17 Kasım 2009 Salı

içimizdeki itin adım adım uyanışı..


Bu blogda yazdığım en liboş yazıyı yazıyorum Galatasaray- Fenerbahçe basketbol maçı üzerine. Zira iki tarafı da haksız gördüğünü söylemenin lugatımdaki karşılığı budur.

Öncelikle evsahibi takım açısından bakalım bu ve benzeri olaylara. Hemen hepimiz kendi sahamızda olan bir derbiye gitmişizdir. Maçtan önce tek düşüncemiz bu maçın alınmasıdır. Şahsen benim aklıma maça giderken Fenerbahçeli taraftarları sıkıştırmak gelmez. Zira en büyük kaygım hemen her Galatasaray-Fenerbahçe maçında bir avuç rakip takım taraftarı arasındaki kardeşimin eve rahat dönüp dönememiş olması oluyor. Stada girmek üzereyken çadırın,meşalenin oralarda toplanmış tezahürat eden meşale yakan taraftarı görünce bir gaza geliyor insan. Evden çıkarken yalnız başına kaygılı yürüyen ben, stadın etrafındayken kendimi bir takımın mensubu olarak hissediyorum. Güçleniyorum ve rakip takımı ezeceğimizi yüksek sesle tekrar ederek içimde bir yerlerde ya kaybedersek diye söylenen vızıltıyı sindirmeye çalışıyorum. Hatta bir de bira cilalıyorum ki üstüne ya herşey ya daha güzel olsun ya da daha az umurumda olsun. Stada girip de yeşil zemini her gördüğümde yine heyecanlanıyorum. Antakya'dan İstanbul'a yeni geldiğimde ilk gittiğim maç olan Galatasaray-Fenerbahçe maçında tribünlere ulaşmak için koridorda koşuşum ve çimleri ilk gördüğümdeki mutluluğum geliyor aklıma. Hala koşmuyorum ama hala o kadar mutlu oluyorum. Sonra önce hakemler çıkıyor sahaya bir onlara küfür ediliyor. Anlam veremiyorum, hani baskı altına almaksa tamam da bu adamı yuhalarsan işe yarıyor mu hakikaten onu daha kavrayamadım. Her neyse futbolcular ısınmak için sahaya çıkana kadar sağımla solumla maç hakkında yorumlar yapıyoruz taktik, maktik, Şenol Hoca falan. Sonra bakıyoruz ki rakip takım futbolcuları çıkmış sahaya kimileri daha önce sana doğru dönüp kasıklarını tutmuş, kimileri bir baba hindiler çektirmiş. Muzaffer edalarla koşuyorlar bir avuç sarı taraftara. Bütün stadı sen doldursan da bir avuç rakip taraftarın çoşku içinde olması kızdırıyor seni. Sen de çağırıyorsun futbolcunu, git onların annesiyle tanış diye bağırıyorsun. Sonra dönüp o bir grup nefretlik insana (aralarında kardeşin olduğunu bile unutuyorsun o sırada) şu telleri parçalasak hepsini pişman etsek bir daha öyle coşkulu olamasalar diyorsun. Sonrası bildiğiniz gibi gelişiyor işte. Ama bu kadar uzun paragrafın özünde yine de kancıklığa varıyor yaptığının tanımı. Gündüz bekçi kulübesinin yanında kıçını devirip yatıyorsun. Gece senin gibi itleri bulduğunda ve senden daha zayıf birini bulduğunda başlıyorsun kovalamaya. Her ne kadar olayların gelişimi seni o sırada öyle olmadığına inandırsa da başlangıcına ortasına ve sonuna baktığında düpedüz itleşiyorsun sen de.

Peki ya deplasman maçında ne oluyor? Gerginlik, toplanma, alkol, gaza gelme vs. kısımlarını geçiyorum, tekrara gerek yok zira. Stadta takımını renklerinle desteklemek istiyorsun ama formanı iyice gizliyorsun ki görünme ve tartaklanma gözü dönmüş rakip taraftarlar tarafından. Nasıl olsa onlar seni az görürlerse saldırırlar, holiganlar, çapulcular. Teke tek gelemez ki namertler.. Bir şekilde polisin koruması altına giriyorsun işte maç çıkışında Haydarpaşa iskelesine kadar güvendesin nasılsa. Yiyorsa şimdi gelsin şerefsizler diyorsun, sanki polis senin tarafındaymış gibi. Biliyorsun ya telleri aşamayacaklarını ya da polise girişemeyeceklerini. Sallıyorsun parmağını savuruyorsun küfürleri. Peki sen kendini korunuyor zannederken ve el hareketi yaparken rakip taraftara ya bir şekilde yırtılırsa o teller, ya da basket maçında olduğu gibi polis molis dinlemezse rakip taraftar. O zaman da sportmen değil bunlar kapatın sahalarını diye ağlamaya başlıyorsun. Burada da itsin yine. Ama bu sefer yanından geçen arabaya saldıran ama içinden şoför inince kaçan türden bir itsin. Ya boşa havlıyorsun ya da kuyruğunu kıstırıp ağlıyorsun işte. Benim için bu maçlardaki olaylar hep böyle gelişiyor. Hep aynı tarafı tutuyoruz hep aynı itliği yapıyoruz. Hiçbirimiz daha delikanlı değiliz, olamıyoruz.

Oturup olaylar özelinde yazmayacağım durumu. Öncelikli bu süreçte tek olumlu hareket olarak şu meşhur bayan taraftarın kombinesini iptal eden Fenerbahçe Spor Kulübü'nü tebrik ederim. Ama kafamı karıştıran durumu da sormak isterim zira bir cevap bulabilmiş değilim. Bu kadın kimdir, idari personel midir, resmi amigo mudur, Fenerbahçe seyircisinin alınmadığı maçta bench'in arkasında ne işi vardır, burada bir ihlal yok mudur, varsa cezasını kim çekmelidir?
Beyazları boş bırakmayalım gençler

1 yorum:

ahmetokur dedi ki...

Çok doğru bir yazı.
Tebrikler.