30 Ekim 2009 Cuma
Hop Hop altın top
26 Ekim 2009 Pazartesi
mümkün olduğunca akl-ı selim maç yazısı..
Maç yazisi için yatismayi bekledim öncelikle, zira maçi izledigim ortamda tamamen Galatasaraylilar olarak sinerjik sekilde sövüyorduk ve durumun Fenerbahçeliler tarafinda da ayni sekilde olduguna eminim.
En son söyleyecegimi en basta söyleyim. Her ne kadar maçin kaderine etki eden yanlisliklar yapilmis olsa da, benim için önemli olan Galatasaray'in futboldur. Ondan tatmin olmadigim sürece hakemden ve yasanan rezilliklere suçu yüklemek, maçtan sonra "mevdiven, mevdiven" diye bagirmak kadar olmasa da, bahane bulmaktir.
Maç baslamadan önce Galatasaray kaptaninin karambole alinmasiyla baslayan ve yan hakemin kasinin yarilmasina giden sürecin federasyon tarafindan nasil degerlendirilecegini merakla bekliyorum. Tahminin Gerets'in kasinin yarildigi dönemki kadar ufak cezalarla geçistirilmesi yönünde. O zaman da faydasiz tepkilerimizi ortaya koyacagiz bu sayfada..
Maçin hemen basinda Milan Baros'un 2 ay sahalardan uzak kalacak olmasina yol açacak arkadan müdahale sari karti, maçtan önce Arda'yla kapisan Christian'in savurdugu yumruk (ki bugün hiçbir gazetenin bahsetmemesi oldukça manidar) ise kirmizi kartlikti. Yan hakemler tamamen rezaletti, Fenerbahçe'nin ofsayt olmayan pozisyonlarini keserken, ofsayt olan golünü ve penalti olmayan pozisyonunu (ki bu pozisyon da Leo Franco zaten yapacakti penaltiyi) göremediler. Bünyamin Gezer için maç basinda beklentim, karakterinin zayif oldugu ve kolayca baski altina alinip eyyam uygulayacagi yönündeydi. Bekledigim gibi oldu, insallah Sami Yen'e de verirler de biz de faydalaniriz etinden sütünden.
Oyuna dönersek, Galatasaray maçi ilk 10 dakikada yedigi baski ile kaybetti zaten. En azindan 10 dakikada sert müdahalelerle ataklari orta sahada eritebilseler, ve tempoyu biraz düsürebilseler, maça hakim olabilirlerdi. Ama hersey Daum'un planladigi gibi gelisti. Kavgadan sonra ilk 11'e alinmamasi gereken Arda, en silik toplarindan birini oynadi. Sag kanatta Gökhan Gönül ve Mehmet Topuz'un arasindan çikmaya çalistigi her pozisyon topu kaptirdi. Fenerbahçe Kazim'i forvete sürerek agir Galatasaray defansini geriye gömüp, sagli sollu sikistirmayi basarirken; hareketsiz kalan Nonda sayesinde dengesi bozulmayan Fenerbahçe defansi Keita ile Arda'ya karsi da sürekli derli toplu kalabilmeyi basardi. Keza Kewell'in girisiyle, Galatasaray'in maç boyunca kullanmadigi bir sol kolu oldugu ortaya çikti.
Maç bitiminde Rijkaard'in açiklamalarinda ilgimi çeken 2 nokta oldu. Birincisi, Keita'nin oyundan çikisinin ve Arda'nin gerginliginin maçin kaybedilmesindeki etkisinden bahsetti. Ikincisi olarak ise Ligtv'ye birgün mutlaka Fenerbahçe'yi burada yenecegiz dedi. Kaybedilen sadece bir maçtan öte bizim için, O da bunun farkinda ve uzun vadeli hedefleri var Galatasaray için. Bu gecenin sonunda yüzüme tebessüm ekleyen tek gelisme.
Bi de feer pileycilere söz söylemek lazim yaziyi bitirmeden. Dinamo Bükres maçi sonunda, Ali Sami Yen hoparlörlerinde sonunun hangi küfürle bitecegi biline biline, "Ayva çiçek açmis" çalan Galatasaray da, dünkü maç sonunda "Binnaz, Mor Menekse" çalan Fenerbahçe de cezasiz çikacak bu islerden. Taraftar organizasyonlarina kimse bisey demiyor elbet ama akli selim yönetimlerin alet olmamasi gerekiyor. Herkes kapisinin önünü süpürsün önce.
25 Ekim 2009 Pazar
farkımız burada!!!
22 Ekim 2009 Perşembe
lugano'nun bilinmeyen yönü
15 Ekim 2009 Perşembe
trapanolar yeşil sahada
14 Ekim 2009 Çarşamba
yersiz yerli
11 Ekim 2009 Pazar
hangisi muhsin?
8 Ekim 2009 Perşembe
Fifa 2010
biz de sana bayılıyoruz natalin
7 Ekim 2009 Çarşamba
ORTAYA KARIŞIK
ortalık karışmış, sinirler gerilmiş, köşeli yorumlarıyla bloga geri dönüş yapmış,müdavimlerimiz birbirine girmiş, tribün liderim burak reis'i liseli yorumları çileden çıkarmış(bu kişi the player değil, alınmasın)... sezon başından beri övülen, kusursuz galatasaray' ardarda puan kayıpları sonrasında bir rijkaard fotosunun altına "anlayışımız budur" denilerek konu kapatılmış, ve bunu unutturacak harika bir tartışma konusuyla blog gündemi değiştirilmiş( bu kişi wasted times değil, alınmasın). değerli yorumcularımız bunlara alışık değil, bizi böyle tanımıyorlar... başlıktaki gibi ortaya karışık bir değerlendirmemi yapacam 8.haftaya dair...
fenerbahçeyle başlarsak; sezon başından beri en iyi oyununu oynadı fenerbahçe, üstelik karşısında sezonun iyi takımlarından gençlerbirliği vardı. takım yavaş yavaş form tutuyor, lugano-bilica, emre-baroni ikililerinin uyumları, volkanın formu fenerbahçe'yi gol yemez hale getirdi. görünen 2sorun biri güiza kendisini artık suçlamıyorum, kendisini yeteneksiz, bunu artık herkes görüyor, yetenek doğuştan gelen birşeydir. ikincisi andre santos. yorgunluk diyorlar inanmıyorum. bence onun sorunu multiple position disorder... buarada yineliyorum.13hafta 39puan.
galatasaray- daha önce söylediğim gibi ofans-defans dengesizliği ve dağınık futbolun bedelini ödüyor galatasaray... şuan galatasarayın bir sistemi yok, oturmadı henüz... oyüzden bir ara evinde önüne gelene 5 atan mustafa denizlinin fenerbahçesinde oldugu gibi bol gollü galibiyetlerde eksik yokmuş gibi göründü okadar... servet maskesini düşürdü, kaleci oldukça vasat, rotasyon türkiye'ye gelen bütün büyük hocaların başına dert olduğu gibi rijkaardın da başını ağrıtacak gibi. ama kadro müthiş, taraftar motive olmuş, milli takım arası iyi gelecektir...
beşiktaş-mustafa denizli ve i.üzülmez'in fenerbahçe'den daha iyi oynuyoruz açıklamalarına kendi seyircisinden ıslıkla cevap geldi. benim cevap vermeme gerek yok. yalnız taraftara sorum var.son maçta rakip barcelona olsaydı yine ıslık mı olurdu, yoksa bütün dünya bizi izliyor en iyi biziz " ooo lleee lllaa hhaa hhoo hhüü zziiittt zütt" diye koreografimi olurdu? (bunu cidden sordum. tribünden birileri varsa aramızda cevaplarlarsa sevinirim).
bülent uygun-ilk galibiyet sonra istifa? iyiyken bitirmek istedi heralde. sivasta gece kulüpleri mi açıldı? la ilahe illallah?
ankaraspor- seneye çıksa ne olacak? yazık değilmi oyunculara? rober de iyi hocaydı.
http://www.mahoantakya.com/
5 Ekim 2009 Pazartesi
tanklarınızla, tüfeklerinizle, ağır sanayi hamlenizle gelin ulan..*
Bugünlerde Türkiye'nin en çok eleştirilen futbolcusu olan Ralph Elano Blumer'den bahsediyoruz. Gürcan başladı önce, temposuz futbolcu Elano'yu eleştirmeye. Şimdilerde herkes öyle diyor zaten, sorumluluk almıyormuş, oyuna girmiyormuş, tempo yapmıyormuş vs.. Hele sözüm ona geçim kapısı futbol olan, onlarca lige dair iddaa tahminleri yapan, Türkiye'nin en iyi futbol yorumcusu (!) Rıdvan ise "O'nu Manchester City'de izlemedim, Brezilya Milli Takımı'nda da izlemedim" diye başlayan cümlesiyle Brezilya Milli Takımı'nda 41, Premier Lig'de 62 maç yapmış olan Elano Blumer'i küçümsüyordu. Hatırlarsınız ki daha bu futbolcu forma giymeye bile başlamadan pek şerefli medyanın bir diğer üyesi, İspanya'dan bildiren Mehmet Çiftçi Portekizce bir haber yanlış çevirerek Galatasaray'ın kazıklandığını iddia ediyordu, aynı medyanın başka bir uşağı ise Shaktar Donetsk tarafından yalanlanan aşağılık uydurma haberi yapıyor, Elano'nun paragözlüğünden bahsediyordu. Peki Elano Blumer neden bu kadar hedefte, ne yaptı bu adam bu millete, henüz TFL'de 500 dk'sını doldurmamış bir adam nasıl bu kadar kolay asılıyor.
Dunga O'nu yaratmak istediği yeni Brezilya'nın sembolü olarak gösteriyordu: "Bencil olmayan ve her türlü egodan sıyrılmış bir takım oyuncusu". Sven Goran Eriksson ise muhteşem Newcastle maçından sonra "Buraya geldiği günle şu an arasındaki tek büyük fark kondüsyonu. Şimdi çok daha güçlü ve O'na nasıl futbol oynaması gerektiğini söylemenize gerek yok. Her zaman bu standardı koruyamayabilir ama şu anda O'nun en iyi zamanlarını görüyorsunuz. Topu tutuyor, etrafına bakıyor ve goller atıyor. Daha fazlasını isteyemezsiniz herhalde" demişti.
Elano ise daha ilk lig maçında Hagi, Felipe, Sasa, Lincoln, Kewell gibi golünü atarak başlamıştı lige. Sahadaki mücadelesiyle Dunga'yı doğruluyordu ama henüz hiçbir çarkı oturmamış bir takımda, henüz fizik kondüsyonunu en yüksek seviyeye taşıyamamış olmasının etkisiyle kendini ortaya koyamıyordu. Benim izlediğim kadarıyla Sasa İliç'ten beridir oyunu en iyi okuyan en iyi anlayan ve en iyi yönlendiren adam geldi Galatasaray'a. Ama yönlenecek bir oyun olmadığı zaman, Arda gibi çalımlarla içeri girecek bir oyun yapısına sahip değil ya da 35 metreden çekeceği şutlarla heyecan yaratacak Hagi kadar gelişmiş bir özgüveni de yok. Takım oyuncusu Elano, orta sahası topa basan, pas alıp vermeyi bilen oyunculardan kurulu bir takımda topa en az dokunarak en yüksek tempolu oyunu yaratan futbolcu. Hala yüksek tempoyu topla en hızlı koşmak zanneden cüheyla yorumcu kardeşlerim, topu en hızlı şekilde dikine oynamaya çalışan bu adamı ağır olmakla suçluyorlar. Tekrar ediyorum bu adam Hagi değil, Arda değil, Alex'in koşanı zıplayanı sümküreni hiç değil. Hepimiz sabredince, Rijkaard'ın Galatasaray'ı sahaya yayılmayı öğrenince bu adam makinanın nasıl bir dişlisi olduğunu ve tesadüfen transfer edilmediğini koyacak ortaya. Yeter ki niyetini en başından beri ortaya koyan şerefli haysiyetli basına kulak asmasın taraftarlar. Kapalı Üstteyiz biz, desteğimiz ortaya koymak için, inandığımız Galatasaray'ın arkasında durmak için. Bekleriz efendim..
*bilmeyenler için, Cüneyt Arkın'ın "Yıkılmayan Adam" filminden unutulmaz bir replik..
2 Ekim 2009 Cuma
Tarih tekerrürden ibaret
İki gün önce Ferrari 2010 yılı için Alonso ile anlaştığını açıladı sonunda... Zaten son zamanlarda böyle bir dedikodu devam ediyordu ve bugüne kadar formula 1 dünyasında çıkan bu tarz dedikodular genelde doğru çıktığı için bunun da gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğu tahmin edilyordu. Ve beklenen oldu; Alonsa Kimi’yi yeniden koltuğundan etti.
Bunun iki tane nedeni var bana kalırsa; 1.’si yukarıda bahsettiğim Raikkonen’in maaşı (bu maaş Ferreri’yi bile zorlar nitelikte) ve 2.’si ve daha önemlisi Santander’in (dünyanın en büyük 7. bankası olan İspanyol kuruluşu) önümüzdeki sene Ferrari’ye sponsor olmak için Alonso’yu yarıştırmalarını şart koşmuş olması (ve muhtemelen Alonso’nun ücretini de bu bankanın vereceği söyleniyor)
“Peki tamam bu tarz işlerde paranın önemi büyük ama Raikkonen bunu haketti mi yoksa Ferrari acımasızca mı davrandı?” diye sorarsanız size şöyle bir cevap verebilirim;
Birincisi, Raikkonen bu takımda 3 sene içinde önemli başarılar kazandı: 1 pilotlar şampiyonluğu, 2 markalar şampiyonluğu, 9 yarış galibiyeti, 5 pol pozisyonu ve 225 puan (2009 sezonu henüz bitmedi tabi). Yani başarısız sayılmazdı. Ama muhteşem bir ilk sezonun ardından son 2 sezon kendinden bekleneni tam olarak verebildiği de söylenemez. Ama kovulmak için yeterli bir zemin de yaratmıyor bu.
İkinci olarak, takım sponsorluğu formula 1 takımlarının (Ferrari takımının bile) yaşamsal kaynaklarından biri... Böyle bir anlaşmayla bir pilotun maaşından 51 milyon dolar (2010 için Raikkonen’in alacağı söylenen para bu) kar, 2 kere dünya şampiyonu olmuş bir pilotu bedava yarıştırma ve üstüne sponsorluk ücreti ile tahminen yıllık 100 milyon doları aşkın bir gelir sağlamış oluyor. Bu da Ferrari için gerçekten akıllıca yapılmış bir hamle bence, ve Raikkonen’i çok sevmeme rapmen her türlü hatır-gönül ilişkisinin önünde yer alacak bir anlaşma bu...
Birçok kişinin (ve benim de) tahmini Raikkonen’in McLaren’de Kovalainen’in koltuğuna geçeceği... Ayrıca bu bir temenni de... Çünkü şu anda Raikkonen’in ücretini karşılayabilecek ve kazanmasını sağlayacak bir araba verebilecek tek takım McLaren’miş gibi gözüküyor. Sanırım o da birkaç gün içinde belli olur... Ama şayet McLaren ile anlaşma yapamaz ve seneye yarışamazsa o zaman Kimi için gerçekten yazık olacak.
Not: 2. Fotoğraf Kimi’nin şampiyon olduğu 2007 yılı Brezilya Grand Prix’i sonrası çekilmiş... 1 puanla Alonso ve Hamilton’ın önünde şampiyon olmuştu...
Sturm Graz'dan acımasız gerçekler..
1 Ekim 2009 Perşembe
4 büyüklerin 4 hATayLISI
gökhan zan- milli takımın vazgeçilmezi. ileri derecede türkçe biliyor. kendi yarısahasında sağ kanada kayıp asist yapmak istiyor(bi gün olacak). en büyük eksiği sürekli sakatlanması. şimdilerde facebookta "i am gökhan zan, i use ğhar sabunu" reklamlarında boy gösteriyor.
selçuk inan- manisasporda parladı, geçen sezon attığı şık gollerle milli takıma çağırıldı. mobileti var. kawasaki, aprilla kullananları görgüsüzlükle suçluyor.türkçe biliyor.
ismail köybaşı- onun da mobileti var, transfer parasıyla onu keşfeden sezgin ustasının mobilet atölyesini yeniledi. milli takımın geleceği. bir hataylıya biçilen en yüksek değere sahip. türkçe biliyor.
ayhan tumani- köln akademisini ilk4te 4.lükle bitirdi. daum'un yardımcılığını ve tercümanlığını yapıyor. türkçeyi anlıyor ancak konuşamıyor. türkçe ve diksiyon dersleri devam ediyor.
hoca gitse de başlasak...
CSKA maçında beşiktaş'a baktığımda takımda bu havayı gördüm: denizli gidince toparlarız zaten... futbolcular o kadar karaktersiz ki, daha maça başlarken maçın bitmesini bekliyorlar. hepsi bugün uyuyalım, sabah uyandığımızda haftalar geçmiş olsun, denizli gitmiş olsun, luce ile ilk idmana çıkalım... hani tamam bu bir beşiktaş geleneği haline geldi, tamam da oyuncuların da bu kadar nankör olmamaları lazımdı. geçen sene aynı haldeki takımı tüm sezon boyunca basına karşı koruyup motive eden hocaları için oynamaları lazım. haftalardır hepimizin yaptığı "yanlış kadro, ben olsam şu ilk 11le çıkarım" geyiğine inat "daum, rijkaard en doğru 11le mi çıkıyor" diyerek mücadele etmeleri lazım bence. rıza, ertuğrul arada takımı satıyorlardı basın önünde ama mustafa hocalarına da aynı şeyi yapmaları nankörlüktür. geçen sene denizli olmasaydı ne yusuf istanbula tekrar gelirdi, ne nobre sözleşme yenilerdi, rüştü emekli olmuştu, belki tello portekize dönmüştü...