin sebebini halen anlayabilemiyorum. Fiyatları gayet uygun Ramiz'in. 2 porsiyon köfte+salata+2 içecek yaklaşık 15-20 TL civarı birşey ödedik. Son derece temiz tuvaletleri de yol molası için çok iyi oldu.
Çeşme'ye vardığımızda saat 16.00 olmuştu. Yolda Ramiz molasının 1 saat olduğunu düşünürsek 4 buçuk saat diyebiliriz nizami gidiş hızıyla. Çeşme'de kaldığımız otel havuzu falan olan, heryere yakın Rainbow Otel idi. Ama öyle havuz mavuz göz boyamasın odalar gayet kötü. Gerçi personelin tutumu tavrı çok yerli yerindeydi. Benim gibi kahvaltı konusunda nane molla bir müşteriyi memnun etmek için ekstra kaşar peynir getirip yumurta bilem kırdılar. Odanın gecelik fiyatı 150 TL idi, 2 geceye 300 TL verdik. Ama bunda oraları hiç bilmiyor olmanın da payı var elbet. Bir daha gitmeye karar verirsem daha uygun ve güzel bir konaklama yeri bulabileceğime inanıyorum. Odaya vardığımızda duşumuzu alıp dinlendik. Akşam Çeşme çarşısını gezdik. Küçük bir çarşı. Hem gezeni hem de satıcısı genel olarak yerel halktan olunca keyifle yaptık yürüyüşümüzü. Çarşı'nın sonuna doğru meşhur Kumrucu Şevki'yi tatmadan gitmeyelim dedik. Ben Taso'nun düğünü zamanı gittiğimiz Karşıyaka'daki kumrucuyu daha çok sevmiştim ama normalde kumru yemeyen Elifim sevdi. Takiben de tok olmama rağmen Bariz kardeşimden methini pek duyduğum midye dolmalara saldırdım. Sıralamamda hala birinci sırayı Hisar'ın orada yediğimiz midye dolmaya versem de buradakilerin de oldukça lezzetli olduğunu belirtmeliyim.
Çeşme Çarşı'dan çıkıp Alaçatı'ya doğru yönlendik. Buarada bize Alaçatı'yı tarif eden herkes, sanki yolun ortasında kocaman bir Alaçatı tabelası yokmuş gibi, "ileride solda Ilıca sağda Alaçatı var, Alçatı'ya doğru dönün" diye tarif etti. Bu tarif yüzünden sağda Alaçatı'yı görmememize rağmen solda Ilıca'yı gördüğümüz ilk yerden sağa dönüp kısa süre sonra hatamızı farkettik. Alaçatı girişinde bizi Elifimin arkadaşı Melda karşıladı. Kendisi aslen Çeşmeli, zira Antakyalı olmasam ben de olmak isterdim. Alaçatı çarşıya gitmek için cumartesi hiç uygun bir gün değil. Zira önce korkunç bir park problemi yaşıyorsunuz. Alaçatı girişinin hemen yanıbaşındaki oto sanayi korkunç bir tezatlık oluşturuyor ve biraz da tırsıp oraya bırakamadık. Birkaç tur attıktan ve ufak küfürler yedikten sonra çıkan bir arabanın yerine apaçilikle sıkıştırdık arabamızı. Alaçatı hıncahınç doluydu. Ama kalabalığa rağmen mekanlar çok güzel görünüyordu. Biz o kadar gösterişli mekan arasından en mütevazi olanın önünde oturup sakızlı un kurabiyemizle limonatamızı yudumladık. Çarşı'nın girişindeki yeldeğirmenini kadraja sığdırmaya çalışıp fotoğraflar çektirdik. Mekanlarla ilgili daha detaylı yazılar tatil boyunca her gün dergilerde, Haşmetlerde çıktı zaten. Biz o kadarını bile öğrenemedik.
Gece 23-24 civarı bir yerlere gidip eğlenmeye karar verdik. 3 yer tavsiye edilmişti: Aya Yorgi-Paparazzi, Alaçatı-Babylon ve Alaçatı-Otto. Alaçatı civarlarında olduğumuzdan Babylon veya Otto'yu denemeye karar verdik. Babylon'da Teoman konseri vardı ve giriş 35 TL idi. Bu girişe içkinin dahil olmadığını öğrenince Teo'ya 35 mi verilir diye omuz silkip Otto'ya doğru yönlendik. Otto'da Joe 90 diye daha önce ismini hiç duymadığımız bir adama 30 TL verdik. Aslında olay şöyle gelişti. Ben kapıya girip bu adam kimdir, ne çalar, bu paraya içki dahil mi gibi sorular sordum. Ama masada duran orta yaşın biraz üstündeki adam ve eşi cevap vermeye bile tenezzül etmediler. Aslında cevap verdiler ama o kadar geçiştirmeci ve mıymıydı ki cevap demeyi kendime yakıştıramıyorum. Daha sonra Melda bir de ben deneyim dedi. Öğrendik ki Joe İngiltere'de meşhur bir DJ imiş ve mekanı eğlenceden uçuracakmış. Girerken kapıdaki bunak ikiliye (yaşça değil tavırca bunak) içki dahil mi diye tekrar sorduk ve onayı alıp içeri girdik. İçeride boş bir masa gördük. Birkaç kişi oturuyordu. Biz de herhangi bir rezervasyon olmadığını ve oturmamızda bir sakınca olmadığını öğrenince oturduk. Daha sonra bir grup gelip rezerve yerleri olduğunu söyleyince de aynı hızda kalkmış olduk. Bardan free içkilerimizi almak isteyince ikinci şoka uğradık. Fiyata böyle bişeyin dahil olmadığını söylediler. Kapıya gidip sorunca ise bizim bunaklar dediklerini yalanladılar. Alaçatı'daki tek gecemiz olduğu ve muhtemelen gideceğimiz diğer mekanlarda da aynı iğrençliklerle karşılaşacağımızı tahmin ettiğimiz için eyvallah edip, paramızla içkimizi alıp eğlenmeye çalıştık. Joe 90 rezaletti, vaktiyle Bob Sinclair konserine gittiğimizde, Bob'da önce çıkan DJ bile bu adamdan kat be kat eğlenceli vakit geçirtmişti. Bizim kızlar da ortamın rutininden sıkıldılar ve mekanın plajına inip kum-deniz partisine çevirdiler ortamı. Bizimkileri görenler de hücum etmezler mi plaja. Bir anda ortamın konsepti hafiften gevşedi. Boktan bir mekandan eğlence çıkarmış olduk biz de.
Şimdi ben bu mekanlara boktan diyorum ya bu aslında buraya özgü birşey değil. Bu İstanbul'luların akınına uğramış Çeşme'nin İstanbullulaşmasından kaynaklanan bir boktanlık. Nasıl ki İstanbul'da güzel bir eğlence mekanına gittiğinizde zeka ve görgü seviyenizin düşük, para seviyenizin yüksek olması sizi daha cazip bir müşteri yapar, aynı şey bu mekanlar için de geçerli. Girin içeri gayet öküzce, sıkıştırın kapıdakilerin eline 20'şerlikleri. İlgilen güzelim bizimle buraları bir toparla bakalım diyiverin. Bakın kendilerine it olduklarını hatırlattıklarınız nasıl itaat ediyor size. Ama böyle parasını vereyim, güzel mekanda güzel müziklerle dans edeyim. Kimseye de zaten girişte satın aldığım hizmetin üzerine fazladan para vermeyim diyorsanız ve en azından bir kere yurtdışında bulunup müşteri hakları konusunda güzel tecrübeler yaşadıysanız gece tadınız tuzunuz kalmıyor. Bu arada buralarda otopark görevlisinin bile (10 TL otopark fiyatı) afra tafrasının yerinde olduğunu size sanki onun arabasını kullanıyormuşsunuz gibi davrandığını da eklemek isterim.
Pazar günümüzde kahvaltımızı ettikten sonra, Melda'nın çocukluğu bile Çeşme'de geçmiş, oraların en has yerlilerinden olan annesinin kibar daveti üzerine çok güzel bir manzaraya karşı ev yapımı sakızlı dondurmalarımızı ve çok maharetli el yapımı damla sakızlı kahvelerimizi yudumlayarak başladık güne. Güzel bir koyda, az kalabalık ve az aksiyon olan bir beach club tavsiyesi olarak Aya Yorgi'deki Granada'ya yönlendirildik. Çok geniş bir alanda portakal ve limon ağaçlarının arasında hamakların gerildiği, denizin renginin turkuaz olduğu çok güzel bir mekana girdik. Girişinden itibaren gayet kibar görevliler görünce, acaba bunlar sadece sabahları mı böyle diye sorgulamadan edemedik. İçeride bütün günümüzü gayet keyifli geçirdik. Bu arada mekanın girişi 25 TL ve hiçbirşey dahil değil ama onun yerine girişi 50 TL civarında ama bu parayı yemek ve içecek olarak değerlendirebileceğiniz yerlere de girebilirsiniz. Birer hamburger yediğimizi ve kola içtiğimizi düşünürsek hemen hemen aynı kapıya çıkıyor zaten. Bu arada bu kadar para verdiğiniz hamburgerin bu kadar kötü olması, bu kadar güzel bir mekana gölge düşüren tek detay oldu bizim açımızdan. Çeşme'deki son akşamımız olan Pazar akşamını ise Ilıca'da yine kumru yiyerek ve sahil boyunca yürüyüş yaparak geçirdik. Ne zaman İstanbul'da lezzetsiz lokma yesek "ah şimdi İzmir'de olacaktık" diyen arkadaşların gazına gelerek lokma yedik, beğenmedik. Lezzetli birşey için "ah şimdi Antakya'da olacaktık"tan daha doğru birşey bilemiyorum hala.
Pazartesimizin ancak yarısını Çeşme'de geçirebilecektik, zira günün diğer yarısı Bodrum yolculuğu ve yerleşmeyle geçecekti. Sinan kardeşimin Altınkum'daki Ramo'nun yeri tavsiyesine uyduk. İyiki de uymuşuz. Müthiş bir kumsal. 50 cl'lik Tuborg'u ve bolca patates kızartmasını dayıyolar. Şeker gibi oluyor insan. Oradaki kaleleri ve voleybol filelerini görünce tatil boyunca ilk kez daha sonra defalarca diyeceğim "ah bizimkiler de burada olacaktı" cümlesini sarfetmiş olduk. Denizi muhteşem olduğu kadar soğuk olan Ramo'da öğlen 15'e kadar oturabildik. Zira yolculuk aklımda olduğu için FM tabiriyle "itchy feet" olmuştum. Çeşme'yi bir boka benzemeyen gece kulüpleri ama dünyanın en güzel koylarıyla arkamıza bırakıp, Ramo'nun yerinden Bodrum'a doğru çıktık yola. Gerisi diğer yazılara..
Biladerim Katalunya'yı dolaştı, ben egeyi yazıyom. abes mi oldu acep??