Geçen haftanın en önemli olayı tabii ki Tobol maçlarıydı. Zira futbolsuzluğun tavan yaptığı günlerde imdadımıza yetişecek ilk resmi maç olmasının ötesinde Galatasaray’ı durumu hakkında fikir sahibi olabildik.
Kazakistan’daki maçtan başlamak gerekirse, Galatasaray defans kurgusunda Sabri-Alpaslan bombaları, orta sahasında yaratıcılıktan tamamen uzak Ayhan-Barış-Sarp üçlüsü ve forvetinde “artık demir alma vakti gelmiş bu limandan” diye mırıldanan Yaser-Erhan-Aydın üçlüsüyle başladı. Gökhan ve Servet’in uyumsuzluğu ve kaleci Orkun’un hayatı boyunca hiçbir kritik top kurtarmamış olduğu gerçeği de eklenince maçın başında golü yemek ve maç boyunca pozisyon üretememek zaten beklendik bir şey oldu. Bu arada önce Inzaghi, ardından Crouch ve şimdi de bu Kazak topçu hayatlarının gollerini hep bize attılar ya bunu da yazdım bir kenara. İkinci yarıda oyuna giren Arda ve Baros biraz olsun umut verdiler ama onlar da korner haricinde pozisyon yaratmaktan acizdiler.
İkinci maçın bizim için apayrı bir anlamı vardı. Hayatımızda ilk defa aldığımız Kapalı Üst kombinemizi hayırlama maçıydı. Ben, Wasted ve Burkay gidecektik maça, ama denetim maç dinlemedi ve Konya’ya sürdü Wasted kardeşimi. Hakikaten de “Sami Yen’in kapalısı, hayatın tam ortası”ymış o keyfi de tatmış olduk. Takım ise ikinci maçta ideale daha yakın bir onbirle çıktı. Defansın sağında Sabri, forvetin sağında Yaser’in olduğu bir takıma nasıl ideal denir onu bilemiyorum işte. Forvetin solunda oynayan Serdar Eylik için Kleve maçından sonra pek bişey olmaz bu çocuktan demiştim. Zira solda iyi giriyor ama ortalarını ve şutlarını dağlara taşlara yapıyordu. Çok görmüştük böyle bal yapmayan arıları. Bu maçta soldan girip sağ ayağıyla çok güzel ortalar yaptı. İki ayağını da kullanabiliyor ama gözlemleyebildiğim kadarıyla ortalarını sağ ayağıyla daha iyi yapıyor. Tam bu çocuk olacak dediğimiz anda, bugüne kadar “bu çocuk olacak” dediğimiz her Galatasaraylı genç oyuncu gibi sakatlandı o da. Takım pas yapmaya çalışıyor, burası doğru ama çok ağır yapıyor. Pası veren ya da pas isteyen hareketlenmiyor çünkü hareketlense pas alabileceğine inanmıyor henüz. Bir arada oynamak ve sistemde ısrar etmek bunun tek ilacı. Bu da malumunuz pozisyonsuz haftalar ve acı dolu zamanlar demek. İkinci yarı yeni kalçasıyla Linderoth girdi oyuna. Yarım saat top oynadı fena da oynamadı. Bu adam İsveçli değil de böyle İtalyan falan olsa gider Sabri’yi döverdi ama onu bilirim. Frikik kullanmak istedi, Sabri aldı. Pas istedi, Sabri şut çekti. Pas vermek istedi, Sabri boşa kaçmadı. Noluyo lan diyesi geliyor insanın. Sabri Sabri diye yerdik her zamanki gibi ama frikikten gol attırdı hem de güzelce bir ortayla hakkını yememek lazım. Özellikle Harry Kewell’ın girişi oyunu epeyce değiştirdi. Bu oyun şablonunda takımın 10 numarası Kewell’dır demedi demeyin. Arda topa ne kadar hakimse bu adam sahaya o kadar hakim. Galatasaray yine ezemedi rakibini ama en azından kimin patron olduğunu koydu ortaya. Tribündeki “In Haldun, we trust” pankartı süperdi, Metin Oktay ile Arda Turan karışımı pankart ise rezaletti. Arda’yı çok seviyoruz, çok beğeniyoruz tamam ama Metin Oktay diğeri be kardeşim ve ona yaklaşabilecek bir topçu geldiyse Galatasaray tarihinde O da Hakan Şükür’dür. Arda’nın daha alacağı çok yol var.
Gelelim forma konusuna. Formaların tasarımları zaten bas bas bağırılıyordu, basının ve insanların bu kadar şaşırmasına anlam veremiyorum. Bence de hazır turuncu forma tutmuşken, dizaynını değiştirip onu sürseydiniz. Sasa İliç parçalısını sevdim ama parçalının klasik olması gerektiğini düşünüyorum. Yani geçen seneki model bozulmamalıydı bence ama yine de parçalının içinde yazan yazıya ve resme bayıldım. Beyaz forma ise geçen senekinden güzel olmuş ama madem UEFA kupası hatırası diye yaptınız, aynı modeli yapsaydınız ya, böyle antrenman forması yerine. Mor forma ile ilgili Galat efsanesi bence yerinde ve güzel olmuş. Kimileri fazla kasıntı diyor, kimileri ise zaten şanlı olan tarihimize ekstra bişeyler kurcalamaya gerek yoktu diyor. Bir takımın adını aldığı mıntıkanın adını aldığı insanlardan esinlenmesi çok normal geliyor bana. Galatlar yerine Müslüman ya da Osmanlı kökenli bir devlet olsaydı daha çok sahiplenileceğini düşünüyorum ama beni rahatsız etmedi bu durum. Her sene forma alırdım bu sene Ülker yazısız formalar çıkana kadar almayacağım. Zira arkasına isim ve numara bile yazdırmaya kıyamadığım formanın arkasında Ülker logosu görmeye dayanamam. Yazısız forma çıkarsa da yine gidip parçalı alacağım sırf içindeki resim ve yazıya itibar ederek, buradan duyurayım yetkililere..
baris ile seda evleniyorlar.. ram üstadsın sanatçısın :)
2 yorum:
açıkçası mor formaya verilen tepkiler şaşırtıcı değil. değişime direnen insanlar. varyete yapmaktan zarar gelmez. mor ve parçalı dışındaki formaları pek beğendiğimi söyleyemem.
beşiktaşın formaları da çok içime sinmedi çubuklu dışında açıkçası. ama yine de varyete yapmaktan zarar gelmez diyorum. geçen sene de bir formayı hiç beğenmemiştim. maça gidip tribünde görünce fikrim 180 derece dönüş yaptı.
Gelelim Sivasspor'a. Bülent Uygun'un malum demecine kadar his barındırmadığım takım 5 yedi. Gazetelerin dediği gibi Bülent sözünü tuttu. İçim soğudu desem yeridir. Hatta ikinci maçta da bir o kadar yesin isterim. Ama bu Anadolu'dan şampiyon çıkmasını desteklemez tabi. Çıkabiliyorsa çıksın. Yok Beşiktaş bileğinin hakkıyla gelip alıyorsa ne mutlu bize. Az önce doğruluğundan emin olmadığım bir haber okudum. Daha da soğudu içim. Sivasspor elenirse havuzdan gelecek 10 milyon euro'nun tamamı bize kalıyormuş. Rakamlara çok güvenemedim ama gruplara direk katıldığımız için 17 milyon euro gelirimiz olcakmış. Tabi ayrıca her galibiyet için 800 bin euro, beraberlik için de 400 bin euro var.
Gel gelelim bir de gelişmemiz var. ligin başlamasına çok az kaldı. Biz de büyük cezayayı projemize hız verdik. 1 sene önce niyetlenip yapamadığımız projeyi çok yakın zamanda beta sürümü ile sunucaz inşallah.
demek wasted sonunda alabildi kombinesini :) hayırlı olsun..
mor formalar bence fena değil. değişik ve orijinal olmuşlar ama hala turuncular daha iyiydi diye düşünmüyor değilim.
barış senin için de ekşisözlükten birkaç söz derledim aşağıda:
* tum evlenmis erkeklerin "aman sakin haa ben yandim siz yanmayin" dedikleri, ama tum bekar erkeklerin nasihat dinlemeyip yine de girdikleri muessese.
* sanal prangalarla saglanan esaret ortamı
*"marriage is like an unfunny, tense version of everybody loves raymond. but it doesn't last 22 minutes. it lasts forever."
benim tanımım: hayatın en büyük hatasını hayatta yaptığın en güzel şeyi yapıyormuş mutluluğuyla yapmaktır..
ve bir şiir..
ölüm meleginin beyaz kanatlari sizi ayirana dek ayrilmayacaksiniz
tanri’nin sessiz tanikliginda bile beraber olacaksiniz...
ama aranizda mesafeler birakin;
birakin ki, cennetin rüzgarlari aranizda dansedebilsin...
birbirinizi sevin ama ask tutsakligi istemeyin,
brakin ask ruhunuzun kiyilarina vuran dalgalar gibi olsun...
biribirinizin bardagini doldurun ama ayni bardaktan içmeyin...
ekmeginizden verin birbirinize ama ayni somundan isirmayin...
birlikte sarki söyleyin;
lakin birbirinizi yalniz birakmayi da bilin...
sazin telleri de yalnizdir ama armoni içinde ayni melodiyi seslendirirler...
biribirinize kalbinizi verin ama karsilikli kilitleyip saklamak için degil!
sadece hayatin eli o kalbi saklar!
birlikte durun ama yapismayin,
tapinaklarin sütunlari da bitisik degildir!
ve unutmayin;
mese ile çinar birbirlerinin gölgesinde büyümezler...
mutluluklar dilerim..
Yorum Gönder