9 Ekim 2010 Cumartesi

sedyedeki Türk düpedüz zenci


Niyetim duygu sömürmek değil elbet ama bir durumu vurgulayarak başlamak istiyorum. Bir önceki Almanya-Türkiye maçını Kiel'de izlemiştim. Türkiye maçı kaybetmesine rağmen orada yaşayan Türk işçiler ertesi gün işyerindeki Almanlar'a nasıl onlardan daha iyi oynadıklarını, Almanlar'ın şanslı olduğunu söyleyip, beklenmedik performansın da Almanlar üzerinde yarattığı şaşkınlığın etkisiyle mağlupken galip havalara girmişti. Aynı topraklarda pazartesi günü işe gidecek olan ya da bahçesini sularken Alman komşusuyla karşılaşacak olan Türkler eski günlerdeki gibi gözlerini kaçırmak zorunda kalacaklar. Ve orada yaşayan Türkler daha iyi biliyorlar "Auf Wiedersehen" lafının stadtaki taraftardan ötesine söylendiğini. Sırf bu sebeple dahi Hiddink'in takımı Almanya doğumlu futbolcularla kurması makul görülebilir (bu noktada Uğur Meleke'nin bugünkü yazısına atıfta bulunuyorum).

Dün son zamanlarda izlediğim en hızlı maçı izledim ve yenilen tarafı destekliyor olmanın burukluğunu saymazsak epey keyif aldım maçtan. Türk Milli Takımı Hiddink'in oyun felsefesini aklına kazımaya başlamış. Yapılabilenlerden ziyade yapılmaya çalışanlara odaklanırsak takımın top kapıp hızlı hücumlarla kaleye gitme çabasını fark edebiliriz. En azından bu açıdan umut verdi takım.

Ama burada sorgulanması gereken Hiddink'in oyun felsefesini mevcut altyapı, oyuncu seçimi ve kadro yapısı ile birleştirdiğimizde ortaya istenilen sonuçları getirecek bir takımın oluştulup oluşturulamayacağıdır. Bu takımda Aurelio ile kıyaslanabilecek tek Türk oyuncu olan ve Valencia'da Euro 2008 sonrası günlerinin üzerine koyan Mehmet Topal'ın takıma çağırılmaması ve takiben sakatlanması durumu ile kendi takımında bile oynayamayan ve henüz bir istikrar yakalayamamış olan Özer'in durumları ayrıca değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Defansın ortasında defansa yaslanan bir takımın müthiş oyuncusu Ömer Erdoğan'ın pozisyon yanlışlıkları ile Servet'i bile gölgede bırakması göz önünde bulundurulursa İbrahim Toraman'ı hiç izledin mi Hiddink diye sorası geliyor insanın. Elbette Arda, İbrahim Üzülmez hatta Mehmet Topal olsaydı çok daha farklı olurdu takım. Gerek Almanya'nın bizi sağdan sola koşturması gerek de takımın kendine güveninin yüksek olmaması nedeniyle yaptığımız komik hatalar da daha aza indirgenirdi.

Kadro seçimi diyince herşeyi bir kenara koyalım ve Türk futbolcuları hangi konuda iyidiri sorgulayalım öte yandan.


Kaleci olarak karaktersiz ve dengesiz Volkan herşeye rağmen Avrupa'nın pek çok Milli Takımı'ndan geri bırakmıyor kalemizi. Defanstan oyun kurabilen ve pozisyon bilgisi yüksek bir savunma oyuncumuz yok koca memleketimizde. Orta sahada yaratıcı oyuncularımız sakat Arda, Amerikalı Volkan, triple Kazım ve istikrarsız Özer'den ibaret. Orta sahada tek zengin yanımız en çok söylendiğimiz noktalardan olan oyunu iki yönlü oynayabilen Emre, Nuri, Selçuk İnan ve kısmen Aurelio ile Mehmet Topal'a sahip olmamız. Bu arada daha önceden bulaşmış olduğu bahis skandalı sebebiyle Türkiye'de bile görmek istemediğim Gökdeniz Karadeniz var ki sadece futbola odaklanan bir gözün bu adamın Rubin Kazan'da oynadığı futbolu görüp kadroya alması gerekirdi diye düşünüyorum.

Ama ben en çok forvete gelince tıkandım. Semih, Halil hatta Mevlüt'ü düşünüyorum. Hangisine gözüm kapalı emanet edebilirim Milli Takım formasını. Sakın Sercan demeyin gülecek mecalim bile yok.

Şimdi Sabri solda napıyoru falan geçmek gerekiyor böyle bir durumda. 6+2+2'ler bile yetmiyor takımlarımıza kimse görmüyor mu bunu Allah aşkına. Galatasaray 6 yabancı ile oynarken suçlular hala Servet,Mustafa Sarp, Ayhan, Aykut ve Ali Turan oluyorsa ve elimizde olsa onları da yabancılarla değiştirmeyi makul görebiliyoruz. Bence çözüm 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya'sının yaptığı devletçi endüstriyel kalkınma hamlesini futbola uyarlamak. Daha fazla özgürlükten ziyade koşulları ağırlaştırarak kendi futbol endüstrimizi yaratmaktır. Yoksa Mahmut Hanefi'yi Roberto Carlos zannedip mutlu olacağız senelerce.

Hiç yorum yok: