Herkes bilir ki delidir Yılmaz Vural, bu yüzden büyük kulüpler açmazlar kapılarını O'na. Ama Türk futbolu için ne kadar önemli olduğunu her sene defalarca gösterdiği gibi bugünkü güzel maçın altına da imzasını atarak göstermiştir bir kere daha. Maçtan sonra ettiği cümleyi ise başlığa taşıdım. Bu cümleyi alıp Türkiye-İspanya maçından tutup, Galatasaray-Atletico Madrid hatta Galatasaray-İBB maçlarına bile götürebilirim. Bu maçı değil hepimizi kangren eden, istediği sonucu görünce geri çekilden takımların durumunu bu kadar güzel açıklayan bu cümle kendisinin değildir, Frank Herbert'in bilimkurgu şaheseri Dune'dan alıntıdır ama Türk futbolunda böyle bir cümleyi kurabilecek entellektüel kapasitede bir deli hoca görmek keyif veriyor insana.
28 Şubat 2010 Pazar
27 Şubat 2010 Cumartesi
25 Şubat 2010 Perşembe
Galatasaray Atletico
24 Şubat 2010 Çarşamba
Inter - Chelsea kısa kısa..
Makeleler, Essienler'den sonra bu takımın orta sahasını Obi Mikel'e teslim etmek hiç içine sinmiyor olsa gerek insanın. Lampard-Obi Mikel-Ballack 3'lüsüne karşı Cambiasso-Motta-Stankovic 3'lüsünün daha dirençli olacağı da buradan belliydi en azından. Cambiasso maçın adamıydı kanımca.
* * *
Guiza'yı ağlatanlar bugün Denizlispor maçında yedek bıraktıkları Anelka'nın nasıl bir topçu olduğunu görmüşlerdir bir kez daha.
* * *
Ancelotti mi Mourinho mu diyenler cevabı 16 Mart'ta alacaklar ama ben Inter turu geçer diyorum zira Eto'o bu maçta bulamadığı boş alanları bulacaktır.
* * *
Son olarak, Balotelli fena halde Keita'ya benziyor. Aynı yetenek aynı savurukluk..
vay be!
cm ya da fm ergenliğimdeki sevdiğim 2 şeyden birisiydi. diğeri malum tabi. saatlerce hareketsiz bi monitörün karşısında oturup kendi kendime konuşmam ailemin korkmasına sebep olmuştu. halbuki diğer malum aktivite daha endişe edici boyuttaydı.
neyse fotoya gelelim, arkadaşın yolladığı bu foto, yıllar sonra fmye dönüş yapmama sebep olacak ondan korkuyorum. haa muhteşem bir teknoloji ve grafik harikası değil, sadece menajerin başarısını daha da iyi takdir eden cümleler koymuşlar. yeni stada isim vermek neymiş kardeşim, board of club is satisfied your performance, supporters sang song of trapano, ya da bana admirer olan bir futbolcu oyuna bu kadar bağlanmama yeterken, stada isim vermek neymiş, iyiki o dönem yokmuş yoksa şuan internet kafelerde "ver lan şu turu geçeyim" diyor olabilirdim...
23 Şubat 2010 Salı
fenerbahçe:2 bursaspor:3
aslında yazmayacaktım, ama köşelinin yorumu ve yorumun onaylanmasından sonra yazmam gerektiğini anladım.
aslında herşey çok güzel başlamıştı. adsız arkadaşımla çarşıda bursaspor formalı gençleri kovalamıştık, maç öncesi bayan yöneticimiz yasemin hanımla abla kardeş gibi gözlerimizle başarılar diledik, sonra maça da güzel başladık, 2 gol attık, golü yedikten sonra divan tribününde burakla tehlikeyi erken gördük, belki de sahaya yakın yerde oturuyoruz diyedir(kalitesiz bir değerlendirme oldu ama öyle).
laubalilik, avantajı değerlendireme, transferdeki hatalar falan filan bunları konuşmak rıdvanın işi... ben sadece tekrarlamış olurum. köşelinin de söylediği güizanın gözyaşlarından bahsetmek istiyorum. dürüst olayım, güizanın kaçırdığı pozisyonlarda ben de küfrettim. işhayatı stresinden çenem kilitlenmişti geçen hafta, düzelme görüldüğü gün güiza nüksetmesine sebep oldu. ancak pozisyona edilen küfürle, değişik esnasındaki yuh farklıdır. her ne kadar berbat oynasa da desteklediğin takımın oyuncusunu yuhlamak bize yakışmaz, güiza çıkarken ayakta alkışımızla destek olmaya çalıştık, boşuna vermediler bize divan tribününden yerimizi(kalitesiz bir değerlendirme daha ama öyle).
daha önceki postlarımda da söylediğim gibi alex dışında hiç bir futbolcuya kişisel tezahurat yapmayacagımı söylemiştim. semih diye de bağırmadık iyi ki de bağırmamışız pozisyona bile giremedi kardeşim. maçı güiza yüzünden kaybetmedik defans yüzünden kaybettik, keşke yuhlamadan önce düşünselerdi, ucuz bileti bulunca maça gelen heyecanlılar( aman allahım noluyor cidden kalitesiz oldu)...
lille maçından sonra kalitesiz zafer postuyla görüşmek üzere..
presse mentali is my posse!
öncelikle son postumdaki sorunun cevabını vereyim: fotoğraftaki kaldırımdan da anlaşılacağı gibi fotoğraf türkiyede arap yarımadasında antakyada çekildi. futbloglarda beklemediğimiz kadar da oy almış, ilginç...
başlığa gelirsek, interde efsane olmasamda italyadaki takımımı değiştirmeme sebep olan cezayayının italyadaki temsilcisi il dramsta'nın arkadaşlarıyla birlikte kurduğu amatör ama gelecek vaadeden presse mentali grubundan bahsetmek istedim. hiphop müziği sevmeseniz bile dinlediğiniz de göreceksiniz ki şarkılar youtubetaki freestyle ya da ronaldinho compilation videolarına çok uygun... presse mentali ile ilgili myspace ve facebook sayfalarını da verelim tam olsun...
dürüm of the week
Milli Takim'da teknik direktör degisikligi, Besiktas-Galatasaray maçi ve Bursaspor-Fenerbahçe maçlariyla ilgili ayri ayri biseyler yazacak zaman bulamadiydim. Zaten pek çok farkli mecrada bir sürü sey söylenmis. Ben de çok farkli olmasa da kisa kisa yorumlar yazayim bu haftanin Türkiye'de futbolla ilgili.
* * *
Guus Hiddink, Dünya'nin tartismasiz en iyi hocalarindan biridir. Fenerbahçe hariç yönettigi her takimla basarilar kazanmistir. Fenerbahçe'den sonra basarisizlik olarak adlandirilabilecek en önemli durumu 1998 Dünya Kupasi'nda Hollanda ile basarili olamamasidir. O zamanlar yardimci antrenörü olan Rijkaard ile emeklerini Türk futbolunu kalkindirmaya harcayacak olmalarinin bizim için büyük sans oldugunu düsünüyorum. Milli Takimlar Genel Koordinatörlügü'ne Ersun Yanal'in getirilmesi de müspet bir hamledir kanimca. Zira Ersun Yanal bütün yas gruplari arasindaki dengeleri ve gelisimleri takip edebilecek düzeyde sistematik bir hocadir. Futboldan anlayan ve bu denli sistematik çalisabilecek çok az yerli hoca oldugunu göz önünde bulundurursak, koordinasyon görevinin Ersun Yanal için biçilmis kaftan oldugunu iddia edebiliriz. Rasit Çetiner'in Ümit Milli Takim'in basina getirilmesi ise hayal kirikligina ugratti beni. Ümit Milli Takim'in Fatih Terim döneminde, Genç Milli Takim'in Abdullah Avci döneminde yaptiklarini göz önünde bulundurursak, Ümit Milli Takim'i yillarca çalistirip uluslararasi hiçbir basari elde edememis Rasit Çetiner'den ziyade, daha yarismaci ve A Milli Takim teknik direktörlügüne oynayabilecek çapta bir hocayla anlasilabilseydi keske. Gerçek sikinti ise P.Van Hooijdonk, Oguz Çetin ve Engin Ipekoglu üçlüsünden olusan yardimci antrenörlerde diye düsünüyorum. Öncelikle hepsinin Fenerbahçe kökenli olmasi ve Fenerbahçe'de antrenörlük beklentisi içerisinde olmalari, Hiddink'i camiaya sirin gözükmek amaciyla yönlendirmelerine sebep olabilir. Oguz Çetin, hiçbir antrenörlük döneminde ne Fenerbahçe'ye ne de Milli Takim'a herhangi pozitif birsey saglayabildigine inanmadigim bir insan. Sirf eskiden tanisiyorlar diye Oguz Çetin'i seçmek yerine, geçen dönemde Ümit Milli Takim'da çalismis olan Hami Mandirali'nin görev almasi daha katkili olabilirdi. Engin Ipekoglu, Bursaspor'da görev yaptigi geçici dönemde sanssizliklar karsilasmasa daha basarili olabilirdi kanimca. Defalarca yasadigi sakatliklardan sonra geri dönebilmesi profesyonelligini yeterince ortaya koyuyor bence. P. Van Hooijdonk ise, Türkiye'ye gelmis geçmis en sevilen yabanci futbolculardan biridir. Futbol bilgisi ve ilerlemis yasina ragmen antrenmanlardan sonra bireysel çalismasi pek çok Türk futbolcuya fada saglayacaktir. Ancak Daum ile ebedi düsmanliklari ve Fenerbahçe Teknik Direktörlügü'nü hayal ediyor olmasi önceden de bahsettigim üzere Hiddink'i yanlis yönlendirmesine yol açabilir.
* * *
Besiktas - Galatasaray maçini çok kisa geçmeye çalisacagim. Elano ve Arda ayni zamanda sakatlanmasaydi maçi Galatasaray 2 farkla kazanirdi. Jo'nun maç eksigini atmasi Galatasaray'i çok daha güçlü bir takim yapacak. Servet'e teklif varsa hemen gitsin. Ama seneye Ali Turan'dan çok daha iyi bir eküri gerekecek Lucas Neill'a. Keske Semih olabilse de geri dönebilse Antep'ten. Maç boyunca Galatasaray defansif oynamasina karsin ilk 11'leri karsilastirirsak Mustafa Denizli'nin maçi yaratilacak karambollerden Nobre ile gol kaçirmanin ötesinde hücum anlayisina sahip olmadigi ortadaydi. Böyle bir maça Ekrem Dag'i hücumcu olarak oynatirsan sadece Ibrahim ile yapacaklari ikili kademelerle Keita'yi kilitlersin ama gol bulamazsan o taraftan. Keita'nin yumrugu maç boyunca Ibrahim'in hareketlerinden daha çirkindi. Kirmizi kart çikmamasi ise hakemin maç boyunca yaptigi yanlislar listesinde çok da siritmadi.
* * *
Genç Semih gibi bir tamlama oldu artik Mücadeleci Fener. Ama her ne hikmetse her takim 3 pasta ceza alanina giriyor bu mücadeleci Fener'in. Maçin en kötü adamlari sirasiyla Bilica-Deniz-Gökhan Gönül'dü bence. Sag taraftan getirdigi toplarin çogunu harcadi Gökhan Gönül ama mücadeleciydi iste. Guiza'nin aglamasina üzüldüm, ama bizim Trap ve Burak destek atmislar Divan Kurulu'ndan, gögsüm kabardi bilinçli taraftar profilleriyle. Diger oyuncular da Alex ve Emre'nin istediginin yarisi kadar isteselerdi maçi kaybetmezlerdi. Bir sürü sakatlik var dogrudur ama en önemlisi Lugano sakatligidir. Oyunculari sene basindan beri rotasyona sokmamakta direnen Daum yillardir her pozisyonda Deniz'i oynatmaya kalkmasa belki bu sakatliklar bu kadar etkilemezdi takimi.
19 Şubat 2010 Cuma
hangisine yanayım?
17 Şubat 2010 Çarşamba
Uğur Önver'den inciler
Bir yanda keyifli bir tempoyla süren Porto Arsenal maçı, diğer yanda ise keyifsiz olmasına rağmen sunucusuyla rengarenk bir moda bürünen Bayern Fiorentina maçı. Allahtan kanallar arası switch tuşu var. Ben şimdilik size Uğur'un incilerinden bir kaçını aktarayım. Kalanını ve maçlarla ilgili yorumlarımı bu yazıya edit olarak veririm.
-Maça öyle büyük bir ilgi var ki, flaş ve deklanşör sesleri size kadar geliyordur. Her 10 saniyede bi fotoğraf çekiliyor. (E tabi, Allianz arena bi daha Fiorentina gibi büyük takımı nerede görecek?) (deklanşörün ses çıkarmadığını, ses çıkaranın diyafram olduğunu da buradan hatırlatmış olalım)
-Robben kimse yardıma gelmedi diye takım arkadaşlarına isyan ediyor (Montolivo'dan yediği tekmeleri görmezden gelen hakeme bağırırken)
-Gomez golü atıyor, ama yardımcı hakeme bakıyoruz bir ofsayt kararı var (hakem golün öncesinde penaltı olduğuna hükmederken)
-İşte hareket bu, işte vuruş bu! (Mülleri kötülemek isterken, Robben'in kaleye zor yetişen bir şutunu biraz abartarak överken)
İzledikçe gülmeye devam bu arada, bunlar da İlker Yasin'den.
-İşte felsefe bu olmalı. Bugün Arsenal'in yıldızlarının yarısı yok, ama bu adamlar buluyor, buluyor, buluyor satıyor, ve Şampiyonlar liginde bir üst tura çıkıyor gruplardan. Bizdekinin tam tersi.
-Hakem birden (birden?) devam kararı veriyor, oysa ki beklenti (kimin beklentisi?) penaltı.
-XX XX kanaldan bu maçı aynı Dragao atmosferinde seyredebilirsiniz. Bütün Star'da oynanan tüm karşılaşmaları HD olarak seyretmek tabii ki mümkün.
-Golün sahibi, uzun süre kulüp arayan bir takım (?)(İlker abi circular reference verdi)
-Polonyalı ve Fransız futbolcular, ortak dil ingilizce (Fabianski ve Sagna birbirlerine göz göze bir şeyler anlatırken Yasin Gaipten İngilizce duyuyor)
Tabii her şey bir yana, var olma savaşı veren ve bayağı da başarılı olan Arsenal'in kaleci hatasıyla 2 gol birden yemesi adil midir, hakemin eli havada ve arkası dönükken çift vuruştan gol atılır mı?
İki ev sahibi takım da 2-1 kazanarak ikinci maçlara çok da avantajlı olmayan skorlar elde ettiler. Bence iki ev sahibi de hakemler tarafından çok pis kollandılar.
Etiketler:
arsenal,
Barizzio,
bayern munich,
fiorentina,
porto,
sampiyonlar ligi
Milan:2 Man.U.:3
Perde 1:
Daha önce Manchester United'dan San Siro'da gol dahi yememiş olan Rossoneri, kaliteki bir futbolla başladı maça. Ronaldinho'nun 3. dakikadaki hafif "balına" golünden sonra, oyunun tartışmasız hakimiydiler. Beckham-Ronaldinho paslaşmaları, Thiago Sİlva-Antonini ikili oyunları, Patonun sağa kaçışları, birçok farklı şekilde zorladılar Manchester kalesini, ama bence çok hak ettikleri 2. golü bulamadılar. Bu sırada elle oynamalar, penaltılar vardı bence, ama hakem adeta bir Premier Lig hakemi gibi (!) Manchester'ı kolladı.
Milan'ın üstünlüğüyle geçen ilk perde, günün o dakikaya kadar en iyilerinden Antonini'nin sakatlanmasıyla kapandı.
Perde 2:
Antonini sakatken, dışarıda tedavisi yapılırken bunu kaç tane oyun kurucu görür, Milan sol kanadına imansızca yüklenirdi? Kaç bilmiyorum ama Scholes bunlardan biriydi. Sağdaki Fletcher'a süper aktarıp topu (daha müsait görünen arkadaşları olmasına rağmen), sonrasında dağılan savunmanın arasına sızıp Fletcer'ın ortasını yakaladı. Savurduğu ayağıyla değil, yerde sabit kalan ayağıyla attı golü, ama alkışı hak etti. 2.Perdenin kalan kısmı da ezici Manchester üstünlüğüyle geçti. Bir Antonini miydi savunmayı ayakta tutan, yoksa zaten yaşlı Milan düşecek miydi oyundan bilinmez ama kalan 54 dakikada çok aradılar genç sol beklerini. Manchester Rooney ile 2 gol daha buldu. Milan'ın 74. dakikada 3. Golü yemesiyle 2. perde kapandı, oyun tekrar el değiştirdi.
Perde 3:
Bu dakikadan sonra, kanımca oyuna yaşlı kurt Seedorf'un girmesiyle oyunun hakimiyetini Milan tekrar eline aldı. Ronaldinho gözü kapalı anlaştığı arkadaşını buldu ve yine döktürmeye başladı bu dakikadan sonra, ve en az 3-4 gollük pas verdi. Bunlardan sadece birini, o da mükemmel bir topuk hamlesiyle gole çevirdi Seedorf. Pato ve Inzaghi ise biraz beceriksiz, biraz şanssız bir biçimde harcadılar.
Velhasıl 2-3 bitti bu 3 perdeli şizofren maç. Bu sene seyrettiğim en güzel CL maçıydı, seyrine doyamadım. Bu arada top taça ve auta çıktığında zapladığım Lyon Real Madrid maçında, Lyon Catalan yanlısı tavrını bozmadı ve yine Madrid'i evine puansız yolladı.
16 Şubat 2010 Salı
seçim ofisi..
Bugün eğitim için bulunduğum Barbaros Point Otel girişinde Adnan Öztürk seçim ofisi yazısını görünce gözlerime inanamadım. 9 Şubat'tan itibaren Barbaros'un göbeğinde seçim ofisi kuran Adnan Öztürk ile ilgili seçim haberleri gazetelerde yer almış ancak o kadar küçük yer almış ki zaten gazeteleri burnunu kapayarak okuyan bünyem bunu atlamış. Zira geçen sene seçimden izahsız çekilmesinin ardından bu sene çok da ciddiye alınmamış olacak. Seçim ofisi civarında Fatih Gökşen'i gördüm ama Aydemir Akbaş'ı gördüğüme hala inanamıyorum. Liseli falan olsa tamam da anlamadım ne iş tam olarak(edit: kendisi Galatasaray Liseli imiş, yanyana getiremediğimden araştırma ihtiyacı bile hissetmemiştim, özür dilerim).
Adnan Öztürk ismi Canaydın döneminde geçince alternatif hemen her isim gibi heyecanlandırmıştı beni. Ama bugün aynı şeyleri hissedemiyorum. Has adamı Fatih Gökşen 3 güne 1 Radyospor'a bağlanıp Galatasaray'ı eleştirirken niyetlerini belli etmişlerdi az çok. Aday olup geri çekildiği geçen seçimden sonra Galatasaray'ın kurtuluşu için Deloitte'a bir rapor hazırlattığını söylemişti. Deloitte'un uluslararası alanda futbol sektörü ile ilgili önemli bilgi kaynağı sayılabilecek raporları olmasına rağmen en önemli 3 rakibinden 2'sinde çalışmış biri olarak söylüyorum ki, bütün seçim vaadi bu şirkete hazırlatılmış bir rapor olan başkan adayı çok da güven vermiyor bana. Arcelor-Mittal diyenlere de iki lafım var: Auxerre & Queens Park Rangers. Sırf Frankofon devrim için gelsin diye destekleneceğini de düşünmüyorum açıkçası. Zira Liselilerin gönlünün Ali Dürüst'ten yana olduğu ve onun dışında bir adayın etrafında birleşeceklerini zannetmiyorum. Ali Dürüst'ten başka bir aday çıkarsa, her kim olursa olsun Adnan Polat başkanın kalmasını isterim. Ali Dürüst çıkarsa da ben karışmam aralarında halletsinler derim.
Herneyse bu seçim döneminin en kötü etkisi başta Adnan Öztürk yalakası olduğunu her fırsatta ortaya koyan Bahri Havadır ve Adnan Polat'ın başkanlığından rahatsızlığını farklı mecralarda dile getirmeye çekinmeyen Fatih Altaylı önderliğinde, tam da çok kritik bir dönemeçte olan Galatasaray'ın yıpratılacak olmasıdır. Acıdır ama gerçektir..
9 Şubat 2010 Salı
uzay çağı
Formula 1’de 2010 sezonun başlmasına henüz 1 aydan fazla zaman var. Fakat bu sene takımların yeni arabalarında öyle enteresan yenilikler var ki bunları sizinle paylaşayım istedim.
8 Şubat 2010 Pazartesi
bunu okuyan bunu da okudu..
"Tüm takımlarda yıldız futbolcular var. Bu tüm kulüplerin sorunu. Ellerindeki önemli yıldızlarının kaybolması ekonomik, psikolojik ve sosyal olarak da büyük bir yıkım getirmesine neden oluyor. Hakemlerimizin bu konuda dikkatli olmalarını, bu tür futbolcu diye geçinenlere taviz vermemeleri gerektiğini ve gerekli cezayı vermeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda onlara da buradan bir çağrıda bulunuyorum." Adnan Polat
"Ben takım çalıştırdığım dönemlerde de söylüyordum, hakemler maçta sertliğin dengesini iyi sağlamalılar. Oynamak isteyen takımla, oynatmamaya çalışan takımı iyi süzmeliler.Hakem maçta bu konuda zaafiyet gösterdi." Aykut Kocaman
"Ben takım çalıştırdığım dönemlerde de söylüyordum, hakemler maçta sertliğin dengesini iyi sağlamalılar. Oynamak isteyen takımla, oynatmamaya çalışan takımı iyi süzmeliler.Hakem maçta bu konuda zaafiyet gösterdi." Aykut Kocaman
7 Şubat 2010 Pazar
fenerbahce diyarbakir
oncelikle sunu soyleyim, erman torogludan sonra ligtvnin televole kadrosundan da kurtulmasi lazim, tarafsizlikla yorumsuzluk arasindaki farki anlayamayan bir ekip nasil basarili olsunki, melih gumusbicakin yanina vatan sasmazi koysalar farketmez. cunku yorumcu diye koydugu adamlarda tarafsiz olacaklar diye ancak devrearasinda " sagkanat etkisizdi, etkili olmali" diye yorumlarla idare ediyorlar...
ikinci konu macin hakemi: gsyin puan kaybettigi hafta fenerbahcenin de kaybinin cok buyuk olmayacagini dusunerek fenerbahcenin hizini iyi kesti. olmayan fouller caldi, olmayan kartlar gosterdi, enaz 5dk uzatma dedi, 2dk top oynatmadi, kisaca talimat uzerine yildizlari korudu...
fenerbahceye gelirsek; kotu oynadik, ama dis etkenler olmasa bu mactan 3puan cikarabilirdik, oyuncular artik bazen hakemleri de yenmeleri gerektigini anlayarak oynarlarsa rahat sampiyon oluruz... rakibimizin puan kaybettigi haftada kazanmaliydik olmadi...
ikinci konu macin hakemi: gsyin puan kaybettigi hafta fenerbahcenin de kaybinin cok buyuk olmayacagini dusunerek fenerbahcenin hizini iyi kesti. olmayan fouller caldi, olmayan kartlar gosterdi, enaz 5dk uzatma dedi, 2dk top oynatmadi, kisaca talimat uzerine yildizlari korudu...
fenerbahceye gelirsek; kotu oynadik, ama dis etkenler olmasa bu mactan 3puan cikarabilirdik, oyuncular artik bazen hakemleri de yenmeleri gerektigini anlayarak oynarlarsa rahat sampiyon oluruz... rakibimizin puan kaybettigi haftada kazanmaliydik olmadi...
FLAS!!!
Semih-Cem Sultan ve genç oyuncu fetişi..
Bir futbol takımının genel anlayış olarak altyapıya önem vermesi ve taraftarların buna destek olması elbette güzeldir. Ama Galatasaray taraftarlarının büyük çoğunluğu için durum farklı. Genç futbolcuları ilk 11'de görme isteği artık fetişe dönüşmüştür pek çoğu için. Bu noktada Galatasaray'ın altyapısını takip eden, paf-A2 takım maçlarını izleyen futbolseverleri bir kenara koymak istiyorum. Ama genelde şöyle olur. Bir paf takımı ya da genç milli takım maçından sonra bir gazetede şöyle haberlerden biri çıkar: "Teknik Direktör Ahmet, genç futbolcu Mehmet'i geleceğin Carlos'u olarak görüyor", "Paf liginin gol kralı Cavit gümbür gümbür"vs.. Bunu okuyan Galatasaray taraftarı önceki gün izlediği Barcelona maçında forvette Krkiç-Pedro, orta sahada Busquets görmüş olmanın heyecanıyla ilk 11'ler kurar Mehmet'i sol beke Cavit'i forvete yazar. Ondan sonra da neden bu gençler harcanıyor, dünyaca ünlü yıldızlar var altyapımızda forma vermiyoruz der. Gün olur bu gençler forma bile giyemeden Anadolu kulüplerine kiralanırlar. Büyük yetenekleri kendilerine orada bile ilk 11 şansı verilmesine yetmeyince aslında o kadar da büyük yetenek olmadıkları anlaşılır. 88' neslinden umut kesilir, 90' nesline odaklanılır.
Bu hikaye istisnalar haricinde böyle süregelmiştir. Galatasaray'da genellikle A takımda forma giyme kapasitesindeki oyunculara forma verilmiştir. Bunların bir kısmı kendini kanıtlamış bir kısmı da kanıtlayamamıştır. Altyapımız yıllardır kendi yaş gruplarında başarılar göstermesine rağmen üst gruplarda aynı etkiyi gösterememiştir ki altyapıdan çıkan oyuncunun A takıma tam anlamıyla hazır olması için bu tarz çalışmalara yıllarını vermiş Jan Derks göreve getirilmiştir.
Bu yazının çıkış noktası da Galatasaray'ın defanssız kaldığı günler Semih'e ilk 11 verilmesini isteyenler ile forvetsiz kaldığı bugünlerde Cem Sultan'ı ilk 11'de görmek isteyenlerin sayısıdır. Geçen sene Semih için Bülent Korkmaz, yetenekli ama nerede duracağını bile henüz bilmiyor, Harry Kewell gençliğinde aldığı eğitim sayesinde an itibariyle çok daha iyi defans bilgisine sahip demişti hatırlarsanız. Zaten Semih de ilk 11 oynadığı bir Ankaraspor maçında yer tutma yanlışlığıyla takımının 2 puanına mal olmuştu. Olsun elbet, canı sağolsun da demek ki Bülent Hoca da haklıymış bir yerde. Demek ki işkembeden sallamamak lazımmış henüz.
Şimdi Cem Sultan fırtınası esiyor aynı şekilde. Adını şimdi anımsayamadığım bir blog, Galatasaray Cafercan'ı geri getirsin demişti devre arasında, Konya Şekerspor'da attığı golleri ve oynadığı futbolu referans göstererek. Beşiktaş ile oynanan Türkiye Kupası maçında da iş olduğunu gösterdi az çok Cafercan kendinde. Bu mantıklı bir öneridir, ama uygun görülür görülmez o ayrı. Ama Cem Sultan'ı ben izlediğim hiçbir hazırlık karşılaşmasında öyle etkili falan görmedim. Benim aklımda kaldığı kadarıyla Cem Sultan'ı bugünkü Kayserispor maçında oynatsaydık Aydın Toscali ile her karşılaştığında gözleri dolardı sertlikten.Mutlaka yetenekli çocuk ama arzu edilen fizik güce sahip olsa zaten görür oynatır A takım teknik ekibi. Bu teknik ekibin Serdar Eylik, Emre Çolak gibi isimleri kazanmak için uğraştığı gözardı edilmemelidir.
Son 16 postu ben yazım, nerede blogun geri kalanı, nerede Ümit adlı eser?
6 Şubat 2010 Cumartesi
Çirkef'in tarlasında futbol
Maça başlamadan önce skor ne olursa olsun diyecek olduğumu söyleyim. Kayserispor yönetiminin dün yaptığı açıklama gerizekalılıktır. Bakın Kayserispor yönetimine gerizekalı demiyorum. Ya gerizekalılar ya da futboldan anlamıyorlar (bkz. Ahmet Çakar- Ali Sami Alkış). Adnan Polat'ın yerinde olsam dünkü açıklamayı okudukları yerleri acısın da bir daha üzerine oturamasınlar diye, Galatasaray paf takımının en kazma oyuncusunu ilk 11'de sürdürtür, ilk 15 dakikada Cangele ve Makukula'nın futbol hayatlarını bitirtirdim. Ondan sonra anlasınlar 3 senedir top yapmak isteyen her oyuncusu biçilen Galatasaray'ın feryadının yerinde olduğunu. Takımın yarısı darbeye bağlı sakatlanmış, Caner 3 maçtır öldürülmeye kalkılıyor, hakemler kasaplara dikkat etsin denmiş, denmelidir de. Ama kaptanının gemiyi terk edişini izlemek zorunda kalan, kazıklayacak adam bulamayınca hırsından deliren Recep, Süleyman ve tayfası deliriyor tabi hırsından. Densizlikleri meşhur olmasa basın sözcüleri önce çıkıp Ali Turan'ı sattık deyip sonra ben dalga geçtim diyebilir mi? Asıl sorun bizde ama, adam bunu dedikten sonra bir daha ne diye teklif veriyorsun ki? Bir daha değil masaya oturmak, yolda bile görsen selam vermeyeceksin bunlara.
Bu maçtan bağımsız apayrı bir konu ama dünden beri sanki Fenerbahçe derbisine çıkıyormuşçasına hırslanmamı ve bugünkü beraberliğe tahammülsüzlüğümü artıran etkenlerden biri elbette. Maçla ilgili uzun uzun analiz yapmayacağım. Öncelikle Galatasaray defansı Servetsiz olmasına rağmen maçın genelinde çok iyiydi. Özellikle Mehmet Topal'ın zaman zaman savunmanının içine girmesi oldukça faydalı oldu. Hakemin uydurması ile ceza sahası etrafında buldukları birkaç faul olmasa doğru dürüst pozisyonlarının olduğunu söylemek bile zor.
Galatasaray'ın hücum hattı ise yine az üretkendi, ama hiç değilse gollük sayılabilecek birkaç pozisyon yakaladı. Özellikle Elano veya Emre Çolak'ın pozisyonlarından biri gol olsa, bugün Galatasaray 2. bile olamaz diye bando takımını çalıştıran yorumcular, Galatasaray pozisyon bile vermeden maçı almayı bildi diyeceklerdi mecburen. Anlam veremediğim şekilde Elano, Keita ve Caner korkunç kötü paslar verdiler ve ortalar yaptılar. Elbette top kontrolünde korkunç zeminin ve dondurucu soğuğun etkisi vardı ama dağlara taşlara ortaların, orta sahadan anlamsız şutların mantığını çözemedim. Bu adamların formsuz olduğu anda yedek kulübesine baktığımda ise, tek bir tane hücumcu bile göremedim. Yapacak çok şey yok şu sıralarda, mecburen kısıtlı oyuncuların performansını artıracağız, formsuzluğa tahammül edilecek zamanlar değil bunlar. Takım kötü gitse de Arda iyi gidiyor şu sıralar. Allah nazardan saklasın diyelim.
Bir sözüm de sene başında ettiği sabır yeminine bağlı kalıp iki günde istifa çığlıkları atmayan Galatasaraylıları anlayamayan, göremediği kaos ortamından dolayı içi içini yiyen yorumcu, blogger, gazetecilere. Bu sene şampiyon olmak ya da olmamak değildir Rijkaard getirilirken hedef. Yoksa biz de bilirdik Luceleri, Denizlileri, Daumları alıp ilk 2'yi garantilemeyi. Derwall bile ilk senesinde şampiyon olamadı. Sabredeceğiz, ne kadar provoke etmek isteseniz de. O yüzden eleştirin oyunu şunu bunu da, dönüp neden Galatasaraylılar hala delirmiyor diye kendinizi paralamayın, zira komik oluyorsunuz..
5 Şubat 2010 Cuma
başsız ve kanatsız bir kartal ile varolmak üzerine..
Maça başlamadan önce üzerine çokça konuşulan Yıldırım Demirören ve protesto girişimleri hakkında iki kelam etmek isterim. Bu blogda da defalarca yazdık söyledik Tüpçü'den hazetmediğimizi, Beşiktaş'a yakışmadığını vesaire.. Ama hafta boyunca konuşulan maçın 15. dakikasında stadı terk etme fikri bana hiç cazip gelmedi. Bu takımın gerçek sahibi olduğunu ortaya koymak için var olmak zorundasın. Tüpçü olsa da olmasa da sen orada olacaksın ki var olasın. Yoksan, tribündeki boşluksundur en fazla. Bugün Beşiktaş başkanı yani kartalın başı bile yoktu anlı şanlı BJK tarihinde ilk kez olan 20-0'lık galibiyetine rağmen. Nedenini bilmiyorum ama bence korktu gelmekten. Beşiktaş başkanı ilk maçına gelemiyor, Beşiktaş'ı en çok sevenler ve orada olması gerekenler 15. dakikada gitmekten bahsediyor. Bu kime cezadır kime ödül biri anlatsın.
Maça dönersek Gençlerbirliği ile Beşiktaş arasındaki fark kaliteydi, kalite kazandırdı diyebilirim. Gençlerbirliği 2. gole kadar gayet dirençli top oynadı. Ama 3 kritik bölgedeki kazmaları İlhan-Burhan-Kahe maçın oyunun kaderini direkt olarak etkiledi. Sağ tarafı Orhan-Burhan, sol tarafı Aykut ile oyuna sonradan giren Hurşut iyi idare ediyorlardı halbuki. Mustafa da oyunu son bölgeye yıkmak için gayet iyi duvar görevi görüyordu maçın genelinde. Ama son noktayı koyacak kalite ve tecrübe yoktu anlaşılan.
Beşiktaş'ta ise Mustafa Denizli'nin yokluğunun en önemli etkisi 2. gol olana kadar Bobo'nun çoktan çıkmış olacağıydı. Ama Bobo gibi bir golcün varsa güveneceksin. Zira ceza sahası içerisinde topu sırtı dönük bu kadar iyi kontrol edip dönebilen kaç santrofor var Türkiye'de sorarım. Tabata ise başlı başına bir konu. Gaziantepspor'dayken abartılmaması gerektiğini savunurdum ısrarla. Beşiktaş'tayken ise ilk kez ciddi ciddi Galatasaray maçında görmüştüm. Faydası, oyun bilgisi bu kadar ortada olan bir adamı bu kadar tartışılır kılabilecek tek etken olabilirdi, o da satın alımı süreci. Aynı paraya alındığı Mehmet Topuz'dan çok daha yetenekli ve faydalı olduğunu düşündüğüm Tabata, satın alımı süreci ve artık mide bulandıran Demirören hamlelerinin kurbanı olmuştur ve her muhabbette futbol tanrılarına meze olarak sunulmuştur. Bugünkü maçın başından sonuna etkisini ortaya koydu. Beşiktaş kadrosuna laf edenler bilsin ki Ernst-Fink-Tabata 3'lüsü ligin tartışmasız en iyi orta 3'lüsü, Sivok-Ferrari ikilisi biraradayken de en iyi defans tandemidir açık ara. Sivok bugün oyun kuruşu, yer tutuşu ve hücuma katılışıyla kendini gösterdi yine. Ama gövde ve pençe tek başına uçurmaz kartalı. Kanat lazım uçmak için kanat.
Bir de başta Bariz ve Ram olmak üzere etrafımdaki Beşiktaşlı arkadaşlara teessüflerimi sunmak isterim buradan. Haftaboyunca maça gidelim dedim bir Galatasaraylı olarak, belki de sırf stada olan özlemimi gidermek için. Herkes suspus oldu. En son aklıma yine Galatasaraylı Wasted geldi, o da halk arasında Auditor hastalığı olarak bilinen fazla mesaiye kurban gitmiş. Sağlık olsun gideriz birarara. En azından biz varolalım bir yerlerde..
Sençlerbirliği
4 Şubat 2010 Perşembe
Spondilolistezis*
Böyle yenildigimiz maçlardan sonra yazi yazmak için sakinlesmeyi bekliyorum mütemadiyen. Dün maçi Wasted ve Bariz kardeslerimle birlikte izledim. Yillardir izledigim en kötü maçi denk getirmemiz talihsizlik olmus biraz. Sonra Ali Sami Yen'i ne kadar özledigimi fark ettim yine.
Ama tek özleyen ve ihtiyaç duyan ben degildim Ali Sami Yen'e. Transferler üzerine yazdigim yazida da söylemistim bu takimdan hemen bir uyum beklemek hayalciliktir diye. Herkesin yildiz kabul edildigi takimlarda da takim olgusunun oturmasi ciddi sikintidir. Burada bütünlestirici etkiyi önce teknik heyetten ama sonra ve daha önemlisi taraftardan edinmesi lazim takimin. Hücum futbolu oynamak isteyen ancak hücum hatti komple yenilendigi için bir türlü kordine olamayan bu takimin en büyük dezavantaji ardarda deplasman maçlarina çikacak olmasidir. Ali Sami Yen'deki ilk lig maçinin 25 Subat'ta oldugu göz önünde bulunduruldugunda bu da çok sikintili bir döneme girildiginin sinyallerini veriyor yeterince.
Dünkü maça gelirsek, Galatasaray'in sezonun en omurgasiz futbolunu oynadigini söyleyebiliriz. Topu oyuna degajdan baska bir sekilde sokamayan kaleci Ufuk'la basliyor omurgasizlik. Ufuk sisirince topu kim alacak orta sahada orasi bilinmiyor tabi. Bilinmeyince de elindeki topu tek kollu canavara atiyorsun kirazlar çiksin diye. Hadi diyelim ki vazgeçti Ufuk topu oyuna sokmasi için önündeki 4'lüye vermeye karar verdi. Oyun defanstan kurulacaksa, pasin verilmesi gereken oyuncu tandemdeki ikiliden biri degildir. Bekler iyice açilirlar top kalecideyken ve oyun kenardan baslatilir. Daha sonra yakinlasan orta saha oyunculariyla üçgenler kurulur. Hakan Balta ve Sabri varken bunu nispeten uygulayabilirdi takim belki. Ama ters bek oynamaya bir türlü alisamayan (bu seneki formuyla sag beke de alistigi söylenemez ya) Ugur kuramiyor orada oyunu. Emre Güngör ise uzun ve isabetli pas biliyor ama paslasarak çikmayi bilmiyor belli ki. Nerden bilsin ki daha önce pek oynamamis kanatlarda. Mecburen defansin ortasina veriliyor top. Defansin ortasinda iki adam var. Bunlardan Servet olani için bugün takip ettigim baska arkadaslar da yazmislar yeterince. Mevzu hatali pas vermesi degil sadece. Dogru sayilan paslarini bile öyle bir siddette ve zamanlamayla atiyor ki Servet, topu alan oyuncunun kontrol etmesi sikinti oluyor, karsi atak oluyor. Ayrica gereksiz top sürmelerini ve uzun ara pasi denemelerini saymiyorum bile. Neill'e gelirsek bir Pope, bir Marquez olmadigi çok açik. Eger takima uyum saglarsa Lugano olur en fazla ki bana o da yeter zaten. Neill öyle defansin ortasindan kuramiyor oyunu. Halbuki alisik oldugu yer olan defansin ortasinda oynasa belki basta da dedigim gibi oyunu daha rahat kuracak Galatasaray.
Kuracak dedik ama nasil kuracak. Takima katkisi tartisilamayacak bir Mustafa Sarp var dogru. Ama bu Sarp topu düzgün kontrol bile edemiyor. Ayrica defalarca söyledik defansa yaklasip oyunu açmaya çalismiyor. Eskiden Ayhan yapiyordu o isleri. Artik o da yapmiyor. Ne mücadele ediyor dogru düzgün ne de hücuma katki yapiyor. Oyunu iki yönlü oynuyor derdik artik iki yönünü de oynamiyor. Neden oynamiyor orasi arastirilmali iste. Niye bu kadar isteksiz Galatasaray orta sahasinin kalbi bunu yogunlasilmali biraz da. Defanstan orta sahaya aktarilamayinca bir türlü forvete de akamiyor ki top. Tek bir atagi bile olmadan bitirdi takim koca maçi.
Bir de bunlara sene basindaki hücum 4'lüsünün (Arda,Kewell,Baros,Keita) Keita haricinde 2. senelerine birlikte girdiklerini göz önünde bulundurmak lazim. Ikinci yari basindan beri ise yok artik böyle bir forvet düzeni. Ama Jo var, Gio var artik. Gio hakkinda konusmak için henüz erken. Messi mi olacak Ibrahim Akin mi görecegiz hep birlikte. Ama Jo, Baros'un boslugunu kapatabilir bu takimda. Hareketliligi, topu ayagina alir almaz içeri katetme istegi çok ümitlendirdi beni. Yaziyi kaptansiz bitirmemek lazim. Arda Turan iyi basladi ikinci yariya. Bu maçta da ne yaptigini bilen az adamdan biriydi. Golü ise harikaydi. Simdi ondan beklenen hücum setlerinde beraber oynayacagi arkadaslarinin uyumunu çabuklastirmasi. Kaptanin elini dümenden çekmemesi lazim bugünlerde..
Ama tek özleyen ve ihtiyaç duyan ben degildim Ali Sami Yen'e. Transferler üzerine yazdigim yazida da söylemistim bu takimdan hemen bir uyum beklemek hayalciliktir diye. Herkesin yildiz kabul edildigi takimlarda da takim olgusunun oturmasi ciddi sikintidir. Burada bütünlestirici etkiyi önce teknik heyetten ama sonra ve daha önemlisi taraftardan edinmesi lazim takimin. Hücum futbolu oynamak isteyen ancak hücum hatti komple yenilendigi için bir türlü kordine olamayan bu takimin en büyük dezavantaji ardarda deplasman maçlarina çikacak olmasidir. Ali Sami Yen'deki ilk lig maçinin 25 Subat'ta oldugu göz önünde bulunduruldugunda bu da çok sikintili bir döneme girildiginin sinyallerini veriyor yeterince.
Dünkü maça gelirsek, Galatasaray'in sezonun en omurgasiz futbolunu oynadigini söyleyebiliriz. Topu oyuna degajdan baska bir sekilde sokamayan kaleci Ufuk'la basliyor omurgasizlik. Ufuk sisirince topu kim alacak orta sahada orasi bilinmiyor tabi. Bilinmeyince de elindeki topu tek kollu canavara atiyorsun kirazlar çiksin diye. Hadi diyelim ki vazgeçti Ufuk topu oyuna sokmasi için önündeki 4'lüye vermeye karar verdi. Oyun defanstan kurulacaksa, pasin verilmesi gereken oyuncu tandemdeki ikiliden biri degildir. Bekler iyice açilirlar top kalecideyken ve oyun kenardan baslatilir. Daha sonra yakinlasan orta saha oyunculariyla üçgenler kurulur. Hakan Balta ve Sabri varken bunu nispeten uygulayabilirdi takim belki. Ama ters bek oynamaya bir türlü alisamayan (bu seneki formuyla sag beke de alistigi söylenemez ya) Ugur kuramiyor orada oyunu. Emre Güngör ise uzun ve isabetli pas biliyor ama paslasarak çikmayi bilmiyor belli ki. Nerden bilsin ki daha önce pek oynamamis kanatlarda. Mecburen defansin ortasina veriliyor top. Defansin ortasinda iki adam var. Bunlardan Servet olani için bugün takip ettigim baska arkadaslar da yazmislar yeterince. Mevzu hatali pas vermesi degil sadece. Dogru sayilan paslarini bile öyle bir siddette ve zamanlamayla atiyor ki Servet, topu alan oyuncunun kontrol etmesi sikinti oluyor, karsi atak oluyor. Ayrica gereksiz top sürmelerini ve uzun ara pasi denemelerini saymiyorum bile. Neill'e gelirsek bir Pope, bir Marquez olmadigi çok açik. Eger takima uyum saglarsa Lugano olur en fazla ki bana o da yeter zaten. Neill öyle defansin ortasindan kuramiyor oyunu. Halbuki alisik oldugu yer olan defansin ortasinda oynasa belki basta da dedigim gibi oyunu daha rahat kuracak Galatasaray.
Kuracak dedik ama nasil kuracak. Takima katkisi tartisilamayacak bir Mustafa Sarp var dogru. Ama bu Sarp topu düzgün kontrol bile edemiyor. Ayrica defalarca söyledik defansa yaklasip oyunu açmaya çalismiyor. Eskiden Ayhan yapiyordu o isleri. Artik o da yapmiyor. Ne mücadele ediyor dogru düzgün ne de hücuma katki yapiyor. Oyunu iki yönlü oynuyor derdik artik iki yönünü de oynamiyor. Neden oynamiyor orasi arastirilmali iste. Niye bu kadar isteksiz Galatasaray orta sahasinin kalbi bunu yogunlasilmali biraz da. Defanstan orta sahaya aktarilamayinca bir türlü forvete de akamiyor ki top. Tek bir atagi bile olmadan bitirdi takim koca maçi.
Bir de bunlara sene basindaki hücum 4'lüsünün (Arda,Kewell,Baros,Keita) Keita haricinde 2. senelerine birlikte girdiklerini göz önünde bulundurmak lazim. Ikinci yari basindan beri ise yok artik böyle bir forvet düzeni. Ama Jo var, Gio var artik. Gio hakkinda konusmak için henüz erken. Messi mi olacak Ibrahim Akin mi görecegiz hep birlikte. Ama Jo, Baros'un boslugunu kapatabilir bu takimda. Hareketliligi, topu ayagina alir almaz içeri katetme istegi çok ümitlendirdi beni. Yaziyi kaptansiz bitirmemek lazim. Arda Turan iyi basladi ikinci yariya. Bu maçta da ne yaptigini bilen az adamdan biriydi. Golü ise harikaydi. Simdi ondan beklenen hücum setlerinde beraber oynayacagi arkadaslarinin uyumunu çabuklastirmasi. Kaptanin elini dümenden çekmemesi lazim bugünlerde..
*Omurlarda kayma
2 Şubat 2010 Salı
kutlu doğum haftası
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)