13 Eylül 2009 Pazar

galatasaray-beşiktaş, kısa kısa...

iki kupanın rehaveti, teknik direktör yanlışlarıyla birleşince Beşiktaş ligin başında havlu atacak duruma geldi.
***
servet-emre aşık gibi fizik gücü sağlam savunmacıların arasına hazır olmayan, güçsüz nihat’ı atmak kenarda nobre dururken mantıklı değil ama Mustafa denizli yapıyor bunları.
***
arda’yı bugün kitleyen neden, denizli’nin ekremle yaptırdığı çağdışı adam markajı değildir tabi ki…
***
sabri’ye benim söyleyeceklerim önemli değil, en doğrusunu rijkaard maç sonrasında söylemiş zaten; taraftar yeniden bizim yanımızdaydı, 90 dakika desteklediler. en çok haz aldığım anlar sabri’ye bağırdıkları anlardı. sabri, sırtına motor takılmış gibi oynadı, 90 dakika koştu..
***
kaç maçtır iyi oynayan hakan arıkan’ın yerine oynatılan rüştü, korneri izleyerek ve üstüne gelen topu sektirerek derbinin kaderiyle oynadı...
***
50 dakika boyunca galatasaray’ın hızını ve pas trafiğini kesen rakip değil, organizasyon kabiliyetleri kısıtlı sarp-topal ikilisi oldu.
***
İkinci yarı başındaki tabata-fink değişikliği orta sahada zaten topa sahip olabilen takım için anlamsız, gereksiz bir değişiklik oldu. denizli diyorum...
***
Serdar Özkan ve bugün yaptıkları kesinlikle takdir edilmeli. İlk yarıda boş kaldığı kulvarında yeterince top alabilse galatasaray’ın başını çok ağrıtabilirdi. Maç boyunca da Beşiktaşın en iyi oyuncusuydu. Denizli nihat’ın arkasında durduğu kadar onu da korumalı…
***
Harry kewell hakkında not yazmasam allee kafamı kıracak; kewell seni sevmeyen ölsün…
***
Sokağa atılan milyon dolarlar önemli değil, güzel futbol iyi oyuncularla oynanır..bir takımda tabata fink’le değişirken, diğerinde arda çıkıyor elano giriyor...
***
Hala “Galatasaray şişecek, henüz güçlü bir takımla oynamadı” diyen arkadaşlara selam eder, gelecek haftaki Kasımpaşa maçını izleyin derim...
***

9 yorum:

ramram dedi ki...

Bir tarafta Nihat'ı tek forvet oynatmakta ısrar eden, takımın dengelerini bozup duran ne yaptığı belli olmayan bir teknik direktör...

Bir tarafta ustalıkla maçın içine eden bir hakem...

Bir tarafta kızamadığım ama anlayamadığım bir kaleci...

Bir tarafta muhteşem (!) tezahüratlarıyla tvnin sesini kıstıran bir seyirci...

Bir tarafta yalandan 3 tane başkan adayı...

Aynı tarafta yönetime girmek için Beşiktaş başkanlığını tehdit unsuru olarak kullanan ağzının ayarı olmayan bir lavuk...

Bir tarafta bir fenerbahçeli tarafından yazılmamasına rağmen bu kadar fanatik bir yazı...

Ve futbol oynadığını, hak ederek kazandığını düşünen galatasaraylılar...

Ve Serdar Özkan...

Aşağıda da ayrı bir terbiyesizlik.

Futboldan da Beşiktaş'tan da blogdan da soğutan bir gece.

trapano dedi ki...

dün gs top oynamadı.
aşağıda da terbiyesizlik yok. ha alındıysan özür dileriz. ama yenilmiş tarafa sıradan, aşağılama, hakaret olmayan bir takılmayı bu kadar büyütüp terbiyesizlik demen? neyse

Adsız dedi ki...

NİYE

Yeryüzünün bütün bilim adamlarını, filozoflarını, düşünürlerini, yazarlarını, sanatçılarını toplasanız, bütün bilgileri ve bilgelikleriyle, insanoğlunun bugüne dek öğrendiği ne varsa onlardan konuşmaya başlasalar.

Sonra üç yaşında yarım yarım konuşan bir bebek gelse ve onlara dese ki “dünya niye var?”

Bu sorunun üstüne orayı saracak olan sessizlik aslında bize bütün konuşulanlardan daha fazlasını anlatır.

Bir bebeğin bile sorabileceği bu basit soruya cevap verebilecek tek bir kişi dahi yok şu altı milyar insanın içinde.

Bu sorunun karşısındaki sonsuz sessizliğimiz aslında bütün çaresizliğimizi koyar ortaya.

Dünya niye var bilmiyoruz.

Biz niye varız onu da bilmiyoruz.

Her şeyin bir “amacı”, bir “nedeni” olduğuna inanan bir düşünme biçimimiz var ama hayatın ve kendi varlığımızın amacını bilmiyoruz.

Kendimiz hakkında sorduğumuz “niye”yle başlayan her soru aslında hayatı “anlamsız bir şakaya” çeviriyor.

Yeryüzündeki her varlık “bir çemberin” tamamlayıcı parçası, aslanlar ceylanları yiyor ve onların çok fazla çoğalmasını engelliyor, ceylanlar otları yiyor ve otların her yanı sarmasını önlüyor, dünyadaki bütün canlıların, böcekler de dahil “bu çember” içindeki rolünü ve amacını biliyoruz.

Dünyadaki bütün canlılar bir şekilde birbirlerini yok ederek “bu çemberin” dönüp durmasını sağlıyor.

Ama bu “çember” niye var?

Dünya niye yaratıldı?

İnsanlar niye yaşıyor?

Dünya hangi “evrensel çemberin” parçası?

Ya da parçası mı?

Dünya olmasa kâinatta ne eksilirdi?

Bunu bilmiyoruz.

Belki de bir şey eksilmezdi.

Belki de koskoca bir sistem çökerdi.

Bütün kâinat, dünyadaki gibi bir “çemberi” oluşturan parçalardan mı oluşuyor?

Her gezegen çemberin bir parçası mı?

Niye civardaki gezegenlerde hayat yok peki?

En azından bizim bildiğimiz türden bir hayat niye yok oralarda?

Çevremizdeki gezegenlerde olmayan insanlar niye dünyada yaratıldı?

Bunların hiç birinin cevabını bilmiyoruz.

Dünyamızın içinde bulunduğu “uzayı” da tanımıyoruz.

Bundan altı yüz yıl evvel insanlar için “okyanuslar” neyse bugün de “uzay” bizim için o.

Bize bir “sonsuzluk” olarak gözüküyor.

İnsanlar okyanusları geçecek gemileri icat ettiklerinde, “sonsuz” sandıkları okyanusun öbür yanında kendilerininkine benzer bir kıta keşfettiler.

Uzayı geçecek “gemiler” icat ettiğimizde “sonsuz” sandığımız “sonsuzluğun” öbür ucunda bir başka “kıta” mı bulacağız?

Biz niye varız?

Dünya niye var?

Uzay niye var?

Bu soruların hiçbirine cevap veremiyoruz.

İnsanlar yüzyıllarca bu soruları sordular ve sonunda bu soruları sormanın “bizi hiçbir yere ulaştırmayacağına” karar verip “niye” sorusunu bir kenara bıraktılar.

Artık akıllı insanlar “niye” diye sormuyor.

Ama sormamak, bu soruyu ortadan kaldırmıyor.

Doğuyoruz, evrenin zaman ölçüsüyle kıyaslandığında çok kısacık bir sürede ölüyoruz ve ne doğumumuzun ne ölümümüzün nedenini biliyoruz.

Sorulmayan ama hepimizin içinde varlığını sürdüren bu “niye” sorusunun cevapsızlığı, sanırım bütün insanlığı aynı şekilde garip bir ezikliğin kurbanı yapıyor, hepimiz bir “anlamsızlığın” parçası olduğumuzu gizlice düşünüyor ve kısa hayatımızın neredeyse tümünü “aslında bir anlamımız” olduğunu kanıtlamak için harcıyoruz.

Niye var olduğunu bile bilmediğimiz bir dünyada, niye var olduğunu bile bilmediğimiz kısa bir hayatı sürdürürken, hiç durmadan kendimizi kanıtlamaya çalışmamız, hep “ne kadar önemli” olduğumuzu sözlerimizle ve tavırlarımızla anlatmaya çabalamamız, hep “gücümüzü” göstermeye uğraşmamız, belki de içimizi kemirip duran bu “anlamsızlığımızı” saklama gayretidir.

Dünyanın “niye” var olduğunu, bizim “niye” yaratıldığımızı bilseydik gene aynı insanlar mı olurduk, gene aynı şekilde mi davranırdık?

Pek sanmıyorum.

Bu “nedensizlik” bizi mahvediyor bence.

Bu “nedensizlik” bizi bu kadar vahşi yapıyor.

Adsız dedi ki...

Niye yaratıldığını bile bilmeyen, ayrıca bunu bilmediğini bilecek kadar da gelişmiş bir canlı türü, zavallılığını kendi gözünden gizlemek için debelenip duruyor.

Ama neye yarar o debelenme?

Bir bebek gelir, “niye” der.

Ve, altı milyar insan sessizlikten taş kesilir.

Ahmet Altan (taraf)

birde olaya adamın peanceresinden bakalım ...

Adsız dedi ki...

dün galatasaray top oynamadı evet, ama oynamasını gerektirecek bir duruma da düşmedi hiç. belki gol bu kadar erken gelmeseydi daha organize bir galatasaray izleyebilirdik.
yalnız bir de şöyle bir durum var, bu takım savunma yapamıyor kesinlikle..serdar özkan savunmayı buruşturup attı resmen..
denizli maçı ikram etti, barosla rüştü de oturup afiyetle yedi.

levent

Adsız dedi ki...

@ramram;

bu sinirin inşallah beşiktaş'ın kötü durumundandır sadece. galatasaray dün top oynamadı, hele 50 dakika hiç. harry kewell cümlesi haricinde yazının neresinde fanatizanlık var, ben anlamadınm. kewell'ı sencer çok seviyor, ben de senceri seviyorum.öyle bi cümle yazdık...ha eğer son cümleyi diyorsan orda lig başladığından beri "güçlü takım, güçlü takım" diyen arkadaşlardan bahsediyorum...bu ligde güçlü takım kim? fenerbahçe'dir...sonra? beşiktaş değil midir? diğer takımlar hep kayseri, antep, denizli birbiri ayarında. kimle oynayacak ki galatasaray tüm sezon? bu takımlarla. sadece bu saçmalık artık bitsin demek istedim son cümlede...onun dışında yazının neresinde fanatizanlık var? yazdığım notlarım %80'i bjk hakkında ve aklı başında her bjk'linin kabul edeceği şeyler..sen de kabul edersin...

eklemek isterim ki, biz bu blogu fikirlerimizi yazmak, paylaşmak için kurduk...arkadaş toplanmalarımızdaki futbol sohbetlerini burda yapalım istedik. insanlar okusun, yorum yapsın biz de eğlenelim, keyif alalım istedik. birbirmize takılmazsak, latifeler yapmazsak, gülmezsek ne anlamı kalacak ki? trapano'nun aşağıda yazdığı, senin kızdığın yorumda en ufak bir art niyet yoktur, ben buna inanıyorum. kızmana da saygı duyarım ama böyle şeylere kızmamamız gerekir diye düşünüyorum...

yazımdan büyük yorum yazdım. bunu şimdiye kadar yapmadım. zaten fikrini yazıda ortaya koyduktan sonra gerek de yok. bu senin bizim için blog için değerin sevgili ram. öyle algıla...

saygılar

w.t

ramram dedi ki...

Önce trap kardeşim, niye alınıyosun ki? Ben de ciddi değildim, sadece senin şakalarının dozuna uymaya çalışmıştım :) yorumlarda smiley kullanabiliriz di mi bu arada?

ramram dedi ki...

Gelelim sana w.t, sinirliyim tabi. Galatasaray'ın ya da galatasaraylıların yaptığı veya yapacağı birşey yok bu hususta. Benim yorumumdaki pek çok şey de zaten senin yazınla paralel. Ama son cümleyedir esasen yazının fanatikliğine değinmem, biraz da trapa laf atmanın keyfi var tabi.
Trap'a cevabımı yazmıştım zaten. Ben diil o ciddiye alan taraf olmuş. Davos mu bu, bi daha da gelmiyim. Ama Denizli'ye ve hakeme hakkaten sinirliyim.

ahmetokur dedi ki...

Beşiktaşta Serdar Özkandan başka mücadele eden, çaba gösteren 1 futbolcu daha yoktu o maçta.